Buhari’de yer alan bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a.v.), Müslümanların derdiyle dertlenmeyen bizden değildir, buyuruyor. Aziz milletimizin hem insanî yapısı hem de İslâmî inancı bu buyrultu yönündedir. Kırım kadim Türk vatanıdır ve halkı Müslümandır. Mairebol’da, savaş harabeleri arasında nazlı nazlı süzülen cami gibi binlerce eser, su yolları ve köprüler memleketin tapusu mahiyetinde belgelerdir. İşte bu sebeple Ruslar, esir ettikleri Türk illerinde önce bu neviden eserleri tahrip ve yok etmişlerdir.
Bir zamanlar Büyük Osmanlı devleti vardı, onun kudretli padişahları vardı. Kırım diye bir yer vardı ve oranın Rusları titreten şöhretli hanları vardı. Rus işgalinde 1783’den beri duyduklarımız ise katliam, sürgün, esaret, asimilasyon, acı, kan ve gözyaşıdır.
KISA TARİHÇE
Kırım hanlığı Altınordu veya Deşt-i Kıpçak büyük hanlığının Tokatimur şubesine mensuptur. Tokatimur şubesinden Kazan, Astragan ve Kırım hanlıkları çıkmıştır. Bunların içinde en mühimmi Kırım Hanlığıdır. Kırım hanlığı aile arasındaki hanlık mücadeleleriyle yıpranmış ve Osmanlı himayesine girmek suretiyle üç buçuk asır daha yaşamıştır. Moskova knezliği, Korkunç İvan döneminde bu üç hanlık arasında vaki mücadeleden istifade ile önce Kazan hanlığını (1552) sonra Astragan hanlığını(1556) ele geçirmiş, böylece Kafkaslarda ve Orta Asya’da yayılmıştır. Kırım’ın ilhakı ise 1783’tür. Osmanlı devleti himayesinde özel bir statü ile idare edilen Kırım, Osmanlı – Rus savaşı sonunda yapılan 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasıyla Osmanlıdan ayrılmıştı. Ama Ruslar andlaşmaya ihanet ederek 1783’te Kırım’ı ilhak ettiklerini ilan ettiler.
Kırım hanları Cengiz’in oğlu Cuci Han evladından olup Kiray veya Giray denilen bir aileden idiler. Giray (Kiray)kuvvetli mahlûk ve dev manasına gelmektedir.
OSMANLI DEVLETİ VE KIRIM
Osmanlı devleti, batıda Boğdan prensliğine ait yerler ile doğuda Kafkas sahilleri hariç bütün Karadeniz sahillerini elde etmişti. Kuzey-Karadeniz’de Kırım ve Azak sahillerinde Cenevizlilerin ticaret müstemlekeleri bulunmakta idi. Bilhassa Kefe limanı Ceneviz ticaretinin Karadeniz’de anbarı mesabesinde idi. Cenevizliler Kefe’yi 1266 senesinde Altınordu hanlığından almışlardı. Kefe pek müstahkem olup üç kat sur ile çevrilmişti. Cenevizliler gerek Kefe ve gerek diğer iskeleler vasıtasıyla İran, Rusya ve hatta Orta-Asya ile ticari işler yapıyorlardı. Kırım hanları Ceneviz konsoloslarına geniş imtiyazlar vermişlerdi.
Osmanlı devleti, bu kapalı denizin yarısından fazlasını elinde bulundurduğundan, kendi topraklarının emniyeti bakımından geri kalan kısmını da ele geçirerek burasının bir Türk gölü olmasını istedi. Ceneviz sömürgeleri kaldırılacak, Kefe iskelesi vasıtasıyla yapılan ticaret de Türklerin eline geçecekti.
Osmanlı hükümeti Kuzey Karadeniz’e yerleşmeği Kırım hanı Hacı Giray’a yaptığı yardım esnasında (1454) kurmuş olduğundan yirmi bir sene sonra bunun tatbikine başlamıştır. Önce, bir senelik bir mütareke ile on iki seneden beri Venediklilerle sürdürülen savaş durduruldu ve hemen sonrasında Karadeniz seferi yapıldı. Mayıs (1475) ayı sonunda vezir-i âzam Gedik Ahmet Paşa yetmiş bin asker ve büyük, küçük üç yüz parça donanma ile Karadeniz’e çıktı. Haziran başında Kefe limanı önüne demir attı, vakit kaybetmeksizin kırk bin kişilik bir kuvveti karaya çıkardı. Kuşatma tertibatı alındı, üç gün dayandıktan sonra şehir teslim oldu. Kaleye asker kondu. Hammer’in belirttiğine göre, Cenevizlilerden İskoer Ciyafiko adında biri, yerli ahaliden olan bazı muteber Ermenilerle birlikte Kefe’nin kapılarını açarak şehri Osmanlılara teslim etmişlerdir.
