TARİH BİZİ ÇAĞIRIYOR
TARİH DÜN BİZİ NASIL ÇAĞIRMIŞTI? IV
Geçmişten günümüze, Müslüman Türk Milleti devletleri Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin, Avrupa milletleri ve medeniyetinin ana siyasi karakteri ve yapılanmasından olarak emperyalizm ve sömürgecilik emellerinden uzak olarak, hem kendi toplumlarına ve hem de bütün dünya insanlığına kazandırdıkları âdil ve insani yönetim anlayışı ve tatbikatının Batı emperyalizminin sömürü, soykırım ve zulmü karşısında nasıl bir cazibe merkezi haline gelip, mazlum ve ezilen milletlerin ondan sürekli yardım istediklerine yönelik olarak Tarih Bizi Çağırıyor’ dan olarak Tarih Dün Bizi Nasıl Çağırmıştı başlıklı yazı dizimizin IV. bölümünün konusunu yazı başlığımız teşkil etmektedir. Dizimizin bu yazısını da büyük bir ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.
Konu başlıklı yazımızın esasını, 16. yüzyılın ortalarından itibaren Batı medeniyeti ve sömürgeciliğinin iki ana yayılmacı kolundan ibaret, mazlum ve ezilen Asya milletlerine yönelik olduğu halde “Kuzeyden Gelen Tehdit” olarak Ortodoks Çarlık Rusyası Emperyalizmi yanından, “Batıdan ve Güneyden Gelen Tehdit” olarak da Batı Katolik –Kapitalist emperyalizminin “işgal orduları” nın işgalci ve getirdikleri sömürü zulmü karşısında Asya ve Afrika milletlerinin Osmanlı Devletinden nasıl yardım istedikleri ve onun bu istekleri yerine getirmeye çalıştığına dair yaşanan örnekleri, ana hatları ve özet olarak dile getirmek teşkil edecektir.
Kırım Hanlığının Himayeye Alınması ve Astırhan Hanının Osmanlıdan Yardım İsteği
“Kuzeyden Gelen Tehdit” olarak, Altınordu Devleti hanlıkları Çarlık Rusyasının yayılmacı ve sömürgeci zulmü karşısında bunların İstanbul’a elçiler göndererek Osmanlı Devletinden kendilerinin kurtuluşu için yardım istediklerini i görüyoruz.
Timur’un 1395’de Altınordu hükümdarı Toptamış’ı mağlup etmesi üzerine parçalanma sürecine giren bu devlet bünyesinde, Kazan, Kırım, Nogay, Astırhan ve Sibir hanlıkları kurulmuş, bu sebepten Altınordu Devleti parçalanıp zayıflayınca onun nüfuzundan çıkan Rusya, bu hanlıkları yutmak için harekete geçmiş, 1567’ye kadar Kırım Hanlığı hariç bütün hanlıkları ülkesine ilhak ederek sınırlarını Hazar denizi ve Ural dağlarına kadar genişletmişti.
Altınordu hanlıklarının yutulması karşısında, kendisini Rusya’nın saldırılarından koruyamayacağını anlayan Kırım Hanı Mengli Giray ve çevresi, İstanbul’a elçiler göndererek Osmanlı Devletinin hakimiyetine girmeyi istemişlerdi. “Onun (Mengli Giray) bu düşüncesi, cümle ulema ve mirzalar uygun görerek o zaman Osmanlı Devleti padişahı olan Fatih Sultan Mehmet Han’a müracaat ile kendilerini himaye altına almasını; şayet Kefe, Taman, Menkup kalelerini zapt etmek arzu edilirse, Kırım Hanlığının dahi kendilerine elden gelen gayrette kusur etmeyeceklerini bir ariza ile bildirmişlerdi.” (Halim Giray, Gülben –i Hanan Yahut Kırım Tarihi, Necm –i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1322, s. 16 – 17)
Kırım Hanı, uleması ve mirzalarının bu istekleri Fatih Sultan Mehmet tarafından kabul edilerek, onların himayeye alınmaları sağlanmış, 1495’de Gedik Ahmet Paşa’nın Kefe, Azak ve Menkup kalelerini alma seferine Kırım Hanı da kendi ordusuyla yardım etmişti. Kırım Hanlığı 1783’de Rusya’ya ilhak edilene kadar Osmanlı hakimiyetinde kaldı.
