Kur’an-Hadis Dengesi Ve Müslümanların Vahdeti
MAKALE
Paylaş
19.07.2022 18:27
533 okunma
Dr. Hasan Eryılmaz

3.2.  Hikmet; (TDV İslâm Ansiklopedisinden Özeti)

Hikmetin ne olduğunu, Elmalılı Tefsiri esas olarak ortaya koymuş ise de, hikmet konusu sadece tefsir ile sınırlı değildir. Hikmetin tefsir dışındaki hadis, fıkıh, kelam, felsefe, tasavvuf gibi İslami bilgi disiplinleri ile olan geniş bağlantıları dolayısıyla, daha fazla bilgiye ihtiyaç vardır. Hikmetin tüm bu konularla ilgili tarifleri de,  TDV İslâm Ansiklopedisi, “Hikmet” maddesinden alınacaktır. 16 büyük sayfa uzunluğundaki çok kapsamlı bu madde, yine çok kısaltılarak alınmıştır.

Tefsirde Hikmet:

Cürcânî Hikmetin “ilim-amel bütünlüğü, gerçeği ifade eden her türlü söz” gibi anlamlarına işaret eder. Tehânevî, bunların yanında (ilmü’l-hikme) tabirinin felsefe karşılığında kullanıldığını belirtir. Hikmete “Kur’an tefsiri, Kur’an ilmi” karşılıkları da verilmiştir. (Müfredât) Taberî’ye göre, hikmet; hak ve bâtılın arasını ayırıcı özelliğiyle hükümden alınmıştır…  Peygamberin kendisine indirilen kitabı öğretme sürecinde, ilâhî hükümleri nasıl açıklayacağını bilmesine ve onları bildirmesine, bu şekilde elde edilen bilgiye hikmet denir…     Zemahşerî, Allah’ın dilediğine büyük bir hayır olarak verdiği hikmeti (Bakara 269),  “ilim ve amel uygunluğu” şeklinde yorumlar…    Râzî,  “Allah ona (Îsâ’ya) kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek” (Âl-i İmrân 48) ile ilgili olarak, hikmetin Tevrat ve İncil’den önce zikredilmiş olmasını, ilâhî kitaplara ait sırların ancak aklî ve şer‘î ilimlerin kavranmasıyla öğrenilebileceğine bağlamaktadır…  “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et; onlarla mücadeleni en güzel şekilde yap” (Nahl 125) âyetinde geçen hikmeti, “kesin delillere dayanan bilgi” şeklinde açıklar. Bu davetin hedef kitlesi, Râzî’nin “araştırmacı hakîmler, hikmet sahipleri” dediği entelektüel zümredir…     Kurtubî, “Onlara kitabı ve hikmeti öğretir” (Bakara 129.) âyet tefsirinde hikmeti “kitabın doğru yorumu ve uygulanması” anlamıyla sünnet… Bakara 231’deki hikmeti, “kitapta bulunmayan şeyler hakkında Resûlullâh’ın dilinden Allah’ın muradını açıklayan sünnet” şeklinde tefsir etmektedir… İbn Kesîr de hikmetin peygamberliğe hasredilemeyeceğini ileri sürmektedir. Zira hikmetin peygamber olmayanlara da verildiği bilinmektedir…   Âlûsî, Allah’ın dilediği kimseye verdiği hikmetin (Bakara 269), peygamberin getirdiği şer‘î bilgilere nisbeti içinde anlaşılması gerektiğini, Demokritos, Eflâtun ve onların izinden gidenlerin görüşleri anlamına gelmeyeceğini belirtmektedir… Çağdaş müfessirlerden Abduh, Bakara 269. Ayet hikmetini,  “Allah o kimseye olgun bir akılla bu aklı en güzel şekilde kullanma iradesini verir” şeklinde yorumlamıştır.

