Yakarıda özetlediğimiz olayların ışığında artık şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Tarihte cereyan etmiş olaylar ve günümüzde yaşadıklarımız, milletlerin karakterlerinin ve milli menfaatlerinin değişmediğini gösteriyor. Ayrıca gelişmiş sanayi ülkelerinin ihtisaslaşmış sömürgecilik ve hâkimiyet hırslarını sınırlıyacak kültürel ve medenî değerleri de yok gözüküyor. Ben-merkezci, egoist bir dünya görüşüyle hareket ediyorlar.
Peki, hal böyle ise ne yapmalı? Bu durumda Türkiye ne yapmalı, nasıl yapmalı? Bu soruya cevap ararken sözün başında şunu da tesbit etmek zorundayız: Ne yazık ki, dünya milletlerinin aksine olarak, böylesine çetin bir ortamda ve zorlu bir coğrafyada medenî değerleriyle kendini yeterince tanımıyan ve millî menfaatlerinin nelerden ibaret olduğunu bilmiyen yegâne millet Türk milletidir.
Kısaca ve açıkça ifade etmek gerekirse, elimizde rehberlik görevini üstlenmiş bir kitap var, Kur’ân. Kur’ân yeryüzünde barış ve adaleti hâkim kılmak için yol gösteriyor: Okuyun, ilim yapın, güç biriktirin, adaletten ayrılmayın. Birlik olun, tefrikaya düşmeyin, birbirinizle çekişmeyin. Sizden olmıyanlar size bir iyilik dokunsun istemezler, size bir kötülük isabet ederse onunla sevinirler; sakın sizden olmıyanları üstünüze hâkim olacak şekilde dost edinmeyin; onların dinine girmedikçe sizden asla hoşnut olmazlar; bir kavme olan düşmanlığınız sizi adaletten ayırmasın. Ve daha pak çok insanî ve medenî değer.
KİM TÜRKİYE’NİN YANINDA KİMLER KARŞISINDA?
Barış Pınarı harekâtı öncesiydi. Henüz ortada harekât yoktu. O günlerde değerli hemşehrim Rahmi Ünalan Bey, vaki sohbetimiz esnasında iki aşamalı bir soru yönelttiler. Yukarıda geçen “Ne Yapmalı” sorusuna cevap mahiyetinde hem soruyu hem de verdiğim cevabı burada değerli okurlarımla paylaşmak istiyorum. Soru şöyle idi:
-İsmail Bey, Türkiye mevcut şartlarda Suriye'ye müdahale eder mi? Müdahale ederse hangi devletler yanında olur, hangi devletler karşısında olur?
Rahmi Bey güzel bir soru yöneltmişti. Cevabımız şöyle oldu:
-Değerli hemşehrim, Rahmi Beyciğim! Bu saatten sonra Türkiye artık Suriye'ye müdahale etmek zorundadır. Hükümranlık hakları Türkiye'yi haklı kılıyor, güvenliği bunu gerekli kılıyor. Ayrıca bu kadar meydan okumadan sonra yapılacak fazla bir şey de yok. Şayet müdahale edilmez ise; ileride şartlar yeni müdahaleleri gerekli kılar da, bizden sonraki nesiller "müdahale ederiz" diye bağırıp çağıracak olurlarsa buna kimseyi inandıramazlar. “Türkler blöf yapıyorlar, vaktiyle bunların dedeleri de böyle bağırıp çağırmışlar ama hiçbir şey yapamamışlardı” derler. Müdahale edilmezse, yeni nesillere kötü bir miras bırakmış oluruz. Bu duruma düşmemek adına da olsa müdahale kaçınılmazdır. En azından bu açıdan baktığımızda müdahaleyi kaçınılmaz görüyoruz.
-İkinci sorunuza gelince; bana göre asıl soru bu değil. Gerçi böyle ifadeleri kullanmak istemeyiz ama gerçekler işte orta yerde duruyor. Düşmanlarımız ortadayken elbette yanımızda dost devletlerin olmasını isteriz ama asıl soru kanımca şudur: Biz millet olarak, Orta Asya'dan itibaren getirdiğimiz millî hasletlerimizin ve İslâm döneminde kazandığımız manevî değerlerimizin ne kadar yanındayız, ne kadar yakınındayız ve ne kadar uzağındayız? Asıl soru budur. Bu değerlerin ve hasletlerin birbiriyle mezcedilmiş hali bizim kimliğimizi, kişiliğimizi, karakterimizi ortaya koyuyor ve millî menfaatlerimizi belirliyor. Biz bu değer ve hasletlerin yanında isek mesele yok. Yakınında isek problem var demektir, uzağında isek problem daha da çok demektir.