Osmanlı Devletinin 1569’ daki Kasım Paşa komutasındaki “Astırhan Seferi”, Altınordu hanının İstanbul’a elçiler göndererek, Rusya’nın kendilerini tehdit eden yayılmacılığı ve zulmü karşısında Osmanlı Devletinden yadım istemeleri sonucu yapılmış, sefer başarılı olamadığı için adı geçen hanlıkla Ural dağları ile sınırı bunulan Sibir Hanlığı Rusya’nın elinde kalmaya devam etmişti.
Orta Asya Türkistan Hanlıklarının Osmanlı’dan Yardım İstekleri
Kırım hanlıklarından Hazar denizinin kuzeyinde bulunan Astırhan Hanlığı 1566’da Rusya’nın eline geçince, Ruslar bu sefer de Hazar denizinin doğusunda ve Orta Asya’da bulunan Hive, Özbek ve Buhara Türk hanlıklarını tehdide başlamıştı. Bunun üzerine Hive Hanı Hacı Mehmet Han ve Özbek Hanı Abdullah Han, İstanbul’a elçiler ve mektuplar göndererek, İstanbul’dan hem Rusya yayılmacılığı hem de İran tehditlerine karşı yardım istemişlerdi.
Osmanlı tarihinde meşhur 1569 Astırhan Seferi’nin düzenlenişinin en önemli sebeplerinden birisi işte bu uyardım isteği olmuş, düzenlenen seferin başarısız oluşu istenilen hedeflere ulaşılmasını sağlayamamıştı.
Türkistan hanlıklarının İstanbul’dan yardım istekleri devam etmiş, Özbek Hanı Abdullah Han’ın 1584’de Sultan III. Murat’tan yeniden yardım isteği üzerine, ikinci bir Astırhan seferi düzenlenmek istenilmişse de birincisinde yaşanan yenilginin kötü örnekleri bunun düzenlenmesini önlemiştir. Buna rağmen, Özbek Hanı’na Hazar Denizi yoluyla asker ve silah gönderilmekle yetinilmiş, Özbek ordusunda adlarına ‘Rumiler’ denilen Yeniçeriler, Abdullah Han’ın İran ile olan savaşlarında büyük yararlılıklar göstermişlerdir. (Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkistan ve Yakın Tarihi, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1981, s. 135)
Horasan Türklerinin Yavuz Sultan Selim’den Yardım İstekleri
Osmanlı Devletini, Ortodoks Rusya ve Katolik Batı yayılmacılığı yanında, “Doğu’dan Gelen Tehdit” olarak da, İslam dünyası ve medeniyeti bütünlüğü dahilinde, daha erkenden içinde “Fars milliyetçiliği ve yayılmasını” barındıran farklı mezhep esasına dayalı “önemli bir sapma ve zulüm unsuru” olarak kendisini gösteren “İran Şia Yönetimi” olmuş, Osmanlı yıkılana kadar bu üç tehdit unsuruyla sürekli savaşlar vermiştir.
İran Şahlığının “Zorla Şialaştırma zulmü” nden İran’ın Kuzeydoğu sınırındaki Horasan Müslümanları da huzursuzlar. Bu sebepten, onlar da Kürtler gibi (şafi mezhebinden olan Kürt aşiret reisleri ve şeyhleri de İran şahı Şah İsmail’in bölge halkını zorla Şialaştırması baskı politikası karşısında, İstanbul’a Bitlisli alim İdris Bitlisi’nin öncülüğünde mektuplar ve elciler göndererek Yavuz Sultan Selim’den yardım istemişler, 1512 Çaldıran Seferi ve zaferinin önemli sebeplerinden birisi de bu olmuştu) İstanbul’a elçiler göndererek Yavuz Sultan Selim’den yardım istemişlerdi. “Yavuz, Amasya’da iken, Horasan’dan (Maveraünnehir de derilir) Emin isimli Hoca Molla İsfahani’nin kendisine gönderdiği bir mektup vardır. Hoca, mektubunu Farsça ve Çağatayca Türkçesi ile ve nazım halinde yazmıştır. Burada, Selim’i övdükten sonra Şah İsmail’in orada onları nasıl yakıp yıktığını, nasıl zulümler ettiğini anlatıyor. Selim’i kendilerine bir kurtarıcı olarak çağırıyor. Horasan’ da da (Osmanlı’ya bağlı) bir sultanlık kurulmasını istiyor ve Maveraünnehir’de herkesin bunu kendisinden beklediğini ve ona dua ettiklerini söylüyor. Selim’in saltanatının ebedi yaşamasını ve ona dua ettiklerini söylüyor. Selim’in saltanatının , ebedi yaşamasını ve düşmanlarının yenilmesini isteyen dua ile şiirini bitiriyordu.” (Prof. Ahmet Uğur, Yavuz Sultan Selim, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Kayseri, 1989, s. 89)
Horasan, arada sağlan bir azılı Osmanlı düşmanı “İran kale devleti” ” bulunduğu ve Osmanlı Devletine uzak olduğu için buraya yapılması istenen yardım istekleri yerine getirilemedi.