Hadiste Hikmet:

“Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde alır” (İbn Mâce, Tirmizî,) hadisi; bilgi ve doğru sözün, nereden geldiğine bakılmaksızın alınabileceğine işaret etmiştir…   İbn Abbas’ın Kur’an tefsirinde otorite sayılması ve “Resûlullah bana hikmet verilmesi hususunda duada bulundu” (Tirmizî) şeklindeki rivayet arasında ilişki kurulduğunda, hikmetin “Kur’an’ın doğru anlaşılıp yorumlanması” anlamında kullanıldığı ortaya çıkar. İslâm’ın ilk nesilleri arasında, hikmet kelimesinin tecrübe birikimi ürünü özlü sözler anlamında kullanıldığını gösteren örnekler çeşitli hadis kitaplarında vardır. (İmam Malik, Dârimî, Buhârî) Ancak bu tür hikmetli nakillerin bağlayıcı olmadığı Buhârî’de nakledilir. Şair, kâhin ve hakîmlerin de sarfettiği hikmetli sözler, anonimleştiğinde mesel adını alıyordu. İslâmî dönem edep kitapları,  hikmetli sözleri zikretmişlerdir…  İbn Kuteybe Hz. Îsâ’nın “Domuzlara inci takmayın, çünkü onun kadrini bilmezler. Hikmeti aramayana vermeyin, zira hikmet inciden de değerli olup bunu istemeyenler domuzdan daha kötüdür.”  sözünü nakleder…

Felsefede Hikmet:

