Milli Eğitim sistemimizin eski yönetmeliğinde ,ortaokulu ve liseyi bitirmek için normal imtihanlardan sonra bir de “bitirme imtihanı” yapılırdı.
1967 yılında biz, Burdur lisesi orta kısmını bitirecek kadar imtihanları başarmış olsak da, yıl sonunda bir ay daha “bitirme imtihanları” için Lise Pansiyonu’nda kaldık. Harıl harıl ders çalıştık. Pansiyonda ara sınıflar hep gitmişti. Orta sonlar ve lise sonlar hariç..
Bir ay sonra o telaş ve korku içinde imtihanları başarı ile verdik. Arkadaşlar yavaş yavaş memlekete gitmeye başlamıştı.
Ben o telaşla gitmek için cebimde yol parası var mı, babamdan para istedim mi bunu unutmuşum. Baktım ki, yol parası yok. Herkes gidiyor, kalanlara da “pansiyonu boşaltın ”deniyordu. Bir mahzun oldum, bir üzüldüm ki sormayın..
O zaman Burdur-Fethiye yolu yoktu. Vardı ama, stabilize.. Sadece odun taşıyan ve mal taşıyan kamyonlar gelip giderdi o bozuk yollardan.
Fethiye’ye gitmek için Denizli-Aydın-Muğla’yı dolanmak gerekirdi. Benim o dolambaçlı yola verecek kadar param yoktu.
Baktım. Benim gibi parası olmadığı için gidemeyen iki kişi daha var: Sınıf arkadaşlarım Güner İkiz ve Cevdet Korkmaz..
Üçümüz, ne yapalım diye düşündük. Aydın-Muğla yoluna verecek para yok üçümüzde de ..Bir yol bulup Dirmil’e (Adı Altınyayla oldu) gitsek, yolu yarılasak, oradan öteye nasıl olsa bir çare bulunur “dedik, biraz çocukça, biraz da macera heveslileri olarak..
Dirmil’e hangi vasıta ile gittiğimizi şimdi hatırlayamadım. Ama meşhur çınar ağacının gölgesindeki masaların birinin etrafındaki üç sandalyede çay veya başka bir şey içmeden saatlerce oturduğumuzu bize birinin sahip çıkacağını umduğumuzu iyi hatırlıyorum.
Saatlerce gölgede oturduk…Mahzun ve üzgün.. Biraz da korku ile..
Akşam olmak üzere.. Masalar yavaş yavaş boşalıyor. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Kala kala iki masa kaldı. Yan masadaki adam, bize doğru dönüp; ”gençler !. Siz galiba yabancısınız. Akşam oluyor ne düşünüyorsunuz” dedi. Biz, mahçup ve biraz da üzüntü ile; “ Biz yolda kaldık” dedik.
Adam ;“Olur mu? Benim evim şu karşıda. Kalkın bize gidelim ”dedi. Mecburen kalktık. O’nunla gittik. Evi, çınar ağacının karşındaki binalardan biri idi. Evine girdik. Biraz sonra hazırlanan bir sini dolusu yemeği yer sofrasında hep beraber yedik. Sabahtan beri boğazımızdan bir şey geçmemişti.
Yemekten sonra biraz sohbet, biraz çay..Ev sahibimiz öğretmenmiş. Fethiye’nin köylerinde yıllarca öğretmenlik yapmış. Babamı ve Cevdet’in babası Şevket Amca’yı hatırladı. Bize de, O’na da güven geldi. Biz el değilmişiz..
Sabah olduğu zaman Hoca bize gene kahvaltı hazırlattı. Kahvaltı yaptık. Sonra o balkondan aşağıya seslendi: “Hey Hasan !.Fethiye’ye gidecek kamyon falan var mı bugün” dedi. Aşağıdan bir ses :“Kör Yusuf’un Nuri’nin kamyonu, gübre ve keçi -koyun götürecekmiş, biraz sonra caminin önünden kalkar” dedi.
Biz de evden hocaya teşekkür ederek ve minnet duyguları ile ayrıldık. Kamyonun kasasına bindik. Kamyon sallanıyor..Kah çukura giriyor, bizi hoplatıyor, kah kuma saplanıyor bizi gene hoplatıyor.Yolun kaç saat sürdüğünü şimdi bilmiyorum. Yalnız sanki kamyoncuya üçümüz toplam 450 kuruş verdiğimizi hayal- meyal hatırlıyor gibiyim.
Fethiye’ye gelsek ,iş kolaydı. Orada köylülerimiz vardı ve çok akrabamız vardı.
Babam, parasızlıktan gelemediğimi her nasılsa duymuş. Fethiye Postanesinin önünde O’nunla daha parayı göndermeden karşılaştık. .Babama sarıldım. Dünyalar benim olmuştu..