Doğu Türkistan Türklerinin Yardım İstekleri
Yukarıda adı geçen ve Orta Asya’da “Batı Türkistan” Türklerinin, kendilerine yönelik Rusya istilası ve zulmü karşısında yardım istemeleri yanında bu sefer de Çin’den kaynaklanan işgal ve zulüm girişimleri karşısında Doğu Türkistan Türklerinin de “Tarih Bizi Çağırıyor” dan olarak Osmanlı Devletinden yardım istedikleri görülmüştür.
Doğu Türkistan Hanı Yakup Han, 19. Yüzyılın ikinci yarısında zorlu bir mücadele vererek ülkesini Çin işgalinden kurtardıktan sonra, Çin’in bunu hazmedememesinden kaynaklanan “tehlikenin büyüklüğünü” nü fark edince, Osmanlı Devletine elçiler ve mektuplar göndererek, Çin’den gelecek yeni bir saldırı dalgası karşısında ondan yardım istemiş, bunun karşılığı hanlığının “Osmanlı’nın bir vilayeti olacağı” nı vaat etmiş, bir nişanesi olarak da hanlığın başkenti Kaşgar’da paralar Osmanlı padişahı adına basılmaya ve hutbeler onun adına okunmaya başlanmıştır.
Doğu Türkistan’ın Osmanlı’ya çok uzak olmasının getirdiği coğrafi güçlükler yanında, Osmanlı Devletinin giderek zayıflaması da buraya yapılacak yardımları engellemiştir.
Gürcülerin Osmanlı’dan Yardım İstekleri
Güncü halkının çoğunluğu Hristiyan olması sebebiyle, Rusya’nın hakimiyetine girmek istemişler, bunun ilk göstergesi 28 Eylül 1587’da Moskova ile Gürcü Kralı Aleksandr arasında yapılan “gizli antlaşma” olmuştu. Gürcistan’a giren Rusların buraya huzur getirmedikleri görülünce, Gürcüler İstanbul’dan yardım istemek zorunda kalmışlar, kısa sürelerle Osmanlı ve Rusya hakimiyetlerinde kalmalarının ardından, Gürcistan’da Rusya hakimiyeti XIX. Yüzyılın ilk yarsında kesinleşmiş, bu yönetimde de Rus zulmünün devam etmesi üzerine Gürcüler Osmanlı hakimiyetine yeniden girmek için İstanbul’a elçiler ve mektuplar göndermişlerdi.
Bütün Gürcistan halkı adına 1820’de İstanbul’a yazılan bir mektuptan: “On yıldır Rusya hile ile memleketimize girdi; ileri gelenlerimizi aldattı. Sonra, sabır ve tahammülümüzün üstünde ağır vergiler ve mükellefiyetler koydu. Çok şiddetli bir idare takibine başladı. Evlat ve eyalimize tasallut etti. Kocakarılar ve yedi yaşından küçük çocukların dışında kalanları Rusya’ya götürdü. Halbuki Gürcistan, altı yüz yıldır saye –i seniyyede asayişi düzgün bir ülke idi… Artık kati kararımızı vermiş bulunuyoruz. Ya Rusları memleketimizden çıkaracak ya da bu ülkeyi tamamıyla tahrip edeceğiz. Biz Devlet –i Osmaniye’nin tebaasıyız. Osmanlı İmparatorluğuna layık olan şey, bizi Moskof’un ayağı altında bırakmamaktır. Şimdi de Osmanlı İmparatorluğuna sığınıyoruz. Eğer bizi bu felaketlerden kurtarmazsınız hepimiz kendi kendimizi öldürecek, Osmanlı İmparatorluğunun tebaasının sağ iken düşmana teslim olmayacağını ispat edeceğiz…” (Şinasi Altundağ, Osmanlı İdaresinde Gürcüler, IV. Türk Tarih Kongresi Tebliğler Kitabı, 10 – 14 Kasım 1948, Ankara, 1952, s. 323 )
Gürcistan’da Ahıska Türkleri de üzerlerinde yoğunlaşan Rus baskısı ve zulmü çekilmez bir hal alınca, İstanbul’a mektuplar ve elçiler gönderilerek, gelinip kendilerinin kurtarılmasını istemişler, bu mektuplardan birinde şunlar yer almıştı: “Ülkemize gelmenizi bekliyoruz, emriniz ne ise bildiriniz; isteklerinizi canla başla yapacağımıza ant içeriz. Halkımızın cümlesi uğrunuzda canını fedaya etmeye hazırdır. İsterseniz z yurdumuzu terk ederek size gelelim. Ancak bu takdirde size büyük bir yük olacak, aceze evlat ve eyalimizi ve mallarımızı burada bırakmak zorunda kalacağız ki, bunların Ruslar tarafından gasp ve yağma edileceği şüphesizdir. Bu zalimlerin elinden kurtulmamız için yardım ediniz.” (Şinasi Altundağ’ın aynı yazısından, s. 323)
Gürcistan halkı, üzerlerinde nüfuz kurma rekabetinden olarak Rusların yanında İran’ın da kötü yönetimi karşısında iyi yönetim özelliğiyle tanınan “Osmanlı hakimiyetine girmeyi, İran’nınkine tercih ediyorlar ve her fırsatta İstanbul’dan yardım diliyorlardı.” (M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas İllerini Fethi, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum, 1976, s. 263)
Bu dönem, Osmanlı Devletinin zayıflığı zamana rastladığı için istenilen yardım yapılamamıştır.
Kafkasya halklarından Dağıstanlılar ve Azerbaycanlıların da üzerlerinde yaşanan Rusya - Osmanlı –İran nüfuz mücadeleleri sebebiyle, Osmanlı Devletini tercihleri, buraların da bu devletin hakimiyetine girmesini kolaylaştırmıştır.
Çerkezlerin Osmanlı Ülkesine Göçü
Miletler mozaiği olan Kafkasya halklarından Çerkezler üzerinde uzun yıllardın sürüp gidin Rusya –Osmanlı –İran rekabetinde, Osmanlı Devletinin gittiği yerlerde kurduğu “âdil yönetimler” sebebiyle, Çerkezlerin de tercihi bu üç devlet arasından Osmanlı Devleti olmuştur.
Rusların Kafkasya’yı bütünüyle ele geçirme işgallerinden olarak, bu sefer de Kuban nehri boylarına gelince, bu nehirle sınır Çerkez beylikleri Osmanlı Devletine karşı duydukları sempati sebebiyle onun yönetimine germek istemişler, bu cümleden olarak, 15 bin kişilik ordusu bulunan Jana Beyi Kansamuk’a Osmanlı hakimiyetini tanımasının nişanesi olarak tuğ ve sancaklar gönderilmişti. (Halil İnalcık, Osmanlı –Rus Rekabetinin Menşeyleri, Belleten, Sayı 46, s. 361)
Çerkezler için asıl büyük güçlükler kendisini 1862’de Çar II. Aleksandr’ın bütün Çerkez topraklarını işgaliyle başlamış, 1861’de buraya gelen Çar, Çerkezlere hitaben yayınladığı bir bildiri ile onları toptan ülkelerinden tehcir (göç ettirme, sürme) kararını bildirmiş, “ya gösterilecek yerlere ya da Türkiye’ye göçünüz” çağrısında bulunmuştu. Çerkezler buna direnince, 10 Mayıs 1864’de Çerkezlerin sürgünü karar altına alınarak onlar ülkelerinden zorla çıkarılmaya başlanmışlardı. Çerkezler, kendilerine “gidilecek bir ülke, sığınak yeri” ararlarken iyi ve adaletli yönetimi sebebiyle Osmanlı Devleti topraklarını göçe karar vermişler, Sultan Abdülaziz’in gönderdiği gemilerle yüzbinlerce Çerkezin Türkiye’ye göçü bunun sonucu olmuştu. (İslam Ansiklopedisi, C. III, Çerkez Maddesi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1957, s. 384)
Uzakdoğu Müslüman Devletlerinin Osmanlı’dan Yardım İstemeleri
Batı Katolik emperyalizmi ve sömürgeciliği, 16. Yüzyılın başlarından itibaren, “Coğrafi Keşifler” sonucu Afrika’nın Ümit Burnu yoluyla Hindistan ve Uzakdoğu’ya ulaşınca, ilk defe buraya gelen Katolik Portekizliler, Hindistan ve Malezya ve Endonezya sahillerine asker çıkararak Müslüman devletleri sömürgeleştirme işlerine başlayınca, Portekiz işgalleri ve zulmü karşısında çaresizlik içinde kalan Hindistan’da kurulu Gûcarat Devleti ile Malaya yarımadasının güneybatı kıyılarında kurulu Ace Devleti ve Endonezya Müslümanları İstanbul’a elçiler göndererek Osmanlı sultanlarından yardım istediler. Osmanlı’nın tarihinde 1525’DE başlayan irili –ufaklı meşhur 5 “Hint Seferi” bu yardım isteklerini yerine getirmek için yapılmıştı. Bu seferlerde mevzii başarılar kazanılmışsa da birçok sebeplerden genelde başarısız olunmuştur.
Ace Sultanı Alaeddin’in 7 Ocak 1556 tarihli Kanuni Sultan Süleyman’dan yardım isteyen mektubunun bazı kısımları şöyle idi: “Biz bu bölgede Portekizlilerle savaşıyoruz. Çok sıkışık duruma düştük. Dinimizin de emrettiği şekilde bu fakir ve miskin ve yetim ve düşman arasında tek ve yalnız kalmış bendelerine (size bağlı olanlara) rahmet ve şevket edip Allah için gaza (savaş) yolunda bize yardım edin… Allah ve Peygamber aşkına bize ve Medine’ye giden hacılara Portekizliler gelmeden yardım edin… Mısır ve Yemen Beylerbeyilerine veya Cidde ve Aden Beylerine düşmanlarınız değil, kullarınız olduğumuzu haber verin. Lütfedip fakir, miskin, zayıflara silah ve askerlerle yardım edin. Âlet ve çeşitli yardım malzemelerinden donanma –i hümayun gönderirseniz bu taraftaki Portekizlilerin mağlup olacağını biz taahhüt ederiz. Yardım etmezseniz mahvoluruz ve hacıların yolu da Portekizliler tarafından kesilmiş olduğu için Müslümanlara büyük zarar olur… Lütfen, baçlıçke, havai toplardan kale dövecek toplar gönderiniz… Ace sizin köylerinizden biridir ve ben de hizmetkarlarınızdan biriyim…” (Razaulhak Şah, Ace Padişahı Sultan Alaeddin’in Kanuni Sultan Süleyman’a Mektubu, Dil Tarih Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 8-9, Ankara, 1967, s. 37)
“Portekiz’in Endonezya sularına da el atması üzerine, Ace elçileri, daha Kanunu Sultan Süleyman devrinde yardım istemek üzere İstanbul’a gelmişlerdi. Kanuni, Lütfi Bey’i elçi olarak Ace’ye yolladı ve onunla beraber bir miktar topla, sekiz topçu gönderdi. Bu yardımdan cesaretlenen ve Türkiye’ye tabi olduklarını ilan eden Ace Sultanı, bu kez daha büyük yardım istiyordu. İstekleri arasında yalnız topçu subayları değil, deniz subayları, mühendisler ve başka teknik personel de vardı. Ace Sultanı, Kanuni’den kendisine bir hükümdar gibi değil, bir beylerbeyi, bir sancak beyi gibi görmesini, Padişah’ın kulları zümresinden olduğunu söylüyordu.” (Yılmaz Öztuna, Başlangıcından Günümüze Türkiye Tarihi, C. VI, Hayat Yayınları, İstanbul, 1967, s. 104)
Afrika Müslümanlarının Ümit ve Müracaat Kapısı: Osmanlı Devleti
Afrika Müslümanları da dünyamızda “emperyalizm ve sömürgecilik yönetimlerinin merkezi” Avrupa’nın önce Katolik Emperyalizmi ve Sömürgeciliği ve ardından 19. Yüzyılın başlarında onun yerini alacak olan Kapitalist Emperyalizmi ve Sömürgeciliğinin baskı, sömürü ve zulüm yönetimlerinden Afrika kıtası da daha fazlasıyla nasibini almış, bu emperyalistler ve sömürgeciler karşısında Afrika Müslümanlarının da “kurtuluşları uğrunda” müracaat kapıları sürekli Osmanlı Devleti olmuştu. Afrika’nın kuzeyindeki Arap ülkelerinin Katolik zulmü karşısında Osmanlıdan nasıl yardım isteriklerini görmüştük. Bunların dışında kalan Habeşistan, Sudan, Madagaskar, Kenya, Mozambik, Bornu, Nijerya Güney Afrika, Çad Müslümanları v.s. da Batı’nın önce Katolik sonra Kapitalizm emperyalizmi karşısında kendilerine yardım için İstanbul’a sürekli elçiler göndermişlerdir.
Afrika’da merkeze yakın olan Habeşistan’da Müslüman halka Portekiz zulmü karşısında, Ağustos 1542’ de “Merkezi Harar olan Müslüman Emiri Ahmet bin İbrahim’in kendisinden (Yemen Beylerbeyi’nden ) yardım istemesi üzerine askeri yardım göndermek suretiyle Portekizlilere karşı mücadeleye Habeşistan’da sürdürmek fırsatı bulmuşlardı. Kendisi Osmanlı egemenliğini tanıdığını bildirip, Zebid’deki Osmanlı Beylerbeyi Mustafa Paşa’ya yaptığı müracaatın karşılığı 900 kadar tüfekçi ve 10 top gönderilerek Habeş Kralı Glavderos’a karşı zafer kazanması temin edildi.” (Salih Özbaran, Osmanlı İmparatorluğu ve Hindistan Yolu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 31, Mart, 1977, s. 48) Katolik devletlerin istilaları, sömürü ve zulümlerine karşı İstanbul’dan istekler üzerine Habeşistan (günümdeki adıyla Etiopya) Somali, Sudan ve hatta Madagaskar adası ve Kenya’ya kadar uzanan Osmanlı seferleriyle buralar halkı, 19. asrın sonlarına kadar Osmanlı hakimiyet ve nüfuzunda kalmışlar, bu sayede huzur ve refah içinde yaşamışlar, Batının emperyalist devletleri buraları ne zaman işgal etmişlerse huzursuzluklar o zaman yeniden başlamıştır.
