Satılacak malı ışıltılı büyüsü ile bire bin gösteren “vitrin” bize Batı’dan gelmiştir. Bizim dükkânların açılır-kapanır ahşap kepengi vardır. Akordeon misali kepengi açarsın, önündeki tezgaha malları dizer müşteri beklersin. Çarşı’nın gece hayatı yoktur, akşam ezanının önü sıra dükkânlar kapanır.
(Diyeceksiniz ki Mustafa Kutlu yine bize eski günlerden bahsediyor. Elbette. Hususen bunu yapıyorum. Yeni bir hikâye yazacak isek eski günleri inşa eden ilkelerden ders almalıyız. İlkeleri tespit etmeden bugünü anlayamaz, yarına bakamayız. Dijital teknoloji ile yarını kurmak isteyenler kapitalizmin “ağ”ına düşmekten öte gidemez.)
Gün sabah ezanı ile başlar. Esnaf, zenaatkâr, tüccar namazı camide cemaatla kıldıktan sonra Besmele ile dükkânını açar, önce çırak, kalfa veya bizzat mal sahibi tarafından dükkânın önü sulanıp süpürülür. İç mekân temizliği ve düzeni yapılır.
Âdete ve alışkanlığa göre bir süre sonra bitişikteki ciğer kebapçıda yahut kelle-paçacıda, çorbacıda kahvaltı edilir. Çay neden sonra âdet olmuştur. Dükkândan ayrılmayanlar için imdada seyyar esnaf yetişir. Mevsimine göre şerbetçi, salepçi, su muhallebicisi, söğüşçü, simitçi, kurabiyeci, börekçi gelir-geçer. Arzu edenler bunları tercih eder, yerine göre lavaş ekmek-tulum peyniri, karpuz veya üzümle kifaf-ı nefs edenler de bulunur.
Gelen müşteri tanıdık olsun olmasın önce hal-hatır sorulur. Müşteriye yer gösterilip oturtulur. Çay-kahve ikram edilir. Hastalıktan sağlıktan, maldan davardan, havalardan, ortalığın durumundan (Bu tabirin içine ilim-fikir-sanat-siyaset-gelir-gider, düğün-dernek, doğum-ölüm, askerlik ve umum âsayiş ile hükumet işleri vb. dahildir) konuşulur.