Dikkat edilirse her canlı gibi insanlar da dış dünyanın olumsuz ve zararlı etkilerine karşı kendileriyle dış dünya arasına fiziki sınırlar koyarlar. Bir bakıma kendilerini bir çerçeve içine alırlar. Bu, evren içinde kendini tanımlamadır. Bu şekilde kendilerini daha güvende hissederler.
Hani İslam fıkıh usulünde “efradını cami’ ağyarını mani’ ” diye bir tanım vardır. Yani “kapsaması gerekli olgu ve kavramları içine alan, gerekli olmayanları da dışarıda bırakan” anlamına gelen bir tanım vardır.
Fiziksel anlamda bu, geometrik bir sınırlamadır. Evler, binalar, yollar, sosyal alanlar vs. gibi. Hayatı kolaylaştıran alet, edevat ve her çeşit araç, tabiattan alınan varlıkların birleştirilerek geometrik bir şekil alan varlıklardır. Bunlar, insanın dış dünyada hayatını verimli ve güven içinde sürdürmesi için yapılır.
Aynı sınırlama hayat ve kâinat hakkındaki düşüncelere de yansır. İnanç, ahlak, töre ile insan ilişkileri sınırlanmadıkça uygulanma imkânı olamaz.
Bir kişi için düşündüğümüz bu olgular toplumlar için, devletler ve milletler için de geçerlidir.
Anayasalar da dünya üzerinde iç ve dış etkilerin olumsuzluklarından korunmak, insan ilişkilerinde genel bir düzenleme yapmak anlamına gelen toplumsal uzlaşma ile oluşturulmuş metinlerdir.
Genel olarak “Anayasa, devletin yapısını, hükümet şeklini, organlarını, bu organlar arasındaki ilişkileri gösteren, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini garanti altına alan kurallar bütünüdür.” Diye tanımlanır.
DİKİŞ TUTTURAMAYAN ANAYASALAR
18. asrın başına kadar Türk tarihi boyunca bugünkü anlamda bir anayasa olmamasına rağmen medeni yükseliş, çağların doruğuna ulaşabilmiştir.
Tarihteki gelişmeler yöneticilere bir anayasayı (bütün kanunların dayanacağı bir ana kanunu) hissettirmiş ve bu nedenle hukuk düzeninde tarihe iz bırakan değişiklikler yapılmıştır.
-
Sened-i İttifak. 29 Eylül 1808
-
Tanzimat Fermanı 3 Kasım 1839
-
Islahat Fermanı 18 Şubat 1856
-
Kanûn-ı Esâsî 23 Aralık 1876
-
1921 Anayasası
-
1924 Anayasası
-
1961 Anayasası
-
1982 Anayasası
En son yapılan 1982 anayasası bugüne kadar bir kısım maddelerinde yapılan değişikliklerle 16 kez delinmiştir. Genel bir değişiklik için siyasal mutabakat sağlanamamıştır.
Bugünlerde Cumhurbaşkanının dile getirdiği yeni bir anayasa ihtiyacı, her zaman ihtiyaç duyulan bir şeydi. Sorunların birbiri içine girmesine neden olan düzensizliğe bir son vermek zamanı gelmiş olmalıdır.
Görüldüğü üzere 213 seneden beri anayasal sistemimiz rayına oturtulamamıştır. Gelenek, görenek ve ahlak tabii mecrasında sosyolojik olarak oluşurlar. Toplumu anayasalardan ve yasalardan daha güçlü şekilde bir arada tutarlar. Nitekim günümüzde anayasaları olmayan ülkeler vardır.
Toplumsal ilişkileri düzenleyen ahlak, gelenek ve görenekler tarihi süreç içinde doğal ve sosyolojik olarak gerçekleştiği halde anayasalar yapay bir özelliğe sahiptirler. Bu yüzden sosyolojik olarak oluşana göre daha az dayanıklıdırlar.
Değerli hukukçu yazar Mehmet Yaman Bey de anayasaya gerek görmeyenlerdendir.
Buna rağmen Şehirleşmenin, teknolojinin ve nüfus kesafetinin tavan yaptığı bu çağda bir ülkenin toplumsal mutabakatla belirlenmiş dinamik bir anayasasının olması gerektiğine inananlardanım.
ANAYASA VE YASALARDA TEMEL USUL
Malumdur ki bir iş usulünce yapılmadıkça sonuca ulaşılamaz. İslam dini ve getirdiği temel ilkeler, evrensel olduğu için olaya bu zaviyeden bakmak yanlış olmayacaktır.
İslam fıkıh usulünde “haramlar (yasaklar) sayılmıştır, helaller (serbest olanlar) sayılmamıştır.” prensibi, kaynağını Kur’an-ı Kerim ve Peygamberin uygulamaları ile onların ışığında yapılan içtihatlardan almaktadır.
Örnek olarak Kuranda Allah, Hz. Âdem ve eşine cennetin tümünü helal ve serbest bırakırken sadece bir ağaca yaklaşmasını yasaklamıştır. Bu yüzden haramlar sayılmış, helaller sayılmamıştır diyoruz. Yani helallerin ucu açıktır.
Bu zaviyeden bakıldığında anayasalar yapılırken nelerin yapılması gerektiği değil, nelerin yapılmaması gerektiği göz önüne alınarak yapılmalıdır.
BİR NOT
12 Eylül 2010 anayasa referandumu öncesinde TBMM’sinde değiştirilecek maddeler üzerinde tartışmalar yapılırken olayı televizyonlardan izliyorduk. Başörtüsü şöyle mi bağlansın böyle mi bağlansın, şurda yasak olsun, şurda serbest olsun kabilinden konuşmalar yapılıyordu. Öyle ki Milletvekilleri başörtüsü bağlama şekilleri gibi teferruat üzerinde çene yoruyorlardı.
O sırada Kütahya Milletvekili olan değerli arkadaşım Hüseyin Tuğcu Beye ulaşıp yukarıda serdettiğim fikirleri de ifade ederek başörtüsünün nasıl olması gerektiği değil, nasıl olmaması gerektiği üzerinde durulması düşüncesini yetkililere ulaştırmasını istedim. Birkaç gün sonra o zamanın sanayi ve teknoloji bakanı olan Nihat Ergün’ün “ Biz, başörtüsünün nasıl olması gerektiği üzerinde değil, nasıl olmaması gerektiği üzerinde duruyoruz” şeklinde konuştuğunu duyduğum zaman mesajımın ulaştığını anladım.
NASIL BİR ANAYASA İSTİYORUZ?
Devletin şeklini, görevlerini, vatandaşların temel hak ve vazifelerini düzenleyen; toplumsal mutabakatla kabul edilebilecek; çok az maddeli ve 5-10 sayfayı geçmeyen; dinamik, kısa bir anayasa olmalıdır. Toplum sorunlarını yasalarla çözmeye imkân veren bir anayasa.
Devletin yapısını, hükümet şeklini, organlarını, bu organlar arasındaki ilişkileri gösteren, kişilerin temel hak ve özgürlüklerini garanti altına alan kurallar bütününden oluşan bir anayasa beklentimiz büyüktür.
Toplumsal çerçeveyi tarihimizin, milli kültürümüzün ve evrensel ahlaki değerlerimizin renkleriyle çizelim ki başkasının bize biçtiği dona muhtaç olmayalım.
Uzmanı olmadığım bir konuda görüş serdetmemi hoş göreceğinizi umarım.