ABD ile İsrail’in neler yaptığı ve neleri gerçekleştirmek istediği üç aşağı beş yukarı gözler önünde. Yazılı ve görsel medya, bu iki devletin hangi hedefleri gerçekleştirmek peşinde olduklarını kısmen de olsa yazıyor, çiziyor, söylüyor.
Birinci Dünya Harbinden sonra Avrupa’nın kurtları, ABD’yi elleri boş olarak kıtasına göndermişlerdi. İkinci Dünya Savaşı öyle olmadı. Bu defa ABD, bölgeye tecrübe kazanmış olarak geldi. Savaş sonrası, Doğu Bloku ve Batı Bloku olmak üzere dünyayı nüfuz bölgelerine ayırdılar. Doğu Bloku, Rus hâkimiyetine, Batı Bloku ABD nüfuzuna girdi.
Gelişmelerin ardından İngiltere, İngiliz menfaatlerini asla tehlikeye düşürmeyecek şekilde, dünyanın jandarması rolünü ustalıkla ABD’nin üstüne yıkıyordu ama kendisi ABD’nin damarlarında dolaşmaya devam edecekti. Mesela, ekonomisine ağır yük getirdiğinden bahisle Yunanistan ve Türkiye’yi ABD’nin alâkasına havale ediyordu.(1947) Merkezi İstihbarat Teşkilatı (Central İntelligence Agency) CİA İran’da darbe yapıyordu.(1953)İki bloklu dünyada süper güç oluyor, SSCB’nin dağılmasıyla da küresel güç oluyordu. Küresel güç olarak varlığını devam ettirebilecek miydi? Bu maksatla İngiliz aklı ve Yahudi parasıyla, dünyada istediği düzeni kuracaktı. Yeni Dünya Düzeni dedikleri sistem, dünya hâkimiyeti ve sömürgecilik esasına dayanıyordu.
DÜNYAYI TEHLİKE KORKUSUYLA ELDE TUTUYOR
ABD’yi yönetenler ve ona akıl verenler, Amerikan nüfuzunun yayılması ve dünya hâkimiyeti için daima bir korku üretmeyi faydalı bulmuşlardır. Hatırlanacağı üzere, önceki korkunun adı “Sarı Tehlike-Çin”, dünkü korkunun adı “Kızıl Tehlike-SSCB”, yakın korkunun adı “Yeşil Tehlike-İslâm” idi. Günümüz tehlikesi ise yine İslâm’dan kaynaklandıklarını iddia ettikleri “Terörizm”dir. Kimyasal silahların imhası iddiasıyla Irak’a yapılan saldırı ve işgal; Kalıcı Özgürlük Operasyonu adı altında Afganistan’ın işgali ve DEAŞ’ kovmak bahanesiyle Suriye’ye müdahale, hep bu sözde terörizmi önleme adıyla yapılmış operasyonlardır.
George W Bush, ABD askerlerine (2002) yaptığı konuşmada: “Terörle savaş, savunma ile kazanılmıyacaktır. Savaş alanını düşmanın bölgesine götürmeli, planlarını bozmalı ve ondan kaynaklanacak tehditleri ortaya çıkmalarına fırsat bırakmadan etkisiz hale getirmeliyiz. Günümüzün dünyasında, güvenliğe giden tek yol eylemden geçmektedir” diyor; NATO kuvvetlerinin Afganistan’ı işgal amacını da “Haçlı savaşını başlatıyoruz” sözleriyle açıklıyordu.
Sovyet işgaline karşı savaşan Afganlıları “Mücahitler” olarak nitelerken, Sovyetlerin çekilmesi üzerine bir gecede “Mücahitleri” Taliban adıyla terörist ilan etmiştir. Taliban, El Kaide, DEAŞ gibi örgütler, kendi ilgi ve bilgisi dâhilinde ihdas edilmiş örgütlerdir.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (BOP)
Üretilen tehlikeler yanında geliştirilen projeleri de mevcut. BOP bunlardan biridir. BOP’un sınırları, Cebelitarık’tan Hindistan’a kadar uzanan bölgeyi kapsıyor. ABD, bu bölgeye demokrasi getirerek terörizmi engellemek iddiasındadır. Sözde teröre destek veren ülke yönetimleri değiştirilecek ve söz konusu bölgede devletler ve milletler parçalanarak yirminin üzerinde yeni devlet oluşturulacak. Doksanlı yılların sununa doğru, nerede hangi devletlerin kurulacağına dair haritalar yayınlıyor ve NATO toplantılarında bunları, aralarında dost ve müttefik olarak ilan ettikleri ama parçalamayı düşündükleri ülke askerî yetkililerine dahi anlatmaktan geri durmuyorlardı.
