Bir başkası tarafından hatırlanmak, bu dünyada bir yerimizin olduğuna dair bir güvencedir. Varlığımızın hala birileri için bir anlam ifade ettiğini hissetmektir. Bayram, modern hayatın getirdiği bireyselleşme ve yabancılaşma olgularının gölgesinde, bu temel insani ihtiyacımızı, hatırlanma ihtiyacımızı adeta yüzümüze vurur.
Cennet Öztürk/ Yazar
Bayramlar, toplumların kolektif takviminde işaretlenmiş özel zamanlardır. Toplumumuzun ortak hafızasında derin izler bırakan müstesna zaman dilimleridir. İlk bakışta, bu günler; camilerde omuz omuza kılınan bayram namazları, özenle hazırlanan ve kalabalık sofralarda sevdiklerimizle paylaştığımız lezzetli yemekler, pırıl pırıl temizlenmiş evler, samimi ziyaretler ve anlamlı hediyeler gibi bir dizi ritüel silsilesi olarak algılanabilir. Ancak bu dışsal ve köklü geleneklerin ardında, insanoğlunun en temel psikolojik ihtiyaçlarından olan anlam arayışı ve aidiyet duygusu yatar. Bayram, sadece dini bir vecibenin yerine getirilmesi değil, aynı zamanda ruhumuzun derinliklerine dokunan, bizi birbirimize daha da yakınlaştıran ve içsel bir yenilenme fırsatı sunan çok boyutlu bir olgudur.
Bizler, sadece biyolojik varlıklar olarak hayatta kalmakla yetinmeyiz. Varoluşumuzun anlamını, canlılığımızın her anını hissederek idrak ederiz. Bu bağlamda bayram, modern hayatın koşturmacası içinde sıklıkla unuttuğumuz "burada ve şimdi" olma halimizi bize yeniden hatırlatan nadir anlardan biridir. Günlük yaşamın monotonluğu ve telaşı altında bastırdığımız duygular, bayramın o kendine has atmosferinde yavaş yavaş su yüzüne çıkar. Sevdiklerimizle bir araya gelmenin verdiği huzur, geçmiş bayramlara dair tatlı hatıraların canlanması, geleceğe dair umutların yeşermesi gibi pek çok duygu, bayramın ruhumuzu nasıl beslediğinin somut göstergeleridir.
Özümüze bakma fırsatı
Ramazan ayının sonunda idrak ettiğimiz Ramazan Bayramı, sadece dini bir ibadetin tamamlanması anlamına gelmez. Aynı zamanda, özüne baktığımızda, kişinin kendi iç dünyasına ve çevresindeki insanlara yeniden dönme, onlarla bağlarını güçlendirme anıdır. İbrahimi dinlerdeki önemli bir ibadet olan itikafın manevi inzivası gibi, Ramazan Bayramı da Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberlik öncesi ve sonrası dönemlerindeki yalnızlığını ve bu yalnızlıkta yaşadığı derin dönüşümü hatırlatır. Belki de bu mübarek günü, sadece köklü bir geleneğin kutlanması olarak değil, aynı zamanda içsel bir arınma ve yenilenme festivali olarak da okuyabiliriz. Tutulan oruçlarla nefsimizi terbiye ettiğimiz, yapılan ibadetlerle ruhumuzu arındırdığımız Ramazan ayının ardından gelen Bayram, bu manevi sürecin bir nevi ödülü ve kutlamasıdır.
Ramazan Bayramı, sadece bir inancın ritüeli değil, aynı zamanda insanın kendine ve başkalarına dönme çağrısıdır. İbrahimi bir gelenek olan itikafın devam ettiricisi Muhammed'ül Emin'in vahiyle aydınlanan ve değişen hayatının Hz. Muhammed oluşuyla beraber kutlanması da olan Ramazan ayına yakışan bir bayram, hem geleneği hem de insanın kendine dönüşünün kutlaması olarak okunabilir mi acaba?