1975'lerden beri, yani yarım asra yakın bir zamandır tanıdığım Mustafa Karahasanoğlu Bey, dün ikindi namazından sonra da İstanbul- Fatih Câmii'nden, dualarla ebediyet âlemine uğurlandı.
Mustafa Karahasanoğlu, -sanırım herkesçe kabul edilir ki, kurduğu uzun soluklu yayın kuruluşuyla, bizim camiamızdaki ender başarılı örneklerden birisidir. Çünkü yayın organları, para öğüten bir değirmen gibidir, nicelerini öğütmüş, un-ufak etmiştir.
12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nden sonra ülke dışına çıkmak mecburiyetimden dolayı, irtibatımız kesilmişti. Mustafa Bey ise, Millî Gazete'de Gn. Yayın Md.lüğü yaptığı dönemlerde edindiği tecrübelerle, Vakit, Beklenen Vakit, Akit, Yeni Akit vs. gibi değişik isimlerle bir yayın kuruluşu oluşturmuş ve bir istikrarlı çizgi tutturmuştu.
11 Eylûl 2001'de Amerika'da, New York'ta, Dünya Ticaret Merkezi diye anılan ünlü 'İkiz Kuleler'in yıkılmasına ve 3 binden fazla insanın ölümüne yol açan ve dünyayı şoke eden büyük hadiselerin zihinleri alt-üst ettiği günlerde, Frankfurt'ta buluşmuş ve uzuuun bir sohbet sonunda, Akit gazetesinde yazmamı teklif etmişti.
Böylece, 2001-2009 arasında, haftada 6 yazı olmak üzere, 8 yıl Akit'te yazdım. Yazılarımı Almanya'dan gönderiyordum ve aramızdaki irtibat, ya bizzat kendisi ya da kardeşi Ali İhsan Bey aracılığıyla olurdu.
8 yıllık bir teşrik-i mesaîden geriye, münasebetimiz hep karşılıklı anlayış ve saygı çizgisi çerçevesinde olmuştur.
Mustafa Bey, Müslüman halkın İslâmî hassasiyeti yüksek belli bir kesiminin fiilî sözcüsü durumundaydı ve bu yüzden, tabiatiyle bazı çevrelerin hışmını üzerine çekmiş, doğru olduğuna inandığı bir çizgiden fire vermemeye özel bir dikkat göstermiştir.
Mustafa Bey, merhûm Şevket Eygi Ağabey'den sonra, bu alanda derin izler ve etkiler bırakmış bir isim olarak anılacaktır.
Mustafa Karahasanoğlu'na çıktığı ebediyet yolculuğunda 'rahmet-i ilâhî'nin yoldaşlık etmesi niyazıyla, geride kalan yakınlarına, mesaî arkadaşlarına ve onunla özdeşleşmiş yayın çizgisine muhabbet besleyen okuyucularına başsağlığı diliyorum. Allah'u Teâlâ rahmet eyleye...
Bir diğer konu...
Müslümanlara yakışmayan bir heykel özentisi...
Geçenlerde fâni dünya hayatına vedâ eden Râsim Özdenören Ağabey'in ve Maraş'lı diğer bazı 'kalem arkadaşları' adına Maraş'ta bir müze düzenlenmiş ve bu arada, Râsim Bey'in de balmumundan heykeli yapılmış. Merhûm Râsim Ağabey, kendisinin heykelinin yapılacağını bilseydi (betondan, taştan, ağaçtan veya balmumundan olması fark etmez) , ona asla sıcak bakmazdı sanıyorum.
Çünkü yıllarca önce birileri, Tayyîb Bey'in de heykelini yapmaya kalkışmış ve bu yolda, üretime geçmeyi tasarlayıp, gerekli kalıpları tedarik etmişti.
Ancak konudan Tayyib Bey haberdar olunca, hemen, 'Bizim inancımızda böyle şeylere yer yoktur...' diyerek o yolu tıkamış ve Tayyib Bey'in bu tutumunu kendi aramızda alkışlamış; hattâ, M. Âkif'in, Mısır'da piramitlerindeki mumyalanmış cesedler karşısında, 'Evet, bütün beşerin hakkıdır, beqaa emeli, /Lâkin, bunu ne taştan, ne de leşten beklemeli.' şeklindeki fevkalâde güzel ve düşündürücü mısraları okumuştuk ve de, Râsim Ağabey, İslâm öncesinde, Mekke'de Cahiliyye insanlarının, 'süt, yağ ve balmumu'ndan dev putlar dikip; açlık zamanlarında ise, o putlarını yediklerini anlatmıştı.