Baba nasihati, atalar nasihati: Fitne ve Fesad’dan sakının.
Birçok yörede sıkça kullanılan “fitne ve fesad” kavramı ne anlama geliyor diye Ferit Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat isimli eserine baktım. İkisi bir arada, yani “fitne ve fesad” gibi bir deyim ve kelime bulamadım. Fitne için bela, mihnet, sıkıntı kayıtları mevcut. Fesad kelimesine ise bozukluk dendikten sonra fitne, arabozma, ayartma, karışıklık ve sağduyudan sapma gibi anlamlar yüklenmiş. TDV İslâm Ansiklopedisi’nde yer alan bir makalede belirtildiğine göre, Arapça ftn kökünden gelen fitne Kur’ân’da on bir ayette geçmekte, bunun türevi olan benzer kelimeler ise otuz dokuz ayette geçmektedir. Ateşle yakma, kargaşa anlamı da taşıyan fitne ve türevleri, Kur’ân’da toplumu anarşi ve bozgunculuğa itme anlamında kullanılmaktadır ki, bunun zararı herkese dokunur. “Öyle bir fitneden sakının ki, geldiği zaman içinizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmaz, hepinize şamil olur.” (Enfal, 8/25)
Halk arasında bu iki kelimeye yakın anlamda hased ve kıskanç kelimelerinin kullanıldığını görüyoruz. Kıskanç kelimesi için yukarıda adı geçen eserde bir kayda rastlamadım veya benim gözümden kaçtı veya eşanlamlısı hased olduğu için yer verilmemiş. Nitekim hased kelimesine kıskançlık, çekememezlik, günülemek gibi anlamlar verilmiş. Hased, bir nimetin yani bir imkânın, hak sahibinden yok olmasını temennidir, bir imkânı başkasında görmekten rahatsız olup onun kaybolmasını istemektir. “Benim yok, öyleyse onun da olmasın.” Türkçemizde “çekememezlik” dediğimiz şey budur. “Çelme takmak” deyimi de çekememezlikle ilgilidir.
Hased adam o derece zararlıdır ki, hased ettiği zaman ortalığa fitne saçar, bozgunculuk yapar. O takdirde yapılacak en iyi şey, fitneye karşı kulakları tıkamaktır yani onu dinlememek ve şerrinden Allah’a sığınmaktır. Konuya ilişkin olarak, Kur’ân’ın son sûrelerinden olan Felâk Sûresi’nde şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Ben, ağaran sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden ve düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden.” (Felâk, 113/1-5)
Bir de bu anlamlara yakın ihanet anlamında muhânet kelimesi var. Dinlediğim şarkı ve türkülerde “muhânnet” olarak geçiyor ama doğrusu muhânet’tir. “Kadir Mevlâ’m, senden bir dileğim var / Yedi deryalara gark eyle beni / Yine muhânete muhtaç eyleme.” Bu kelimeyle birlikte hemen anılan bir kelime de namerttir. Bazı insanlar “Muhânete muhtaç olmamak” bazıları da, “namerde muhtaç olmamak” için çalıştıklarını söylerler. Namerde muhtaç olmak, ölmekten beterdir. Hani lâf aramızda, muhânet komşunun yani kötü komşunun, komşuluk hukukuna sığmayan ödünç olarak istenen bir şeyi vermemek gibi hareketi bazen insanı hacet sahibi yaparmış: “Kötü komşu adamı hacet sahibi eder” atasözü bu durumu ifade etmektedir.
Şüphesiz ki bütün bunların altında yatan temel sebep az veya çok cehalettir. Cehalet kimisinde azdır, kimisinde çoktur. Mesela, hasedlik, kıskançlığa nazaran daha çok cehaleti gerektirir ve zararı daha büyüktür. Kıskançlığın zararı, hasedlik kadar değildir. O sebeple “kıskançlık insaflı hastalıktır” denilmiştir. Çünkü kıskançlık, kıskanılandan çok kıskanana zarar verirmiş.
Çocuk oyuncaklarını kıskanır, kardeşini kıskanır ama bu eğitilebilir bir kıskançlıktır. Çünkü o çocuk yaşta henüz “ham adam”dır. Yaşı ilerledikçe eğitilecek ve olgunlaşacaktır.
Lûgatların dışına çıkarak, hased ve kıskanç kelimelerinin toplum nazarında hangi anlamlarda kullanıldığını bir örnekle açıklamaya çalışalım.
Kabul edelim ki biri hased, diğeri kıskanç iki adam olsun. Diyelim ki, siz bir iş yapıyorsunuz ve başarılı oluyorsunuz. Kıskanç adam, hiç gereği yokken aynı işi kendisi de yapmak ister ama benim işim onunkinden daha iyi olsun ister. Fakat bu, iyilik ve hayır çerçevesinde bir yarış değildir, kıskançlık anlamında sizin işinizin daha iyi olmasını istememektir. İmrenerek iyi bir iş yapmaya gıpta denilir ki, kıskançlığın dışında olmak kaydıyla bu yarış tavsiye edilmiştir.
Hased adam ise bunun tam tersi bir durum sergiler. “Mademki o işi ben yapamıyorum, öyleyse o da yapmasın”; “Mademki benim otomobilim yok, öyleyse onun da olmasın” gibi. Hased ve kıskanç arasındaki fark budur. Bunlar kötü huylardır. Bir adam için fitne-âmiz deniyorsa, o kişinin fesat karıştıran, bozgunculuk yapan biri olduğu anlatılıyor demektir.
Kötü huylara karşı tavsiye edilen özellikler cömertliktir, ferasettir, fazilettir, feragattir. Feraset anlayışlılıktır, doğru ve haklı olanı çabuk seziştir. Fazilet, insanda iyilik etmeye ve fenalıktan çekinmeye olan devamlı ve değişmez istidâttır, güzel vasıf, iyilik, iyi huy ve erdem demektir. Feragat ise vazgeçme, el çekme demektir. Mesela, “filan kişi lehine hakkımdan feragat ediyorum” diyen birisi, o kişi lehine, yani başkası lehine hakkından vazgeçtiğini anlatmaktadır.
Şeyh Sâdi Şirâzî, Bostan ile Gülistan isimli ünlü eserinde cömertliğe dair şu mısraları yazmış: Her kim musibet gününde feryadına yetişecek bir kimse istiyorsa sen ona: “Arkadaş, selamet günlerinde cömertliğe çalış” de. “Para ile alınmış kulağı halkalı köleyi okşamazsan kaçar gider. Sen lûtfet, lûtfet ki yabancılar senin kulağı halkalı kölen olsunlar.”
Hasedlik ve kıskançlık üzerine yaptığımız bu denemeyi, meşhur bir fıkra ile bağlamaya çalışalım. Hz. Musa zamanında, adamın biri, “Ya Musa! Komşumun eşeği var benim yok, yüce Allah’a halimi arz etsen de bana bir eşek verse” demiş. Elçiye zeval olmaz. Hz. Musa, adamın talebini yüce Allah’a arz etmiş ve şöyle bir mesajla dönmüş: “Ya Musa! O kuluma selam söyle, komşusuna bir eşek daha vermeme razı ise ona bir eşek vereyim.” Bu mesaj üzerine adam derhal itiraz etmiş: “Yoo” demiş, “Ben o eşekten vazgeçtim, yeter ki komşumun eşeği iki olmasın.”
Ne mutlu, kıssadan hisse alabilenlere!
Yüce Allah bütün müminleri fitnecilerden, kin, hased ve kıskançlık duygularından muhafaza buyursun. (Amin)