Tercüme faaliyetlerinin başlamasıyla birlikte hikmet teriminin daha çok “felsefe, felsefî ilim, aklî ilimler” karşılığında kullanımı yaygınlık kazanmıştır. Kindî, felsefeyi “hikmet sevgisi” olarak tanımlamakta ve filozoflar için “hükemâ” tabirine yer vermekte… Aristo mantığını çeviren İbnü’l-Mukaffa, felsefe anlamında kullandığı hikmeti ilim ve amel şeklinde iki kısma ayırmıştır. Ünlü hekim Ali b. Rabben et-Taberî, tıp kitabı eserine Firdevsü’l-ḥikme adını vermiştir. Bu eserde hikmet kelimesi hem tıp hem felsefe anlamında kullanılmıştır. Me’mûn tarafından kurulan Beytülhikme’de çalışan İbn İshak, eserinde İslâm öncesi felsefe akademilerine “büyûtü’l-hikme” tabirini kullanmaktadır… İbn Fâtik, Eflâtun’a nispet ettiği “mutlak hikmetle yalnızca Tanrı’nın nitelendirildiği” yolundaki Pisagoryen yaklaşım, hakîm olan Allah’a inanan müslümanlar için de mâkuldü…       Fârâbî, hikmeti “en üstün ilimle akletmek” şeklinde tanımlamakta (nazarî felsefe), bir eserinde tabii ilimleri de hikmetin içine almaktadır…    İhvân-ı Safâ, din âlimleri ve filozofları, “ehlü’l-mille” ve “ehlü’l-hikme” tabirleriyle ifade etmiştir…        İbn Sînâ;  gerçek anlamda hikmet metafiziktir (el-felsefetü’l-ûlâ), matematik, fizik, mantık, siyaset ve ahlâk gibi ilimler mutlak anlamda hikmet sayılmaz çünkü bunlar cüz’î varlık alanlarını inceler dese de, Aḳsâmü’l-ʿulûmi’l-ʿaḳliyye risâlesinde yer alan hikmet, nazarî bilgi edinme yanı sıra fiilleri edinmeyi de kapsamakta… İbn Miskeveyh’in, el-Ḥikmetü’l-ḫâlide’ eserinin adı bile hikmetin evrenselliği ve sürekliliği fikrini vurgulamaktadır. İbnü’l-Heysem, Maḳāle ʿan s̱emerâti’l-ḥikme, eserinde hikmet bütün doğruları bilmek, yararlı bütün şeyleri yapmaktır…    Râgıb el-İsfahânî; en genel tanımıyla hikmet faydalı olan her ilme, doğru olan her amele verilen isimdir. Kur’ân-ı Kerîm’de hikmetin kitaptan ayrı anıldığını, kitabın ancak vahiyle, hikmetinse akılla anlaşılabilen konuları “resm ettiğini” belirtir. Ona göre kitap ve hikmetin Allah’tan inzâl edildiğinin âyetlerde belirtilmiş olması birinin diğerine olan ihtiyacı sebebiyledir, kitap olmasaydı akıl şaşkınlığa düşer, akıl olmasaydı kitap yararsız kalırdı…   Şehristânî,  el-Milel ve’n-niḥal’de, Grek filozoflarının öğretilerini hikmet terimini kullanarak aktarır, Rum hükemâsı ise “hikmetin sütunları”dır… Gazzâlî:  “ashâbü’l-hikme” şeklinde adlandırdığı kesimi, “Allah’ı ve onun dinini bilen âlimler” olarak tanımlamakta,  peygamberlerden sonraki en şerefli kesimin âlimler olduğunu söylerken buna hikmetin akılla idrak edildiği hususunu ilâve etmektedir… Hükemânın tefekkür yoluyla ortaya koyduğu nazarî ilimler, vahiy yahut ilham yoluyla olur, ilkine nebevî, ikincisine ledünnî ilim denir…  XII. Yüzyılın sonlarına doğru hikmet terimini felsefe karşılığında yaygın şekilde kullanılır, felsefî ilimler için “el-ulûmü’l-hikemiyye”, felsefî araştırma yöntemi anlamında da “en-nazarü’l-hikemî” tabirleri kullanılmaktadır…       Sühreverdî,  kadim hikmet geleneğine ısrarla atıfta bulunur, kendini eski Yunan ve İran kollarının İslâm düşünce dünyasında buluştuğu kimse olarak görür…  İbn Rüşd, felsefe karşılığında hikmet terimi, umumi felsefe literatürü için de “hikmet kitapları” tabirini kullanmıştır... “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde tartış” (Nahl 125) ayetindeki hikmeti, felsefenin burhanî yöntemi şeklinde anlar. İbn Rüşd’e göre ilâhî mesajın yorumlanmasında,  hikmet yolunu felsefe, güzel öğüt yolunu nasihat, en güzel şekilde tartışma yolunu da kelâm (yahut cedel) ilmi temsil etmektedir. “Her nebî hakîmdir, ancak her hakîm nebî değildir”…  Râzî, hikmet ve hakîm terimlerini, felsefe ve filozof karşılığında belirlemiştir. Allah’ı bilmenin iki temel yolunun, metafizikçi filozofların istidlâlî yolu ile, mutasavvıfların riyâzet yolu olduğunu belirtir… İnsanî nefsin bilen ve yapan olarak iki temel gücü vardır. İlkinin görevi doğruyu bilmek, ötekinin görevi bedeni doğru davranışlara yönlendirmektir. Bilme gücü daha üstündür…                 İbn-ül-Arabî; hikmet özel bir bilgidir. Gerçek anlamda hakîm, hikmetin bilgisine sahip olmakla kalmayıp bu bilgiyi kullanan, uygulayan ve onunla hükmedendir. Hikmetin amelî yönü, onu yalnızca teorik bir bilgiden ibaret olmaktan çıkarır…

Osmanlı ilim anlayışını yansıtan Taşköprüzâde Ahmed Efendi;  hikmeti felsefe ile özdeşleştirmekte, üstatları arasında Eflâtun, Aristo ve Fârâbî gibi filozofları zikretmektedir… Kınalızâde Ali Efendi: “Hikmet, mevcûdâtı ne halde ise ol hal üzre bilmektir” der.             Kâtib Çelebi, Keşfü’ẓ-ẓunûn’da,  kısa bir İslâm felsefesi tarihinden sonra, İslâm âlimlerinin hikmet ilimlerinde şeriata aykırı unsurlar bularak, İslâm akaidi için kelâm ilmi adıyla bilinen bir disiplin geliştirdiklerini, fakat daha sonra gelen kelâmcıların felsefeden şeriata aykırı olmayan unsurları alıp kelâmla felsefeyi bir senteze tâbi tuttuklarını ve bu öğretinin İslâm felsefesi haline geldiğini yazar…   Erzurumlu İbrâhim Hakkı, hikmeti,  kaynağı ilâhî ilham olan, öğretimle kazanılmayıp riyâzetle elde edilen bir bilgi sayar. Velîlere has bir lutuf olan ilâhî hikmet, ilimden üstün olduğu için hakîm-i ilâhî, ulemâdan daha şereflidir. (Mârifetnâme)…

