Putperestlikten bir türlü vazgeçmeyen Mekkeli müşrikler, İslam nurunu söndürmek amacıyla ilk Müslümanlara karşı her türlü zulüm ve işkenceyi reva görmüşler, nihayet onları göçe zorlamışlardı. Allah’ın izni ile Medine’ye hicret gerçekleşmişti. Ancak müşriklerin hesabı tutmamış, İslam dini Medine ve çevresinde hızla yayılmaya devam etmişti.
Batıl da olsa inançlarında azimli ve kararlı olan müşrikler İslam’ı yok etmek üzere bu defada Medine’ye saldırılar düzenlediler. Bu saldırıların ilki Mekke’ye on günlük mesafedeki Bedir’de gerçekleşti. Kalabalık ve güçlü bir ordu ile gelen Mekkeli müşrikler, burada Peygamber (s.a.v.) komutasında savunma harbi yapan az sayıdaki İslam ordusu karşısında büyük bir hezimete uğrarlar. Başta Ebu Cehil olmak üzere yirmi kadar ileri gelenle beraber toplam yetmiş kayıpla Mekke’ye elleri boş olarak geri dönerler. Ancak Mekkeliler davalarından yine de vazgeçmezler. İslam’ı yeryüzünden silmeye kararlıydılar. Üstelik Bedir’de kayıpları olmuştu. Onların da intikamı alınmalıydı.
İşte bu maksatla, sözde bir kervan baskınını bahane eden Mekkeliler, Ebu Süfyan komutasında üç bin kişilik bir orduyla Müslümanlara yeniden saldırırlar. Yıl, Miladi 625.
İSTİŞARE İLE ALINAN KARAR
Müşrik ordusu Çarşamba günü Medine civarındaki Uhud dağına iner. Mekkelilerin Medine’ye saldırı hazırlıklarını haber alan Hz. Peygamber (s.a.v.) arkadaşlarıyla istişare eder. Kim olduğunu çok iyi bildiği (Münafıkların reisi) Abdullah b. Übey b. Selul’ü de çağırır. Bundan önce onu çağırmazken, bu defa onu da davet eder. Mekkelilerin saldırılarına karşı nasıl bir yol izleyeceklerini görüşür, hatta rüyasına anlatır, Medine içinde kalarak savunma harbi yapmaktan yana olduğunu bildirir. Abdullah b. Übey b. Selul de bu fikirdedir. Ancak Bedir savaşına yetişememiş olmakla, onlar hakkındaki ilahi ikramlardan mahrum kaldıklarını düşünen bazı Müslümanlar ve özellikle gençler: “Ah keşke biz de Bedir ashabı gibi öldürülüp şehid olsaydık” diye görüş bildirir ve bunda ısrar ederler.
KARARLI DURUŞ
Nihayet düşmanın Uhud’da karşılanmasına karar verilir. Peygamberimiz zırhını giyer. Fakat şehid olma düşüncesiyle cephe harbinde ısrar edenler: “Biz ne kötü şey yaptık, Resulullah’a vahiy gelirken ona karşı fikrimizde ısrara kalkıştık” diye pişman olurlar. Resulullah da: “Bir peygamber zırhını giyince artık savaşmadan onu çıkarması yaraşmaz” buyurur ve Cuma namazından sonra bin kişilik bir kuvvetle Uhud’a hareket ederler.
Yolda, Medine ile Uhud arasında altı yüz kişilik silahlı bir Yahudi kuvvetine rastlarlar. Resul-i Ekrem, bu Yahudileri ordusuna kabul etmez. Çünkü bunların Abdullah b. Übey b. Selul ile çok sıkı fıkı olduklarını bilmektedir. Cumartesi günü sabahleyin Uhud’da Şi’b adlı yere varır. Kendisi yaya olarak yürümektedir. Ashabını harb için mevzilere yerleştirir ve safları tanzim eder. O kadar ki biraz çıkmış bir göğüs görse “geri çekil” demek suretiyle yapılan bir tanzimdir bu.
Vadinin bir yanına yerleşir, gerek kendisini ve gerekse askerinin arkasını Uhud’a verir. Abdullah b. Cübeyr’i okçuların başına komutan yapar: “Oklarla bizi müdafaa ediniz, arkamızdan gelmesinler” buyurur. Ve kendisinden kat’i emir gelmedikçe kimsenin yerinden ayrılmamasını ve bozguna uğrasa bile düşmanı takip etmemeleri emrini verir. Ve hatta bu okçular, Müslümanların yenildiğini görseler, yardım için bile olsa yerlerini terk etmeme emrini almışlardır.
FİTNE BOŞ DURMAZ
Bu arada münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selul boş durmamaktadır. Hz. Peygamberin “çoluk çocuğun fikrine uyduğunu ileri sürmekte” adamlarına da: “Muhammed düşmana ancak sizinle galip gelir... Şu halde (Müslümanların) düşmanlarını gördüğünüz zaman siz bozulunuz, arkanızdan onlar da bozulur, iş Muhammed’in dediğinin tersine olur” şeklindeki yıkıcı ve bozguncu propagandasını işletmektedir.
Nihayet iki taraf karşılaşınca Abdullah b. Ubey emrindeki üç yüz kadar adamıyla beraber bozuluverir. İslam ordusu birden bire yedi yüz kişi kalır. Buna rağmen Allah’ın yardımıyla müşrikler yenilgiye uğratılır. Böylece Allah-ü Teala’nın vaadettiği ve Resulullah’ın buyurduğu (Zafer) ortaya çıkar. Fakat Şi’b geçidini tutmakta olan okçular, düşmanın bozulduğunu görünce sabredemezler, geriye kaçanları takibe koyulurlar. Ve Resulullah’ın emrine uymayıp, biraz da ganimet hırsıyla, Resulullah’ın gösterdiği yeri -birkaçı hariç- terk ediverirler.
Düşmanın sağ cenah komutanı olan ve bu durumu gözleyen Halid b. Velid, kalan okçuların azlığını ve arka tarafın boş kaldığını görünce, derhal arkadan iki yüz elli kadar süvari ile Şi’b tarafından şiddetli bir hücum yapar. Kalan okçuları şehit eder. İslam askerini arkadan vurarak dağıtır ve bütün kuvvetleri ile Resulullah’a doğru hücum eder... Peygamberimizin yanından ayrılmayan küçük bir grup şiddetle çarpışır. Bu arada atılan bir taşla sevgili peygamberimizin dişi kırılır... Kurt kuyularından birine yan üstü düşer, zırhından yüzüne batan iki halka yanağını yaralar...