Türkler, Anadolu’ya yerleştikten sonra, uçsuz bucaksız topraklara kendilerine has mahal isimleri koydular. Oğuz’un bir boyunun alt kolu, başka bir boyun içende ise; oraya da kendi boyunun adını verdi. Mesela, Avşar bölgesine yerleşen Dodurga boyunun yerleştiği yere, Dodurga dendi. Keza,o boy
Kınık’dan ise onların yerleştikleri yere de Kınık dendi.
Malum, bazı boylar, devlet kuramadı. Ama başka boyların hakimiyet alanında yaşayıp gittiler. Bu şekilde başka boyların hakimiyet alanında diğer boylardan da unsurlar oldu.
Oraları, şimdi bile, köy ve mahal isimlerinden anlamak mümkündür.
Şu anda Türkiye’de 60 kadar yerde Kınık isimli köy ve mezra vardır. Oysa Kınık Boyu Selçuklulardır. Ama Selçukluların hakim olmadığı yerlerde de Kınık isimli köyler vardır. Keza, ülkede 40 kadar da Dodurga isimli köy ve mezra mevcuttur. Bunlar, boyların kendi boyunun hakim olmadığı yerlere de dağıldığını gösterir. Zaten, Dodurgalılar, Selçuklular yıkıldıktan sonra kurulan 15 Anadolu Selçuklu Beyliği’nin içinde yoktur. Yani Dodurgalılar, beylik kuramamıştır. Ama her yerde Dodurga köyü vardır.
Bizim Fethiye ,Avşar bölgesidir. Ama ilk zamanlar, Köyceğiz’e kadar olan bölgeye Tekelioğulları hakimdi. Adı üstünde Antalya’nın batısından Köyceğiz’e kadar olan bölgeye Teke Yöresi denir. Ama Teke Yöresi’nin bu bölümü (Fethiye civarı ve yukarı tarafta Acıpayam civarı) hep Avşar’dır.
Oysa Tekelioğulları ,Oğuz’un Salur boyundandır. Esasen, Tekelioğulları ,Hamitoğularının bir koludur. Hamitoğlu Dündar Bey, Teke’yi (Antalya ve Antalya limanını) fethedince, burasının yönetimini kardeşi Yunus Bey’e verdi. Yunus Bey, sonradan Köyceğiz’e kadar olan yerleri aldı. Burada Salurluluk ,sadece bey düzeyindedir. Ahali düzeyinde değildir. Ahali Avşar’dır.
Oğuz boyları yerleştikleri yerlere kendi isimlerini verirken, zamanla hatıraları canlı tutan isimler de
seçildi. Savaşlarda başarı gösteren komutanların isimleri, namlı büyüklerin isimleri de mahal isimleri oldu.
Mesela, Ankara’nın Haymana ilçesi, Ertuğrul Gazi’nin eşi, Osman Bey’in anası Hayme Ana’dan gelir. Afyon’un Dinar ilçesi, Selçuklu komutanı Dinar Bey’in ismine izafeten verilmiştir. Gene bir başka isim de Eskişehir’in içinden geçen Porsuk Nehri bir Türk komutanın adıdır. Porsuk Bey, Tuğrul Beyin komutanı idi. Porsuk Bey, Melikşah zamanında Anadolu’nun içlerine fetih için gönderildi.
İşin biraz nostaljiye kaçan yönü de vardır. Malum, biz, Orta Asya’da iken Seyhun ve Ceyhun nehirleri kıyısında koyun ve keçi güderdik. Sürülerimizi bu iki nehirde sulardık. Anadolu’ya geldiğimiz zaman bu iki nehrin adını yaşatmak için Çukurova’daki iki suya Seyhan ve Ceyhan dedik. Nehir isimlerinde bile böyle bir iddia vardır.
Yerleştiğimiz yerlerde eskiden kalan isimleri de (dilimiz dönmediği için mi) söyleye söyleye bugünkü hale getirdik. Mobolya diyemediğimiz için Muğla değimiz gibi.. Yani her yeri ve her şeyi kendimize benzettik. Yeni yerlere zaten kendimize has isimler koyduk. Her yere kendi mührümüzü vurduk.
Şimdi Çanakkale Boğazı’na bir köprü yapıyoruz. Köprü, büyük bir yatırım. Adı da; “18 Mart Çanakkale Köprüsü”.. 18 Mart, “Çanakkale geçilmez” dedirttiğimiz gün..250 000 şehidin hatırasının yad edildiği büyük gün. İstanbul’u ve Anadolu’yu birinci kurtardığımız kutlu gün…Gazi Paşa’nın yıldızının parladığı gün..
Yakarıdan beri kendi yerlerimize kendi isimlerimizin verildiğini anlatıyoruz. Geçenlerde Hürriyet Gazetesi’nin bir yazarı ,”. bu Çanakkale Köprüsü’nün ismi Troya Köprüsü olsun” demiz mi?
Hayret ettik !. Biz her yere kendi mührümüzü vuralım diyoruz, beyefendi, bize ait olmayan bir ismi,bir efsane bir sızma hareketine sebep olan tahtadan atın ismini bize ait ve çok önemli bir tesise vermeyi öneriyor. Bu, olacak şey değildir.. Her yer bizim tarihimizle anılsın da, burasının Türk yurdu olduğu iyice tescillensin diyoruz, adam, yabancı tarihini Türk tarihine yamatmak istiyor. Tezi de; “Truva’nın dünyaca tanınan ekolojik bir tabir olduğu” imiş. Oysa biz de bir isim koyarız, o da zamanla ekoloji olur, o da efsane olur. Nasıl, Haymana, Porsuk ve Dinar efsane olmuşsa..
Keza, ülkelerin diplomatik tarzda birbirlerine jestleri vardır. Bazı küçük iltifatlar, iki ülke arasındaki yakınlaşmayı sağlayabilir. Mesela, bir parka ,bir sokağa veya caddeye, başka bir ülkenin sevilen lideri veya yazarının ismi verilebilir. Bu, şu anda dünyada geçerli bir işlemdir. Havana’da bir parkta ve Şili’de bir başka parkta Atatürk’ün büstü vardır. Sirkeci’den Yenikapı’ya kadar uzanan sahil caddesinin adı Kenedyi Caddesi’dir. İstanbul’a Eyüp sırtlarında Piyer Loti diye bir yer vardır. Bir de Eminönü de bir cadde.. Bunlar karşılıklı jestlerdir. Ama, Troya kime jesttir ? O kavimler yok olup gitmiştir.
Boğazın beyaz gerdanlığı, bize ait olmayan bir tarihe mal edilemez. Orası bir semboldür. Öyle bir isim “Çanakkale geçilmez” mesajını silmektir. Kendi tarihimiz varken, başkalarının, hem de yok olmuş bir kavmin kahramanlığına hayran olmaktır. Varsın, Truva’deki o tahtadan at, her yıl verniklensin, her yıl boyansın ve yerinde dursun. Ama bu ülkenin bize ait oluğunu unutturacak hiç bir teklif yapılmasın..