Tanzimatçılar hikmet terimini, modern felsefe karşılığında kullanmışlardır. Ahmed Midhat, hem İslâm hem de Batı felsefesi için hikmet veya hikemiyat tabirlerine yer vermiştir, Beşir Fuad, Fransız ansiklopedistlerini ulûm ve fünuna vâkıf diye, hakîm olarak anmaktadır.

Kelamda Hikmet:

Dil âlimleri hikmeti, hem bilgide hem davranışta mükemmellik şeklinde iki yönüyle ele almış,  birincisine “nazarî hikmet”,  ikincisine “amelî hikmet” adını vermişlerdir. Mâtürîdî’ye göre hikmet, “Her şeyi yerli yerine koyma” şeklinde, “adl”in de karşılığıdır (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân)…  Hikmet, Allah’ın mahlûkata ve insanlara yönelik faaliyetlerini kapsar ve her işi yerli yerinde yaptığını (muhkim) ifade eder. Hikmet işlerin düzen ve inceliklerini, bütün yönleriyle bilmektir... Mâtürîdî âlimleri hikmeti, Allah’ın ezelî-zâtî bir sıfatı olarak kabul ederler. Allah’ın hakîm, fiillerinin de hikmetli olduğu, bundan dolayı yaptıklarında herhangi bir zulüm veya sefehin söz konusu olmadığı hususu bütün kelâmcıların ortak görüşüdür…  Mu‘tezile kelâmcıları Ehl-i  sünnet’i de dâhil ettikleri Cebriyye’yi, Allah’ın her şeye gücünün yetmesini öne çıkararak, O’nun fiillerini hikmetten yoksun bırakmakla suçlarlar. Allah’ın hakîm, fiillerinin hikmetli olduğunu Ehl-i sünnet kelâmcıları da kabul etmekle birlikte bunlar, ilâhî fiillerin illete dayandırılmasını reddederler. Allah zâtıyla hâlik olup O’nun herhangi bir şeye muhtaç olan varlık konumuna düşmesi söz konusu değildir (Mâtürîdî).  O dilediği gibi hükmeder, hiç kimsenin O’nun üzerinde bir velâyeti veya otoritesi yoktur (Bâkıllânî, Pezdevî, Şehristânî).  Allah yaptıklarıyla ilgili olarak sorgulanamaz (Şehristânî)… Ehl-i sünnet âlimleri hikmeti ispat ederken ilâhî kudreti sınırlandırmayı, herhangi bir şeyin Allah için gerekli olduğunu söylemeyi doğru bulmamışlardır.         İbnü’l-Arabî’ye göre, Ezelî varlık illetlerle sorgulanamaz (el-Fütûḥât). Gerçi Allah’ın bütün fiilleri hikmetin bizzat kendisidir, ancak hikmetin O’nun için gerektirici duruma yükseltilmemesi ve Allah’ın mahkûm konumuna düşürülmemesi icap eder, ahkemü’l-hâkimîn olanın fiilleri hikmetle illetlendirilemez... Selef âlimleri (İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye), Kıdem söz konusu olmadığında, hikmete başka bir illet gerekmez der ve Eş‘arîler’in, aklın onayını ve dolayısıyla hikmeti tamamen dışlamak suretiyle aksi yönde bir aşırılığa düştüğüne,  isabetli fiiller ise fâilinin hikmet sahibi olduğuna, işaret eder… Muhammed Abduh da Mu‘tezile’yi, Allah’a zorunluluk isnat eden ve O’nu verilen emirleri yerine getirmek mecburiyetinde olan bir mükellef konumuna düşürmekle suçlar.      Allah’ın fiillerinde hikmet olduğuna dair örnekler veren İzmirli İsmail Hakkı da, Eş‘ariyye ve Mu‘tezile gibi kelâm ekollerine eleştiriler yöneltir. Her şeyi en güzel biçimde yarattığını, tabiatı oluşturan bütün üniteleri boşuna ve eğlence olsun diye değil hak çerçevesinde vücuda getirdiğini beyan eden Allah (Secde 7,  Sâd 27,  Duhân 38-39),  fiillerinde hikmetin varlığını teyit etmektedir. Hz. Âdem’in yaratılış sebebini anlamayıp itirazda bulunan meleklere Allah’ın kendilerinin bilmedikleri şeyleri bildiğini söylemesi, dolayısıyla bir sebebinin bulunduğunu ima etmesi (Bakara 30),  Allah’ın yaratmasında, fiil ve teşrîinde hikmetin mevcudiyetini destekler. Allah’ın yaptıkları sebebiyle sorgulanmayacağını belirten (Enbiyâ 23) de ise, hikmetin yokluğuna değil, hikmet, gaye veya illet denilen şeylerin onun özgürlüğünü kısıtlamadığına işaret vardır…

