“Hem emn-ü havfe dair ( güvenlik veya korku ile ilgili ) bir haber geldiği vakıt kendilerine onu yayıveriyorlar. Hâlbuki onu Peygambere ve içlerinden ülül’er ( yani o konuda yetkili ve uzmanlığı) olanlara arzetseler (onların fikrinlerine başvursalar) elbette bunların istinbata kadir olanları ( haberin gerçek yönünü kavramaya yetkin olan uzman kişiler) onu anlar, bilirlerdi. Eğer Allah’ın fazl-ü rahmeti üzerinizde olmasa idi pek azınızdan maadası ( başkaları) şeytana uymuş gitmiştiniz.” Nisa suresi, 83. Âyet. (Elmalılı Meali-Parantez içi M.Y.)
Bu ayetin neden bahsettiğini anlatalım:
Ayet insanlık tarihinin en yüksek tecrübe öreklerinden birini vermektedir. Amacımız bu uygulamadan kendimize bir örnek devşirmektir.
Hz. Peygamberin mücadele tarihi içinde münafıklar çok geniş bir yer tutar. Muhtelif surelerde münafıklardan bahsedildiği gibi onların adıyla anılan bir Kur’an suresi de mevcuttur.
Mekke döneminin zorlukları, işkenceli hayatı çoğunlukla müşrikler sebebiyle idi. Medine’de ise düşmanlıklar, Yahudi cemaatlerinden önce Müslüman görünümlü münafıklardan geliyordu.
Hz. Peygamberi engellemek, itibarsız hale getirmek için her türlü tezviratı yapıyorlardı. Öyle ki onlar Bakara suresi 9. âyette “Allah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar da farkında değiller” diye haber verildiği gibi sadece müminleri değil, (haşa) Allah’ı bile kaldırabileceklerini düşünüyorlardı. Onların çevirdiği oyun, yalan, dalavere hâlleri o kadar acıklı idi ki, Hz. Peygamber ve müminlerin onlardan çektikleri kadar müşrik, Yahudi ve Hristiyanlardan çekmemişlerdir. Bu yüzden Kuran, kâfirlerden daha kötü olmak üzere “münafıklar cehennemin en alt tabakasındadırlar” haberini veriyor.
Bunların yaydığı eracif ( uydurma, yalan sözler) o kadar İslam toplumunu mutazarrır ediyordu ki onlar, ifk (iftira) olayı nedeniyle Hz. Peygamberin çok büyük kederler içinde kalmasına, Hz. Aişe’nin uzun günler boyunca gözlerinden kan akıtırcasına ağlamasına, müminlerin derin üzüntülere dalmasına neden olmuşlardır.
Uhut hezimetinin müsebbipleri de onlardır.
Münafıkların İslam’a verdiği zarar kadar hiçbir küfür zümresi, zarar vermemiştir.
Açık düşmana karşı tedbirli olmak çok kolaydır. Lakin içteki gizli düşmana karşı tedbir almak zordur.
Ayette kastedilenler, içten kâfir, dış görünümüyle Müslüman olan münafıklardır.
Bununla beraber Müslüman olduğu halde münafıkça davranışlar sergileyenleri kâfir saymak, itikat esaslarımıza aykırıdır. Ne var ki onlar da içinde yaşadıkları topluma “ münafıkça” zarar vermektedirler.
Öncekilere “itikatta münafık” denildiği gibi bu ikincilere “amelde münafık” denilmiştir.
Türkiye’ye düşmanlık eden her iki münafık tipi de mevcuttur. Sözümüz bizden olup da öbürleri gibi aleyhte çalışanlara.
SİYASET VE KASET SAVAŞLARI
Türkiye’nin meşru yönetimini gayrimeşru (antidemokratik) yollardan yıkmayı planlayan emperyalist güçler, şimdiye kadar denedikleri (darbe dâhil) yöntemlere karşı direnç görünce başka yollardan zayıflatma yolunu deniyorlar.
“Doğru” veya “yanlış” ne varsa kullanıyorlar. Fakat dikkat edilmesi gereken şudur ki, onlar için doğru da, yanlış da ülkeye diz çöktürmek için vardır.
İşin bu noktasında “münafıkça” aktörler devreye girer. Siyasetin ve ülke gündemlerinin bir kaos içinde fark edilmelerine mani olurlar.
Şu anda Türkiye’ye oynanan “KASET OYUNLARI” bundan ibarettir.
Haset siyaseti de bundan kendine kâr devşirmeye çalışınca tam da bu çağrışımlar kaçınılmaz olmaktadır.
AYET NE DİYOR?
“ Onlar iyi veya kötü ne duysalar hemen onu yayarlar. Oysa onu yaymadan önce konuyla ilgisi olan “bilen kişilere” sorsalardı doğrusunu öğrenmiş olacaklardı” demektedir.
BİR ÖRNEK:
Hz. Peygamberin, eşleriyle aralarında çıkan bir anlaşmazlıktan dolayı bir süre odasına çekilerek onlardan uzak durmasını bazı Müslümanlar, Hz. Peygamberin eşlerini boşadığı şekilde anlamışlar, münafıklar da bunu yaygınlaştırarak henüz oluşum aşamasındaki İslam toplumunu tam bir buhrana sürüklemişlerdi.
Kendi kızı da Peygamberin hanımı olan Hz. Ömer, dedikodulara bakmadan duyar duymaz hemen peygamberin yanına koşarak işi kaynağından öğrenmek için:
“-Ya Rasûlallah, sen eşlerini boşadın mı?” deyince Hz. Peygamber, “Hayır!” demiştir. Hz. Ömer hemen halkın toplandığı mescide koşarak yüksek sesle Peygamberin eşlerini boşamadığı ve münafıkların bu yaygarasının aslının olmadığını söylemiştir.
Mesele bu değil mi? Duyduğun bir haberi kaynağında doğrulayıp ona göre gazetecilik, muhabirlik ve siyaset yapmak gerekmez mi?
Hani bunu yapacak gazeteci ve siyasetçi?
Böyle olmadığı için de en güzel günlerimiz ve fırsatlarımız heba olup gitmekte ve enerjimiz boşa harcanmaktadır.
Vicdanlar yalanın, kaosun, iftira ve hakaretin hızına yetişemiyor.
Vicdan ve samimiyet sahibi olan her vatandaş bunun üzerinde düşünüp kendini düzeltmesi gerekmez mi?
Bu konuda kendilerine ilk görev ve sorumluluk düşenler, siyasetçilerdir. “Balık baştan kokar” demişler. Baştakiler kendilerini düzeltirse, vatandaş da kendini düzeltmeye başlar.
Tıpkı münafıkların sözüne kanan Müslümanların, Hz. Ömer’in haberiyle kendilerine geldiği gibi.
15.06.2021