Seçimler yaklaşıyor.
Ama gündemin en önemli başlıklarından birisini konuşmak bir yana, sürekli yok sayıyoruz.
Seçim süreci görünürde sıcak ve sert, ancak toplamda birbirini tekrar eden başlıklarla ilerliyor. Hem de bıktırıcı düzeyde.
Dünyanın yeniden düzenlendiğini, hangi yerden ya da cepheden bakarsak bakalım kabul ediyoruz.
Ama böyle bir dönemin arifesinde paramparça bir zihin dünyasıyla olup biteni anlamaya çalışıyoruz.
TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ
Türkiye’nin neredeyse 40 yıldır mücadele ettiği bir terör belası var. Bu sorunun bir parçası olarak siyaset sahnesinde yer alan ve her biri kapatılan, sonuncusu da aynı hukuki sürecin içinde olan partiler var.
Terörle siyasi sınırlarımızın içinde ve ötesinde çok etkin bir mücadele yürütüyoruz. Sınır ötesi harekat kabiliyetimiz muazzam düzeyde.
Aynı büyük ittifakın içinde olmamıza rağmen, ABD burnumuzun dibinde terör örgütünü destekliyor ve silahlı bir güçten “devletimsi” bir yapıya dönüştürüyor.
Bu büyük bir tehdit. Türkiye tecrübesinde bir ülkenin bunu kabullenmesi ya da görmezden gelmesi imkansız.
Türkiye’nin bu konuyla askeri ve istihbari alandaki mücadelesi diplomatik zeminlerde de devam ediyor.
Buraya kadar olan bölüm, toplumun gerçekten geniş kesimlerinde takdir ve destek buluyor.
Ancak tüm bunlar, karşımızdaki meseleyi yeterince konuştuğumuz, ele aldığımız ve geleceği üzerine kafa yorduğumuz anlamına gelmiyor.
SORUMLULUK VE CESARET
Okur-yazarlarımızın bir bölümünün, PKK terörü ve onun dünyanın dört bir yanında gördüğü destek karşısındaki suskunluğu, hadi hepsini bir kenara bırakın, Diyarbakır Anneleri’ni yok saymaları da bu meselenin bir diğer parçası.
Devletle terör örgütünü aynı kefeye koyarak “şiddet”e karşı olduğunu açıklayanların da bu paranteze uzak olmadığı malum.
Zaten ortadaki sorunun çözümüne dair bu alanlardan beklenti içinde olmak boşuna bir çaba.
Peki tüm bunlar gerçek anlamda sorumluluk sahibi olanların üzerine düşeni yaptığı anlamına mı geliyor?
Ne yazık ki hayır.
Kim bu sorumluluk sahipleri?
Elbette meşru siyasetin tüm unsurları ve aktörleri.
Öncelikle de siyasi iktidarın mensupları.
Güncelin başlıklarıyla konuyu dağıtmak istemem.
Ama bu alanda muhalefetin ortak zemini olan 6’lı masanın sorumluluk sahibi gibi davranacağına dair en küçük bir işaret yok.
HDP deyince ıslık çalıp havaya bakıyorlar. Bir var, bir yok oyununu sürdürüyorlar.
Nasıl yani diyenlere de hemen cevap yetiştireyim.
HDP ile ittifak kurmalarını, aynı zeminde oturmalarını, onun tezlerini meşru saymalarını kastetmiyorum.
Bu soruna dair ne yapmak istediklerini anlamaya çalışıyorum.
Benzer bir durum, iktidar tarafı için de geçerli.
Tartışma yakın geçmişteki Çözüm Süreci’ne gelince, tuhaf bir suskunluk ya da savunma psikolojisi içine giriyorlar.
O gün de tavrım öyleydi, bugün de farklı değil. Süreçte yapılan bazı hatalara rağmen, tarihi bir hamleydi o proje.
Ülke içinde ve dışında kaç aktörün ittifakıyla zehirlendiğini anlatmak yerine savunmaya geçmek nedir, gerçekten bilemiyorum.
PKK, HDP VE SEÇMEN
Terörle mücadeleyi yukarıda anlattım. HDP’nin örgütle bağını ve onu meşru görme çabasını kimsenin kabullenmesi söz konusu olamaz.
Peki bunu söyledik, sonra süreci oturup izleyecek miyiz?
HDP’nin, PKK ve onun bölgesel/uluslararası sponsorları eliyle şekillenen siyasi aklını muhatap almanın getireceği bir sonuç yok.
Ama bu cümleyi aynı rahatlıkta HDP seçmeni için kullanabilir miyiz?