Hukukta Hikmet:

İslâm hukukçularına göre hikmet, “hükmün konuluş amacı, makāsıd-ı şâri‘ ve bu hükümle sağlanmak istenen maslahat” anlamındadır… Molla Fenârî’nin hikmeti “hükmün konuluş gerekçesi olan maslahat” olarak tanımlaması, hikmetin bu iki yönünü açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu bakış açısı, hemen hemen Sünnî, Şiî ve Mu‘tezilî bütün gruplarca müdafaa edilmekle birlikte bu maslahatların, sınırsız olaylarda hangi yolla gerçekleşeceği hususu, farklı yaklaşımlar ve metotlar ortaya çıkarmıştır.  Özellikle Sünnî hukukçular tarafından yaygın olarak benimsenen usul,  nassın dayandığı illeti belirleme (ta‘lîl) ve bunun özellikle hukuktaki teknik-metodik mekanizması olan kıyastır… Bu amaçla yapılan ta‘lîl sonucunda keşfedilen sırlar da hikmet olarak adlandırılmaktadır. Hikmeti “hükmün teşrî kılınmasına uygun düşen münasip mâna” şeklinde tanımlayan bu anlayışa göre, yolculukta meşakkat bir münasip mâna olup sefer ruhsatlarının teşrî‘ kılınmasını gerektirmiştir. Bu anlamı itibariyle hikmet “illet” mânasında kullanılmıştır,  illet “gerçekleştirilmesi istenen maslahat veya kaçınılması gereken mefsedetin giderilmesi için hükmün teşrî‘ kılınmasına sevkeden hikmet” dir (Şevkânî, İsmail Hakkı İzmirli)…  Çünkü bir hükmün hikmeti o hükümden güdülen amaç, yani şâriin o hükmü koymakla gerçekleştirilmesini istediği maslahat veya giderilmesini istediği mefsedettir. Hükmün illeti ise söz konusu hükmün kendisi üzerine bina edildiği, hükmün varlığı kendi varlığına, yokluğu da kendi yokluğuna bağlandığı açık ve istikrarlı bir niteliktir… Molla Fenârî illeti “etkin sebep” (es-sebebü’l-fâilî), hikmeti ise “amaçsal sebep” (es-sebebü’l-gāî) olarak nitelemiştir. Hikmetle sebep arasında iki önemli fark;  sebebin açık (zâhir) ve istikrarlı olması gerekir, hikmette böyle bir bağlılık şart olmadığı için, çok defa gizli (hafî) ve istikrarsız bir şekilde bulunur.  Yolculuk halinde namazı kısaltmanın illeti yolculuk değil meşakkat iken, usulcüler mazbut olmadığı, kişiden kişiye ve yolculuğun durumuna göre değişeceği gerekçesiyle meşakkati illet olmaktan çıkarıp, sebebi (yolculuk) mazbut olduğu gerekçesiyle, illet yerine koymuşlardır…

