Yazıma bu başlığı atarken gençlik yıllarımızda zevkle ve şevkle söylediğimiz “ Erler Demine destur alalım” ilahisinde nakarat olarak söylenen:
“Günler geceler durmaz geçiyor
Sermayen olan ömrün bitiyor
Bülbüllere bak efgan ediyor
Ey gonca açıl mevsim geçiyor”
Dizelerinden ilham aldım.
Gerçekten günler geceler durmadan geçiyor ve ömür sermayemiz her gün eksilip sonlanacağı güne doğru ilerliyor. Yaşanan acılar nedeniyle figan ettiğimiz günler, yüreklerimizde derin acılar bırakarak geçip gidiyor. Nakaratın sonundaki “Ey gonca açıl, mevsim geçiyor” mısraı bize zamanında tedbir almamızı öğütlüyor gibi.
10 Temmuz Cumartesi günü Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı’nın genel kurulunu yaptık. Başkanımız yerinde kalmak şartıyla yeni bir yönetim seçildi.
Taze kan anlamında sevgili Aydın Şık Beyin yönetimde yer alması bizim için ayrı bir gurur kaynağı oldu. Yönetimi gençleştirme aşısı yapılmış oldu.
Toplantıdan sonra Ankara’da gençlerimizin açtığı sanat sergisini ziyaret ettim. Yaya olarak karşıdan karşıya geçerken geri manevra yapan bir otomobil, sağ ayağıma basarak ayak tarağında iki küçük kırı k oluştu.. Bir gece hastanede yattım. Ağayım alçıya alındı. Kurban bayramı öncesi günlerdi. Memleketim olan Kulu’ya bayram vesilesi ile gittim. Tabii, sağ olsunlar oğullarım, beni eve sırtlarında taşıyarak götürdüler. Bir bayram eş dost ziyareti yapamadan geçti. Bazı akrabalar ziyaret edebildiler. 15 gün önce Ankara’daki evime döndüm.
İçinde bulunduğum şartlar, yazı yazmak hevesimi de geçici olarak durdurmuştu.
YANGIN VE SEL FELAKETLERİ
İnsanoğlu cenneti ve oradaki huzuru özlemek için meşakkatli bir hayat yaşamaya mecbur edilmiştir. Yaşanacak güzel ve huzurlu günler bize cennet özlemini yaşatırken, acıklı günler de cehennem hayatını hatırlatmaktadır.
Daha çok Akdeniz bölgemizde 28 Temmuz günü başlayıp 15 gün devam eden orman yangınları, içimizi acıtan, 8 vatandaşımızın yanarak can vermesi, binlerce hektar yeşil vatanımızın yanıp kül olmasıyla neticelenmiştir.
Eşzamanlı olarak Van’da meydana gelen sel felaketi de yüreklerimize ayrı bir acı yaşatırken daha büyük bir felaket kendini Batı Karadeniz bölgesindeki şehir ve köylerimizde kendini gösterdi. 13 Ağustos Cuma günü itibariyle bu sel felaketi nedeniyle 27 canımız bu dünyadan göçüp gittiler. Büyük bir acı. Şehir ve köylerin hali, bir mahşer dehşetini andırıyordu. Rabbim bütün felaketlerden milletimizi ve insanlığı korusun diye dua ederken, nerede hata yaptık diye de hatalarımızı görüp yeni tedbir ve tertipleri hayata geçirmemiz gerektiğini anlamış olmalıyız.
Ülkemizin gelişmesi karşısında üstünlüklerini kaybedeceklerini gören bir takım dış dünya devletleri siyasi, askeri, ekonomik, psikolojik savaşlar yapmaya devam ediyorlar. Üstelik içerden de “ düşmanımın düşmanı dostumdur” anlayışında olan taraftarlar da bulabilmektedirler. Bütün iç ve dış tazyikler sonucunda bile mayasında milli birlik ve beraberlik ruhu bulunan bu ülke ve millet dimdik ayaktadır ve yükselmeye devam etmektedir. Bu felaketlerin ardından devletimizin gücü ve kudreti, her felaket sonunda kendini gösterdiği gibi bu felaketlerde de gösterip güzel günlere everileceğimizden ümitliyim.
FELAKETLERDEN DAHA ACISI: FİTNE ATEŞİ
Felaketleri bile sefil siyaset malzemesi yapma ahlaksızlığı kim tarafından gelirse gelsin kamu vicdanında asla tasvip görmeyecektir. Böyle bir ortamda şöyle bir paylaşım yapmaktan kendimi alamamıştım:
“Aslan Avcılar tarafından vurulup yaralanmış, yaralarından kanlar akarak ve sendeleyerek giderken tilki bunu görmüş. Yaralı aslandan korkusu yok ya, alaylı bir dille " Hayrola aslan ağa, bu ne hal?" diye sormuş. Aslan "avcılar vurdu" deyince tilki, alaycı tavrını biraz daha ileri götürerek "Haaa! Bizim çocuklar ava çıktıydı. Onlar seni vurmuş olmasın? " deyince aslan şöyle demiş: " Ulan tilki!.. Bu yaralar beni öldürmez amma senin bu sözlerin beni öldürür"
BU YANGIN ATEŞİ BİZİ YAKAMAZ AMMA, FİTNE ATEŞİ BİZİ YAKAR, ALLAH KORUSUN”
MÜLTECİLER KONUSU
Bütün dünyada savaşlar, yoksulluk ve kıtlık nedeniyle demografik yapılarda önemli değişiklikler olmaktadır. Tarihte yaşamış büyük devletler, dışarıdan gelenlerin ayakları altında kalmamak için onları, düzenli hazmeden bir bünye gibi kendi egemenlik potasında eritmiş ve bu vesile ile hükümranlığını daha da ileri seviyelere götürmüşlerdir. Ne var ki hiçbir şey baki değil. Her şeyin bir sonu ve bir bitiş noktası olduğu gibi onların da sonu gelmiştir. Tarihte bildiğimiz devletler ve imparatorluklar bunun şahidi.
Bir an için düşünelim: Bu topraklar bizim değildi. Her ne kadar savaşarak bu toprakları aldığımızı zannediyorsak da asırlar boyunca süregelen bir göç sonunda şu anda bu ülkedeyiz. Muhtemeldir ki önceki yerliler de atalarımızın bu topraklara yerleşmesinden çok rahatsız olmuş ve hatta bizimle savaşmak zorunda kalmışlardır.
Tarih şahittir ki biz, pergelimizin sabit ayağını Anadolu topraklarına sapladıktan sonra diğer ayağıyla kıtalar dolaşarak mazlumlara şemsiye olduk. Zira bizim dinimiz bize “Nizam-ı Âlem” görevi vermişti. Zalime düşman, mazluma dost.
SURİYELİ VE AFGANLI MESELESİ
Devlet yöneticilerimiz, “dağdan gelenin bağdakini kovması” gibi bir durumu engellemek sorumluluğundadırlar. Hem tarihsel ve insani misyonumuzu icra edelim, hem ülkemizi ve Vatandaşlarımızı koruyalım.
Selam ve dua ile