Söze başlarken, hazırlar arasındaki iktidar-muhalefet çekişmesi hepimizi düşündürmelidir, diyorum. İktidara sahip olma arzusu –Allah korusun- bir yandan devleti tahrip edebileceği gibi diğer yandan milleti de giderek iki kesimli, iki kutuplu hale getirebilir. Her zaman rastladığımız ancak Ukrayna-Rusya gerginliği gibi nazik bir ortamda dahi tanık olduğumuz üslup ve metot, derin millet anlayışının kabullenebileceği türden şeyler olarak gözükmüyor.
“Derin millet” kavramına, fikir ve düşün adamı merhum Aykut Edibali’nin bir yazısında rastlamıştım. O, korkulan “derin devlet” yerine, “cesaretle derin millet diyelim” diyordu.
Bütüncül bir anlatımla “derin millet” kavramı, aziz milletimizin maddî-manevî bütünlüğünü ifade eder. Farklı ırk, kavim ve toplulukların oluşturduğu maddî birliklerin yanısıra, aynı inanca, aynı kültür ve aynı medeniyete mensubiyetin ifadesidir.
DERİN MİLLET SÜRÜ DEĞİLDİR
Müslümanlara imandan sonra verilen ilk emir “râina” demeyin “unzurna” deyin ve “iyi dinleyin” (Bakara, 2/104) emridir. “Râina”, hayvanî bir gözetimi ifade ederken, “Unzurna” katıksız bir insanî kavramdır. Başlangıçta Peygamber Efendimiz tarafından bir şey tebliğ ve tâlim buyurulduğu zaman, ara sıra Müslümanlardan bazıları, “Bize riayet et, bizi gözet, acele etme, müsaade buyur ki anlayalım” anlamında “Râina” derlermiş. Cenab-ı Allah, Yahudilerin kendi aralarında ve bazen de Müslümanlara hakaret ve sövme anlamında kullandıkları bu tabir yerine “Unzurna” deyiniz emrini vermiş. Yüce Allah, böylece ince ve mühim bir edep öğretimiyle birlikte Peygamberinize “Bizi dinle” demeyiniz de “kendiniz söze iyi kulak veriniz ve iyi dinleyiniz ki, iyi anlayasınız, iyi belleyip akılda tutasınız” buyurmuştur. Bu emirle, Müslümanların kendilerini başıboş ve terkedilmiş sürü yerine koymamaları, bilakis kendilerine nezaret edecek bir başkana, bir imama tabi olarak millet teşkil etmeleri istenmiştir. Ülü’l-azm peygamber olan Hz. İbrahim’e de millet teşkili emri verilmiş ve kendisi önder seçilmiştir.
Millet, “tutulup gidilen yol” demektir. Bir topluluğun etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü ana caddedir. Ki bu, bütün duygu, düşünce ve telakkilerin tabi olduğu ve umumunun bağlı bulunduğu hâkim ilkeler ve takip edilen gidişat, ortak inanç ve kültür yani ortak değerlerdir. Elbette bu yolun hak olanı, hak olmayanı, doğru olanı, eğri olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun doğru olanı güzel sonuca, eğri-yanlış olanı da hüsrana ve kötü akıbete götürür.
ADALETSİZ MİLLET OLMAZ
Derin millet, yeryüzünün ıslahı için adaleti önceler, hukukun üstünlüğüne inanır ve böylece hukuku en temel ilke olarak kabul eder. Kur’ân’ın ifadesiyle derin millet, ortada yürüyen, sırat-ı müstakîm üzere hareket eden millettir. Bu yönüyle başka milletlere örneklik teşkil eder ve o sorumlulukla hareket eder. “Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.” (Bakara, 2/143) “Gerçekten de Allah Resulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 33/21)
Derin millet anlayışında çeşitli ırk, kavim, kabile ve aşiretlerin varlığı bir gerçektir ancak bunlar ayrılık gayrılık sebebi değildir. Herhangi bir topluluğa mensubiyet, Allah katındaki takva üstünlüğünün dışında üstünlük sebebi değildir ve fakat bütün bunlar “bilişip tanışmanın” vasıtalarıdır. Allah katındaki takva üstünlüğünün dışında birbirlerine karşı üstünlükleri söz konusu değildir.