MİLLÎ HASLETLERİMİZ - MANEVÎ DEĞERLERİMİZ
Kızıyla erkeğiyle at binen, ok atan, kılıç kuşanan bir toplumduk, çadır kuruyor, çadır söküyorduk. Bunlar bizim çevikliğimiz, cesaretimiz, atılganlığımız ve organizasyon gücümüz demekti. Bu hasletlerimizi, İslâm döneminde kazandığımız şehitlik ve gazilik değerlerimizle birleştirerek yeni bir ruh ve mana kazanmıştık. Böyle olduğumuz zaman bizim için dünyada korku yoktur. Böyle bir insan ve toplum ihlâs ile adalet uğrunda Allah yolunda olduğu sürece korku yoktur. Allah böyle toplumlara yardım eder. Allah'ın yardım ettiği bir orduyu da dünyada yenecek hiç bir güç yoktur. Kanaatimce mesele bundan ibarettir.
Peki, dünyada hal ve gidiş yukarılarda tanımlamıya çalıştığımız gibi ise yapılacak şey nedir? Yapılacak şey kısaca ve özetle geleceğe hazırlanmaktır. Bağırıp çağırmadan, kızmadan, kimseyi ürkütmeden geleceğe hazırlanmaktır.
Türkiye sessiz sedasız su, eğitim ve savunma meselelerini halletmelidir. Bu meselelerin hiçbiri diğerine tercih edilemez. Şu meseleyi öne alalım, ötekini sona bırakalım denmesi mümkün değildir çünkü hepsi de öncelikli meselelerdir. Bu cümleden olarak Fırat’ın suyu Ankara’ya getirilmelidir. Bilinmelidir ki, günümüzde nüfuz ve petrol için yapılıyormuş gibi gözüken savaşın asıl hedefi sudur, Dicle ve Fırat'ın suyudur.Eğitim, Fulbright rezaletinden kurtarılarak millî hale getirilmelidir. Savunma gerçekten millî hale getirilmelidir. Türkiye teknoloji üretmelidir. Manevî değerlerimize dayalı ekonomi anlayışı hem insanımızın hem insanlığın istifadesine sunulmalı, Türkiye bu anlamda medenî dünyaya katkı sağlamalıdır. Kısaca, ekonomi milli hale getirilmelidir.
Bütün bunlar yapılırken diplomatik kanallar sonuna kadar açık tutulmalı ve daima diplomasi dili kullanılmalıdır.
Gene tarihten bir örnek: Kırım harbi öncesinde (Abdülmecid zamanı, 1853) Rusya ile münasebetlerin kesilmesi üzerine "Osmanlı devleti harp hazırlıklarına başladı. Rusların Karadeniz Boğazını zorlamaları ihtimali vardı. Boğaz mevzileri tahkim edildiği gibi İstanbul'daki harp gemileri de Büyükdere'de savaş düzenine konuldu. Silistre, Vidin, Rusçuk kalelerinin daha kuvvetli bir hale getirilmesi için mühendisler gönderildi. Erzurum, Kars, Trabzon için de muhasara toplarıyla sahra bataryaları gönderildi. Tophane ve baruthane gece gündüz çalışır duruma kondu. Birinci sınıf rediflerin toplanması vilayetlere emredildi. Bütün bu hazırlıkların parolası, gürültü ve gösterişten sakınınız, vazifenizi sessizce yapınız, idi". (Karal, a.g.e. Cilt V, Sayfa 231)
Diplomatik kanallar ve diplomasi dili açısından Atatürk’ün koyduğu “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” düsturu hatırda tutulmalıdır. İş neticesiyle belli olur kuralınca sessizce hazırlanırsınız, müdahale veya savaş kaçınılmaz olduğu takdirde de gücünüzü gösterirsiniz. İstediğiniz neticeyi sahada ve masada alırsınız. Ondan sonra da, size bir daha kimsecikler kolay kolay yan gözle dahi bakamazlar. Birileri mütemadiyen gözümüzü oymaya çalışıyor ve bugün hâlâ bizi haritadan silmeye uğraşıyorsa bunun sebebi ve sorumlusu bizzat kendimiziz; manevî değerlerimizden ve millî hasletlerimizden uzaklaşmış olmaklığımızdır
Saygı ile arz ederim.