Aradan gecen 53 yıl içinde Dirmil’e pek çok defa daha gitmişliğim vardır. O asırlık çınar Dirmil’nin sembolüdür. Onun gölgesinden başka gölge tanımam.
Son gidişimde çınar ağacının altında gene oturduk. Bu defa paramız vardı. Çay kahve içtik,Yanımda bir grup da arkadaş vardı. Avukat Mustafa oralı .Geldiğimizi duyunca O da geldi masaya. Çınarın arasında iki katlı bir bina var. Üzerinde “Altınyayla Emniyet Müdürlüğü ” yazıyor. Mustafa; “bu bina 16 yıl adliye olarak hizmet verdi. Biz burada acemi hakimlerle ne mücadeleler verdik” dedi. Sonra adliye iş yoğunsuzluğundan kapanmış.
Laf döndü dolaştı 1967’deki bizim maceraya.. Ve o Hoca’nın misafirperliğine.. Tam gösterememekle birlikte “şu evlerden biri idi “dedim.
Bu arada masada bulunan arkadaşlardan birisi , Dirmil’in misafirperverliğinin bir başka yönünü daha anlattı.
Dirmil’de her yaz yağlı pehlivan güreşleri olurmuş. İki gün.. İlk gün ayak, orta ve başaltı . 2.gün ise başpehlivanlık güreşleri .Şehirde otel yok. 2.günü bekleyecek güreşçiler ve güreş severleri o Dirmil’in güzel insanları evlerinde misafir ederlermiş. Karşılık olmaksızın .Sırf Allah rızası için. Güreş nasıl
geleneksel olmuş ise misafirperverlik de geleneksel olmuş. İlk defa böyle bir şey duydum. Misafir için tüm şehir seferber..
O zaman “bu Dirmil’in toprağında bir iyilik mayası var” dedim.
Aslında bu, Anadolu insanının gönül zenginliğidir. Anadolu insanı sadece yer sofrasını, yer yatağını açmaz insana. Gönlünü de açar.
Menfaatçiliğin ve ferdiyetçiliğin hakim olduğu Batı kültüründe bu yoktur.
Yıllar önce İngilizce öğretmeni olan kardeşim Abdurrahman, Fethiye’den köye gelirken yan koltukta oturan Cape Town’lu İngiliz gence; bir Türk köyü gör ! Türk geleneği gör ! diye O’nu Çaykenarı’ köyündeki evimize getirmiş.
Yoldan geçerken Abdurrahman’ın yanında bir misafir olduğunu gören yengelerimden birisi, onlar yaz günü dut ağacının altında otururken ,bir bakraç yoğurt getirip pencereden anama verip gitmiş. İngiliz genç oturduğu yerden bunu izliyormuş .Kardeşime; “ o kadın ne getirdi. Kaç sterlin para kazanmış olabilir” diye sormuş. Abdurrahman,”böyle şeyler para ile olmaz. Eve misafir geldiğini görünce belki yemekleri yoktur. Misafiri iyi doyuramazlar diye böyle yardımlar olur. Yemek onun için getirilir. Bu bir gelenektir” demiş. İngiliz genç bedava bir şey verilmesine şaşırmış.
Evet, menfaatçiliğin ve maddiyatın hakim olduğu Batı Kültürü bunlara kapalıdır.
Newyork metrosunda sırtını duvarı dayayıp bekleyen zenciye adres soran bir Türk’e zenci gencin “10 dolar ver adresi sana söyleyeyim” demesi, bu kültüre yabancı o Türkü üzmüştür.
Tek çocuğu olun Alman’a “2.çocuk yok mu dediğinde; diğer bir Türk’ün aldığı şu cevaba da o Türk çok üzülmüş: ”İki çocuk olsa, o zaman giderler çoğalır ve ben dünya turuna çıkamam”
Kahtalı Abuzer ile Dirmilli Hasan böyle düşünmez. Tek yumrukla soğanı kıran Abuzer veya Hasan yanına gelene ekmeğinin yarısını verdiğinde elinden veya cebinden bir şey çıktığına üzülmez.Bilakis bir insan sevindirdiğine sevinir..
NOT: Biz üç arkadaş, ondan sonra Burdur Lisesi Pansiyonu’nda 3 yıl daha beraber kaldık. Aynı sınıflarda okuduk. Burdur Lisesi 6 Edebiyat A’dan 1970 yılında mezun olduk.Güner ve Cevdet memuriyet hayatına atıldılar. Güner Dalaman Devlet Üretme Çiftliğinden emekli oldu. Emekli olduktan sonra Ortaca’ya yerleşti. Ama orada amansız bir hastalığa yakalandı. Yatağa bağlı. Üzüntülerini ve sevinçlerini gözleri ile anlatabiliyor. Konuşamıyor.