Bush’un danışmanı Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, BOP’un, Fas’tan Çin sınırına kadar yirmi iki ülkenin siyasî ve ekonomik coğrafyasının demokrasi ile geliştirileceğini söylerken, aslında ABD operasyonlarının haberini veriyordu. Nitekim Eylül 2010’dan itibaren “Arap Baharı” adı altında halk ayaklanmalarıyla Kuzey Afrika ülkelerinde yönetimler değiştirildi. Bu değişimin ve sözde demokrasi ihracının bugün Libya’yı, Mısır’ı, Suriye’yi, Irak’ı, Afganistan’ı ne hale getirdiği ortadadır.
ABD ve İsrail’in BOP’tan amacı, İsrail’in varlığını ve güvenliğini garanti altına alarak hudutlarını genişletmek; enerji (petrol, doğalgaz) kaynaklarına hâkim olmak ve denetim altında tutmak; ABD’nin hem küresel anlamda hem de sömürgecilik alanında rakibi olabilecek güçleri eriterek Amerikan nüfuzunu bölgede yaygınlaştırmaktır. Bu hedefler, bütün dünyada ve özellikle Ortadoğu’da demokrasi paravanı arkasına saklanmıştır.
KİSSİNGER’DEN VECİZELER
Alman asıllı, Nikson dönemi hem “Ulusal Güvenlik Danışmanı” hem Dışişleri Bakanı Kissinger’in sözleri her şeyi olanca açıklığı ile ortaya koyuyor.
“Gücünüzün gölgesi diplomasi masasına düşmediği sürece, o masada konuştuklarınız lakırtıdan öteye geçemez” (Henry Kissinger)
“Savaş davullarını duyamıyorsanız, sağır olmalısınız.” (H. Kissinger)
“Petrolü kontrol ettiğinizde, milletleri kontrol edersiniz… Biz askerlerimize yedi Orta-Doğu ülkesini ve kaynaklarını ele geçirmelerini emrettik. Ve onlar da neredeyse görevlerini tamamladılar…” (H. Kissinger)
Neredeyse bütün dünyada, özellikle İngilizlerin deyimiyle Ortadoğu bölgesinde cereyan eden olaylar, Kissinger’in bu sözlerinin aksi sadası gibi bir manzara gösteriyor. Kanlı iç savaşlar, petrol ve güç.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeu, Kissinger’i ziyarete devam ediyor ve tavsiyelerini alıyor. Pompeu son yaptığı ziyaretin ardından yaptığı açıklamada, “En değerli seleflerimden Dr. Henry Kissinger ile tekrar bir araya gelmekten onur duydum, muhabbetlerimiz için her zaman minnettarım” demiştir.
Yüz yaşının merdivenlerini tırmanan Kissinger, elli bin dolar karşılığında dünya güç odaklarının kahvaltılı toplantılarına katılıyor, danışmanlık yaparak yönlendirmelerine devam ediyor.
Mevcut ABD Başkanı Trump, açık açık petrolü sevdiğini söylüyor ve güvenliğini sağladım diyor. Kiminle sağlıyor bu güvenliği? PKK-YPG ile. ABD, bölgede kalabilmek için hiçbir masraftan kaçınmıyor, gözünü kırpmadan trilyon dolarlar harcıyor. Emlak zengini Trump, bunu tacir gözüyle ifade ediyor, son yedi yıldır Amerika’nın 7 trilyon dolar harcadığını ancak karşılığında hiçbir şey alamadığını söylüyor. Hem böyle söylüyor hem de Suriye’den çekileceğim dediği halde çekilmiyor. İranlı komutan Süleymani’nin öldürülmesi üzerine Irak meclisinin “Irak’tan çıkın” kararına karşı da “Irak’tan çıkmıyoruz” cevabını veriyor.
EVENGELİSTLER VE YAHUDİ TEORİSİ
Bir de Siyonist Yahudilerin, Hz. İsa’nın yeryüzüne inmesini öngören bir teorileri var. Amerikan hükümet çevrelerindeki Evangelistlerin inandığı bu teoriye göre, “Hz. İsa dönemi, Hz. Musa döneminden öncedir. Hz. İsa’nın, yeryüzüne dönebilmesi için öncelikle Hz. Musa’nın ideallerinin gerçekleştirilmesi gerekmektedir”.
Bu ideal İsrail bayrağında biri altta diğeri üstte olmak üzere Hz. Davut yıldızıyla birlikte sembolleştirilmiştir. İki çizgi Nil ve Fırat’ı temsil eder. Nil ve Fırat arası, İsrailoğulları’nın yani Yahudilerin eline geçmedikçe Hz. İsa yeryüzüne dönmeyecektir. Yahudiler bu teoriyi, ABD hükümetlerinde etkili olan Evengelist Hıristiyanlara anlatıyorlar ve onlar da –tabii başka çıkarlar da söz konusu- buna inanıyorlar. Günümüz Amerikasının, 1948 İngiliz imalatı terörist İsrail devletine katıksız yardımları bu teoriye istinat ediyor.
RUS-AMERİKAN İTTİFAKI
Rusya, Suriye’de Petro I. zamanından beri Akdeniz’e inme hayaliyle bulunuyor. ABD, petrol ve İsrail’in güvenliği için bulunuyor. Peki, menfaatleri farklı olduğu halde bu iki devlet niçin sıcak bir çatışmaya girmiyorlar? Ya da, menfaatleri çatıştığı veya ikisi de Türkiye ile mutabakat andlaşmaları yapıp altına imza koydukları halde niçin Türkiye aleyhine olmak üzere PKK-YPG’yi himaye ediyorlar?
Burada ABD ile Rusya’nın, gizli bir andlaşmayla değilse bile örtülü bir andlaşmayla birlikte hareket ettikleri görülüyor. Birbirlerinin ayağına basmıyorlar. Bu iki devleti Yahudi Kissinger’in anlaştırıyor olması ayrıca üzerinde durulacak bir husustur.
Amerika boşalttığı üssü törenle Rusya’ya devrediyor, Rusya da bu esnada PKK-YPG paçavrasını kendi bayrağı ile yan yana dalgalandırıyor.
Rusya, Türk ordusu yetkilileriyle devriye yapıyor, Türk ordusu temsilcilerinden ayrılır ayrılmaz da PKK-YPG’li teröristlerle devriyeye çıkıyor. Bu siyasetin, Osmanlı Devleti aleyhindeki eski Rusya-Macaristan (Nemçe) gizli anlaşmasından ne farkı var? (Çariçe İvatavta ile Altıncı Şarl ittifakı.)
Nato zirvesinde Avrupalılar (İngiliz, Alman, Fransız), Türkiye Cumhurbaşkanı’na Suriye’den ne zaman çıkacağını soruyorlar fakat kendilerine “siz niçin oradasınız” denildiğinde soruyu cevapsız bırakıyorlar. Peki, bu siyasetin, Osmanlı Devletini parçalıyarak Türkleri Balkanlar ve Anadolu’dan atmak ve nihayet haritadan silmek isteyen eski Fransız, İngiliz, Alman, Rus siyasetinden ne farkı var?
Yukarıdaki soruların cevabı açıktır. Artık iyice anlaşılmış olmalıdır ki, Türkiye ile Türklük ve Müslümanlık söz konusu olduğunda, farklı menfaatleri olan devletler birdenbire tek millet haline geliyor ve tek millet olarak Türkiye’nin karşısına çıkıyor. Bu husus, inkârı mümkün olmıyan bir gerçektir. Öyleyse Türkiye de hesabını ona göre yapmalıdır.
(Gelecek hafta, Bismark Almanyası Sahnede Yerini Alıyor)