“Yalnızlık Allah’a mahsus, her canlı bir eş arar.
Taşın kalbi yok ama onu bile yosun sarar.”
Mevlana
Rüzgârın cilvesi yaprakları döküyor. Tatlı ve hüzünlü yüzüyle sonbahardayız. İnsan virüs tehdidiyle birdenbire yalnızlaştı. Yoruldu, üstelik önünde onu bekleyen uzun ve zorlu kış günleri var. Bir mavi ışık süzülsün, ağrılar dinsin, sevgi yeşersin, yüzler gülsün istiyor.
Kimi gün domuz çömelten yeli, kimi gün koç katımı fırtınası çıkıyor. Kuru dalları çatırdatıp, sarı yaprakları hışırdatarak oradan oraya savuruyor. Önce damla damla hüzün bulutları alçalıyor, bir sağanak boşanıyor, ardından berrak hava günlük, güneşlik. Baharın tatlı güneşi ve yaz günleri ne çabuk geçip gitmiş. Özlem ve anılar bütünü vefalı sonbahar hangi ara gelivermiş.
Korona insanı öyle bir kovalıyor ki, zaman ve mevsimler bile unutuluyor. Yaz günleri, hanımellerinin enfes kokusunu alamadan, hızla dalgalara koşup, güneşin keyfini süremeden geçip gitti. Dünyada bir milyondan fazla canı alıp götüren virüs izole ettiği insanları korku içinde yaşatıyor. Onları çaresizce ölüme inandırıyor; her şeye sahip görünseler bile, aslında hiçbir şeye sahip olmadıklarını hissettiriyor. Ufka bakıp bakıp kalbini dinleyen herkeste bir sessizlik hükmü var. Toplumsal koşulların yalnızlaştırdığı insanı bu kez virüs ıssızlaştırıyor.
Üstelik bu yalnızlık, teknolojinin zirve yaptığı bir çağda yaşanıyor. Sonbaharda adeta yapraklar değil de kimsesizlik savruluyor. İnsan izole olmuş. Fani ömrü biten dostlarına, komşularına son yolculuklarında bile yaklaşamıyor. Yazdan kalan bir parça heyecanı da soğuk günlerin gelişi ve korona korkusuyla sönmüş durumda. Dört bir tarafı saran sessizlik, serinlik ve tazelik fark edilemiyor. Özdemir Asaf “Yalnızlık paylaşılmaz” demiş, fakat korona yalnızlığı mutlak paylaşım gerektiriyor. Öte yandan virüsü umursamayan gençler her yerde ve hep birlikteler.
Kırlar, köyler, kasaba ve hatta koskoca şehirlerde herkesin kalbine yalnızlığın soğuğu ve korkunçluğu süzülmüş. Cahit Zarifoğlu; “Bir ölüm vefalı, bir de sonbahar” der. Ya yalnızlık, yalnızlık da ölüm kadar insana vefalı mıdır? Şair yalnızlık için daha zorunu, daha dayanılmazını “ahh şu yalnızlık kemik gibi ne yana dönsen batar” diye mısralarına işlemiş. İnsanoğlu uzun tecrübelerden sonra yalnızlığın yüceliğini “Yalnızlık Allah’a mahsus” diyerek tanımlamıştır.
Şüphesiz bu süreçten çıkarılacak dersler var. Sonunda insan kendine yetebilmeyi, kendini anlamayı, kendini sevmeyi öğrenmeyi ve yüceliğe dönüşü fark edebilecek. Yalnızlığın belki de bir ödül olduğunun ayırdına varacak. Kendine dönen insan, içindeki tamlığı hissedecek, dış bağımlılıktan sıyrılıp, içindeki dostu yakalayıp biraz özgürleşip mutlu olacak. İçteki dostu bulan hem yalnızlık çekmeyecek ve hem de başkalarını da sevmeyi öğrenecektir.
İnsanlara dokunama, eşyaya güvenememe, davete icabet edememe yalnızlığı başka bir şey. İnsanın dostlarla dolu dünyasını ıssız bir çöle dönüştüren, sürünün içindeki yapayalnızlık. Yaşlıların bir boşlukta dolaşır gibi çaresizlik içindeki yalnızlığı. Koronanın kara suratını görüp yüreklerimizin sahillerine tek başına döndüğümüz bir yolculuk. İki göz gibi yanyana olmak ama tapınağı taşıyan sütunlar gibi birbirine uzak ve birbirine sokulamamak. Temiz yürekli sağlık personelinin toplum rahat hayat yaşasın diye kendilerini feda ettiği bir yalnızlık.
Salgın hayat ağacındaki bütün kuru ve canlı dalları koparan sessiz bir fırtına gibi geldi ve insanları yalnızlaştırdı. La Buryere; “Tüm belalar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından gelir” diyor. Korona yeteneklerimizle doğayı fazla kurcaladığımız için geldi. Tehlikeli, yıkıcı ve öldürücü yüzüyle bulaştığı insanı önce ıpıssız bırakıp, sonra alıp götüren bu belayı yalnız kalarak atlatmak mümkün mü? Değil, bu yüzden yalnızlıktan ancak kaçabiliyoruz.
Yöneticiler insanları sürü bağışıklığına itmek istediler. Allahtan biz yalnızlığı sevmeyen bir toplum karakteri taşıyoruz. Çalışan bireyleri otobüs veya servis ile işlerine giden, kalbi kahvelerde atan bir toplumuz. Akşam yemeklerini mutlaka evde ve hep birlikte yiyen, sonra bir arada televizyon izleyen çoğu aileleri korona nasıl birbirinden ayrılacak. Hem “Sürüden ayrılan kuzuyu kurt kapar” atasözü kulaklarına küpe olmuş bir toplum için sürü bağışıklığına ulaşmak hiç de zor olmayacak gibi görünüyor.
Dünya nüfusuna maske taktırıp, bir milyondan fazlasının gül yüzünü söndüren salgın sonrası, yenidünya düzeninin adı evrensel yalnızlık olacak. Kimse yalnızlığı sevmezken her insan kendi içinde yalnızlaşacak. Korona hepimiz için çokluğun içerisinden gelen bir yalnızlık fırtınası estirecek. Bir tercih olarak dünyanın en huzurlu durumu olan yalnız hayat, virüs salgınında en sıkıcı günler olarak yaşanacak.
Zamanın ruhu bile anlaşılmaz oldu. Şimdi upuzun geçecek kışın bitmesi bekleniyor. İnsan delice bir sevinçle bahara çıkmak istiyor. Serin ve sakin yaylaları arzuluyor. Kırlarda açılan gelincikleri, çekirdeği süt bağlamış erikleri, bir şeye dokununca yanmayacak arınmış elleri özlüyor. Anne-babasına, doyasıya çocuklarına sarılmak istiyor. Kalabalıklar içindeki yalnızlığını değil, çekinmeden “gel” diyecek dostlarının çağırmasını bekliyor.
Dostlukla…
Ali Akça