RİVAYET ODUR Kİ…
Kefe’nin alınmasından sonra donanma Azak Denizi’ne girip, Don nehri havzasına yakın olan ve eskiden Tana denilen Azak kalesini sulh yoluyla aldı. Bundan sonra Kırım yarımadası güneyinde bulunan Menküb kalesi de az bir tazyikten sonra elde edildi. Buraya iltica etmiş olan Kırım hanlarından Menğli Giray Cenevizlilerle beraber esir edildi ve diğer esirlerle İstanbul’a getirildi. Menğli Giray, kardeşi Nurdevlet’le hanlık için mücadele ediyordu, muvaffak olamayınca Cenevizlilere iltica etmişti.
Kefe ile diğer yerlerin zaptında esir edilen Cenevizlilerin henüz çok genç olanlarından bin beşyüzü, Yeniçeri Ocağı için ayrılarak Türk terbiyesine verildiler. Rivayete göre diğer esirlerin boyunlarının vurulması emrolunmuştu; bunun üzerine Menğli Giray iki rekât namaz kılmak için müsaade istediğinden Müslüman ve Kırım hanzâdelerinden olduğu anlaşılarak affedilip kendisine tahsisat bağlanmıştır.
OSMANLI HİMAYESİNE GİRİŞ
Hem kardeşi Menğli Giray’a hem de Altınordu hükümdarına karşı durmak zorunda olan Nurdevlet Han, Osmanlılara dostça münasebete girişmiş ve Fatih Sultan Mehmed’e çok mütevazi ve hürmetkâr mektuplar göndermiştir. Fakat 1476’da Boğdan üzerine yapılan seferde Osmanlılar tarafından davet edildiği halde ne kendisi gelebilmiş ve ne de yardımcı kuvvet göndermiştir. Esasen bu sırada Nurdevlet Han, diğer kardeşi Haydar ile de mücadele ettiğinden Kırım harap olmuş vaziyette idi.
Nurdevlet Han’ın bu vaziyeti, aleyhtarlarına fırsat vermiş ve Menğli Giray’ın adamları ve bilhassa Eminek Mirza Bey’in İstanbul’a gönderdiği heyet Nurdevlet’ten şikâyet ile Menğli Giray’ın hanlığa intihap edilip hanlığının tasdikiyle gönderilmesini rica ettiklerinden bu suretle Menğli Giray Kırım’a gönderilmiş ve işte bu suretle Kırım Hanlığı Osmanlı himayesine girmiştir.
Menğli Giray Han, bundan sonra Osmanlı himayesinde olarak 1487 ile 1515 tarihleri arasında Kırım hanı olmuş, 1783 tarihine kadar da -üç asırdan fazla- oğul ve torunları kendisine halef olmuştur.
İÇİŞLERİNDE SERBEST ÖZEL STATÜ
Menğli Giray, II. Bayezid zamanında (1484) Boğdan üzerine yapılan seferde ilk defa elli bin kişilik bir kuvvetle bulunmuş ve bundan sonraki seferlerde Osmanlı devletinin bütün Avrupa ve kısmen Asya seferlerinde Kırım hanlarının mühim kuvvetle bulunmaları veya kuvvet yollamaları kanun olmuştur.
Yavuz Sultan Selim zamanında, Kırım hanı olanların oğul veya kardeşlerinden birisini rehin olarak İstanbul’a yollamaları kanun oldu ve ilk defa Menğli Giray’ın oğlu Saâdet Giray rehin olarak İstanbul’a gönderildi.
Osmanlı hükümeti Kırım hanlığına tayin edilenlere hanlık alâmeti olarak berat veya menşur ile kılıç ve bayrak (sancak) da verirdi. Tarihî işaretlere göre Menğli Giray, Yavuz Sultan Selim’in kayın pederidir.
Kırım bu statü ile 1774 tarihine kadar Osmanlı himayesinde ve Giray ailesinin yönetiminde varlığını korudu ve hiçbir zaman Orta Çağ Avrupası’nda feodal yapı içinde faaliyet gösteren vasal devletler gibi Osmanlı devletinin vasalı olmadı. 1774 Küçük Kaynarca andlaşmasıyla Osmanlıdan ayrıldı. Osmanlıdan ayırmak Rusya’nın taktiği idi.
Rusya, 1774 Küçük Kaynarca antlaşmasıyla garantör olmasına rağmen, andlaşma hükümlerini çiğneyerek Viyana bozgunundan tam yüz yıl sonra Kırım’ı ilk defa 1783’de ilhak ettiğini duyurdu. Bize göre bu bir ilhak değil işgaldir. Rusya bunu hep yapmıştır.