İllet-hikmet görüşleri üç grupta toplanabilir: 1. Usulcülerin çoğunluğuna göre hikmetle ta‘lîl mutlak olarak câiz değildir. 2. Hikmetin açık ve istikrarlı olması halinde, hikmetle ta‘lîl, daha uygun ve evlâdır (Âmidî). 3. Hikmetin doğrudan hükmün illeti olması uygun ve evlâdır (Râzî)...  Usulcülere göre illeti tesbitten maksat, onun karışıklığa meydan vermeyecek şekilde açık, istikrarlı olması gereklidir. Hâlbuki hikmette bu özellikler bulunmaz.  “Şer‘î hükümler hikmetlerine değil illetlerine göre cereyan eder”.   Hatta, “illeti varsa hüküm de vardır, hikmete aykırı düşse bile; illeti yoksa hüküm de yok olur, hikmeti mevcut bulunsa bile” şeklinde genel bir kural haline getirmişlerdir. Buna göre dinen yolcu sayılan kişi her ne durumda olursa olsun dört rek‘atlık namazları iki rek‘at kılabilir. Bu hükmün hikmeti olan meşakkat bulunmadığı zaman,  hüküm yine böyledir, zira burada hükmün illeti yolculuktur ve bu vasıf da mevcut bulunmaktadır. Öte yandan dinen yolcu sayılmayan, fakat taş veya maden ocağında ocakçılık yapan ya da hamallık gibi ağır meşakkatlere mâruz kalan bir kişi namazları kısaltamaz. Çünkü burada hükmün hikmeti olan meşakkat bulunmakla birlikte hükmün illeti olan yolculuk mevcut değildir… Böyle bir yaklaşım tarzı,  kıyastaki illetin, vasıf yani hikmet anlamına da gelebileceği hususunu ortadan kaldırmaz. Ayrıca nas bulunmayan durumlara ait hükümlerin istidlâl edilmesinde;  mânaya delâletleri sırasında birden fazla ihtimale açık olması veya cüz’î deliller arasında bir çelişki bulunması durumunda,  aralarını uzlaştırmak veya onlardan birini tercih etmek için öncelikle nasların ihtiva ettiği hikmetlerin bilinmesine ihtiyaç vardırHikmet, özel amaçların kendine göre test edileceği bir kriter olarak önemle korunmuştur.

Tasavvufta Hikmet:

Hikmet tasavvufta “ilâhî sırların ve gerçeklerin bilgisi, sebeplerle sonuçlar arasındaki ilişkilerde, ilâhî iradenin rolünün keşfedilmesi” anlamında kullanılır… Hikmet keşf yoluyla ulaşılan bilgidir…  Bâyezîd-i Bistâmî’ye göre, hikmetle mârifet aynı anlama gelir…   Hikmet, ehli olmayana verilmez, hikmet özenle korunan gizli bir bilgidir. Bu bilgiye sahip olan kişiye hakîm denir...       Herevî’ye göre hikmetin birinci derecesi bir işi bilip tanımak, ikinci derecesi bunu ifade etmek, üçüncü derecesi onu uygulamak ve yaşamaktır, ama hikmeti konu alan en ünlü tasavvufi eser, İbnü’l-Arabî’nin Fuṣûṣü’l-ḥikem’i tamamıyla teorik mahiyettedir… Ahmed Yesevî’nin hikemî şiirler eseri de Dîvân-ı Hikmet adıyla anılır. Bazı sûfîler “hakîm” lakabı taşır…   Hakîm Ata Süleyman Bâkırgānî Türkistan’da meşhur olup, “Her gördüğün kişiyi Hızır bil, her geceyi Kadir bil”, “Herkes yahşi biz yaman, herkes buğday biz saman” özdeyişleri hikmet örnekleridir.

(Devam edecek)

 

 

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya