Sevr, Mondros, Lozan ve Montrö Antlaşmalarının hepsinin ortak özelliği, galip emperyalist devletlerin bize zorla dayatmalarıdır. Lozan ve Montrö’nün ilk ikisine göre biraz farklı olarak, emperyalistlerin istediklerini aldıktan sonra bize lütfettikleri haklarımızdır. Lozana göre, iki boğazımız geçici olarak bir komisyonun yönetimine bırakılmış olup, bizim boğazların iki yanına 15 Km. mesafeye kadar asker bulundurma hakkımız bile yoktu. Türkiye’nin dolayısıyla Cumhurbaşkan’ı olan M. Kemal’in girişimiyle bu geçici antlaşma, 1930 yılında İsviçre’nin Montrö kentinde 20 yıl geçerli olacak şekilde yeniden düzenlenmişti. Montrö Sözleşmesine Türkiye'nin yanı sıra Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya imza attı.

Sözleşmeye imza atan ülkeler-(Resim-BBC Türkçe Haberler)
Bu yeni düzenlemeye göre boğazların kontrolü Türkiye Cumhuriyeti’ne devrediliyordu. Bu durum Lozan’a göre daha iyi bir kazanımdır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin boğazları nasıl yöneteceğini yine galip devletler belirlemişti. Bize düşen yedieminlik gibi bir şeydi. Mesela bu gün Mısır Süveyş Kanalı’ndan yılda gemi geçişlerinden 5 milyar dolar kazanırken, bize boğazlarımızdan geçen gemilerin pisliği ve verdikleri kaza zararları kâr kalmaktadır. Dünyada bütün gemilerin bedava geçtiği tek boğaz bizim boğazlarımızdır. Ancak geçişte klavuz kaptan isteyen gemiler bir üçret ödüyor, bu da isteğe bağlıdır.
Şimdi gelelim Montrö konusunda bir yerlerden düğmeye basılmış gibi seri halde yayınlanan bildirilere. Konuyu tetikleyen İstanbul’a ikinci bir deniz kanalı açma girişimi olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aralık 2019'da yaptığı bir açıklamada "Bir İstanbul boğazımız var. Siz Independenta (1979 yılında boğazda yanan geminin adı) olayını unutuyor musunuz? Hepsinden öte Montrö Anlaşması Türkiye'ye ne kazandırmıştır ne kaybettirmiştir? Bunu hiç düşündünüz mü?" demişti. Diğer bir açıklamada, Erdoğan, "Montrö Sözleşmesi'nin siyasi tehdidine" dikkat çekmişti.
Vay sen misin Montrö’yü ağzına alan, Ocak 2020'de 126 emekli büyükelçi Montrö'nün tartışmaya açılmaması gerektiğini belirten ortak bir açıklama yaptı. Her nedense, sanki boğazlardaki haklarımızı birilerine satan var gibi, büyükelçilerin ortak açıklamasında, Kanal İstanbul Projesi’nin Montrö Sözleşmesi'ni tartışmaya açacağı ve bu durumun Türkiye'nin boğazlar ile Marmara Denizi üzerindeki mutlak egemenliğini kaybetmesine yol açacağı belirtildi. Ardından 104 general tozu dumana kattı ve ayni konuda hükümete veryansın etti. Buna bağlı olarak “Atatürkçülük elden gidiyor” söylemleri. Bu yetmedi arkadan 96 eski milletvekili ayni söylemlere destek veren bildiri yayınladı.
İnsan, bunlar nasıl aydın, nasıl elçi, nasıl amiral ve vekil anlamakta güçlük çekiyor. Sanki ülke satılıyor gibi feveran ediyorlar. Hele ülkemizin bir çok yönden haklarının canla başla savunulduğu bu dönemde... Hani bu hükümet milli çıkarlarımıza duyarsız olur anlarım. Bu girişimlerin, ülkemizi bu zor konjöktürde küçük düşürmekten başka bir yönü yok. Hükümetimiz Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Ak Deniz’de Afrika’da canla başla eski haklarımızın geri kazanımı konusunda ter dökerken “Buralarda ne işimiz var” diyenlerin derdi ne anlamak zor değil. Tamam, kimsenin bir itirazı yok. Montrö kaybolan haklarımızın bazılarını elde etmek adına bir kazanımdır. Ortada bunlardan taviz verecek bir durum yok. Zaten geçerliliği 20 yıl olan ve sözleşmedeki 28. maddeye göre, imzacı bir ülkenin “Ben bu sözleşmenin yeniden düzenlenmesini talep ediyorum “ demesiyle değişimi mümkün olan bu sözleşme için koparılan fırtınayı anlamak zor. Demek ki daha ileri bir hak için değiştirme teklifi yapsak, içimizde birileri “İSTEMEZUK” diye ortalığı ayağa kaldıracak. İnsan düşünmeden edemiyor “Bunlar kimin haklarını koruyor?” Demek ki bunlar gücümüz olduğunda Lozan’a bile dokundurtmayacaklar.
Gelelim Kanal İstanbul’a. Çalıştığım iş yeri Çanakkale Boğazı’nın Marmara tarafından ağzında. Büyük bir limana sahip ve gemiler üretilen demir-çeliği yükleyip, bütün dünyaya taşımaktadır. Ben de limanın önünde biriken gemilere bakarak “Gemiler yine birikti işler iyi gidiyor. Piyasa açıldı“ diye düşünürdüm. Bir gün üretim müdürü arkadaşa “Bu günlerde gemiler fazla işler yolunda galiba” dediğimde bana cevaben “Yok, işler kötü sipariş az” deyince “Bu gemiler burda ne bekliyor dediğimde, “Onlar boğazdan geçiş sırası bekliyor, bizimle bir alakası yok“ deyince durumu anlamıştım. Boğazlardan yılda 43 bin, günde 117 gemi geçiyormuş. Hani hem Çanakkale hem de İstanbul Boğazlarının bu trafiği çekmesi artık zor. Ayrıca bu yeni kanal hem paralı olacak hem de geçiş kurallarını tamamen biz koyacağız. Durum bu. Birileri her yatırımda olduğu gibi çevre der, rant der vs.
Ne güzel demiş atalarımız, “İt ürür kervan yürür”.