Afrika’da merkeze uzak, Nijer, Nijerya, Kamerun, Bornu v. b. devletleri yönetimleriyle de hem Katolik devletlerin zulüm yönetimlerine karışı tedbirlerden olmak yanında ekonomik olarak da “ikili anlaşmalar” imzalanmıştır. (Numan Hazar, Küreselleşme Sürecinde Afrika ve Türkiye –Afrika İlişkileri, Usak Yayınları, Ankara, 2011, s. 122 – 123)
Afrika’da merkeze uzak bölgelerden İstanbul’a gelen, cami ve okul yaptırma, İslam dinini öğretmeye yönelik hocalar isteyen mektuplara, bunlarda yer alan istekler karşılanmak suretiyle cevaplar verilmiştir. Osmanlı Padişahlarının kendilerine yönelik yardımlarına teşekkür mektuplarından olarak Günay Afrika Müslümanlarından Sultan II. Abdülhamid’e gönderilen mektupta şunlar yer alıyordu: “Buradaki Müslümanlar, Padişahımız Abdülhamid Han Hazretlerinin Cenab-ı Hak tarafından korunmasından (Ermeni Komitacılarının 5 Temmuz 1905’de Sultan’a karşı düzenledikleri suikast girişiminin başarısız olması sebebiyle) büyük sevinç duymuşlardır. Çünkü Padişahın yardımları uzak, yakın, abid – zahid cümlesine ulaşmıştır. Ehl –i İslam, size hulus –u niyet ve kemal –i hürmetle, hayırlı dualarda bulunmaktadır. Özellikle Ümit Burnu (Güney Afrika) Müslümanları, her camide muazzez olması için dua etmektedirler.” (Ahmet Uçar, Afrika ve Türkler, s. 565)
Üçüncü Derecede Çevre Topraklarında Başarısızlık Sebepleri
Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin “merkez toprakları” genelde Anadolu toprakları olmuştur. Buna nazaran “birinci derecede çevre toprakları” Ortadoğu, Kuzey ve Doğu Afrika ve Balkanlar olurken, “ikinci derece çevre toprakları” nı ise, buralarda askeri seferlerle hakimiyetini ve nüfuzunu kuracağı yukarıda bahsettiğimiz kendilerinin Ortodoks, Katolik ve Şia üçlü zulümlerine karşı yardım isteyen halkları toprakları teşkil edecekti.
Osmanlı Devleti, tarihi boyuncu, merkez toprakları ve birinci derecede çevre topraklarına, buralardan gelen istekler sonucu hakim olduğu halde, birçok zorluklar ve engeller sebebiyle ikinci derecede toprakları olacak olan ülkelere ulaşamadığı için bu istek Osmanlı siyasi ve coğrafi yapılanması açısından sonuçsuz kalmıştır.
Bu sonuçsuzluğun belli başlı sebepleri şunlar olmuştur:
1-Coğrafi engel: Bir kere Osmanlıdan genelde “bize yardım edin sizin eyaletiniz olalım” diyen Asya ve Afrika ülkeleri başkent İstanbul ve merkez topraklara çok uzaktı.
2-“Türk Ekvatorunun doğuşu”: 1569 Astırhan Seferinin başarısız olmasa sebebiyle, Ural dağları ve Hazar denizi hattı tamamen “Ortodoks Rusya” nın hakimiyetini geçtiği, daha güneyinde İran Şahlığı tam anlamıyla mağlup edilememesi sonucu, Hazar denizinden Basra körfezine kadar bu hat boyunca “Şia İran Engeli” ne maruz kalındığı ve bunun daha güneyinde Basra körfezi –Umman denizi hattı da “Katolik Batı” nın hakimiyetine geçtiği için adı geçen bu hatlar zinciri boyunca, Batı Türkleri Osmanlı Türkleri ile Doğu Türkleri Orta Asya Türkleri arasına bir kale duvarı veya Çin seddi gibi adına “Türk Ekvatoru” da denilebilecek bir set oluştuğu için Osmanlı bu seddi aşamadığından üçüncü derecede çevre toprakları olacak alanlarda hakimiyet ve nüfuzunu kuramamıştır.
3-Teknolojiye yenik düşmek: Katolik devletlerin emperyalist yayılmacılığını önlemeye yönelik 5 Hint Seferinin başarısız olmasının sebeplerinin en başında “teknolojiye yenik düşmek” gelmiştir. Katolik Portekiz savaş gemilerinin çağının en ileri gemi tekliği ile birer açık su alanları olan okyanus sularına dayanıklı yapılması yanında, Osmanlının Basra ve Süveyş limanlarında bunlara karşı imal ettiği harp gemileri bu gemilerle boy ölçüşecek teknik donanımda olmadığı için bunlara yeni düşülmüştür.
4-Osmanlı bürokrasisinin ilgisizliği: Osmanlı bürokrasisinin merkez topraklarından çok uzaklarda olması sebebiyle, bu topraklara duyduğu geleneksel ilgisizlik de diğer bir yenilgi sebebi olmuştur.
Bu sebeplerden kaynaklanan doğan boşluğu, adlarından bahsettiğimiz üç tehdit unsuru doldurmuştur. 21 Ekim 2021