Kur’ân millet gerçeğini “İnsanlar tek bir ümmetti” (Bakara, 2/213), “İnsanlar ancak bir tek milletti. Sonra ayrılığa düştüler” (Yunus, 10/19) ayetleriyle açıklamaktadır. Keza Hz. Âdem kıssası da, insanların aynı fıtrata tabi olarak bir kökten türediklerini, hak olan ilâhi kanuna göre hareket ettiklerini ve netice itibariyle bir tek toplum ve bir tek millet olduklarını ortaya koyuyor.
Tarihen sabittir ki, insanlar yeryüzünde var oldukları daha ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değillerdi. Hayvanların hayatı bile gözden geçirildiğinde aynı gerçek görülür. Dünyaya ilk gelişinde anasının koynunda dahi olsa toplumsal bir ortamda yetişmeyen hiçbir hayvan yoktur. Evcil hayvanlardan kedi kendi yavrusuna, koyun kuzusuna, tavuk civcivlerine sahip çıkar. Her doğan bir tabiat üzere doğar. İnsanlar da yaratılışları gereği yaratılışın başında bir tek toplum idiler. Sonradan kıskançlık gibi sebepler yüzünden görüş ayrılığına düştüler. Yüce Allah, ayrılıkları gidermek ve adaleti gerçekleştirmek üzere peygamberler, peygamberlerle kitaplar gönderdi. Ve kıskançlık sonucu doğan ayrılıklar imtihanın da başlangıcı oldu. Mülk suresinde belirtildiği üzere, kim daha güzel iş yapacak, sorusu etrafında şekillenen bir imtihan.
Devlet, bu sosyal yapının teşkilatlanmış halidir ve hukuk temeli üzerinde yükselir. Derin millet, dinsiz, toplumsuz ve devletsiz yaşayamaz. Moğol istilasıyla yıkılan devletlerin yerine çok geçmeden yenileri kurulmuştur. Timur hareketinden sonra Anadolu’da da, yeni devlet otoritesi tesis edilinceye kadar derin millet, millet şuuru ile yaşamış, kaosa düşmemiştir.
Aziz milletimiz, göç ederken, yani seyyar millet halinde iken dahi, sınırları her gün değişen bir devlete sahip olmuş ancak derin millet anlayışından asla kopmamıştır. En küçük birimler olan aile, oba, oymak gibi kurumlar bu anlayışın belgesi ve delilidir.
Devletin nasıl doğduğu, ona neden ihtiyaç duyulduğu gibi teorilerin geniş tartışmaları yerine, Peygamber Efendimizin, Medine’ye gelir gelmez yaptığı ilk işin, toplumu bir arada ve barış içinde yaşatacak bir Anayasa hazırlamak olduğunu belirtmekle yetinelim. Derin millet anlayışında hukuk, olmazsa olmazların en başında gelir. Millet ölü değil canlıdır, onu yaşatacak olan da ona vücut veren Hak’tır, hukuktur.
AVRUPA’NIN BAKIŞI
İster ateist dinsiz olun, ister materyalist marksist olun, isterseniz bunların dışında bir şey olun, Avrupa’ya gittiğinizde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım dediğiniz anda Avrupalı sizi Müslüman kabul edecektir. Çünkü günümüz dünyasında, özellikle Avrupa’da, Türklük deyince Müslümanlık, Müslümanlık deyince de Türklük akla gelmektedir. Önemle kaydedelim ki, Müslümanlık ve Türklük söz konusu olduğunda, karşıda duranlar birden bire yekvücut olmakta, kısaca tek millet haline dönüşebilmektedir. Onun için “küfür tek millettir” denmiştir.
Kısa notlar halinde belirtmeye çalıştığımız ilke ve hedefler doğrultusunda milletimize ve devletimize sahip çıkalım. Onlara zarar vermekten sakınalım ve başkalarını da sakındıralım. Çağrımız, muhalifi muvafığı ile herkesedir.