Otobüslerimiz Uhud’a yaklaşırken bir derse daha işaret etmeye çalışalım.
“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakilerden sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık.” (3/118)
“Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider, başınıza bir kötülük gelse onunla sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’tan gereğince korkarsanız, onların hileleri size hiç bir zarar vermez; çünkü Allah onları kendi amelleriyle kuşatmıştır.” (3/120)
Herhalde bizim fazla bir açıklama yapmamıza hiç gerek yok. Çünkü Cenab-ı Allah: ‘Düşünürseniz, biz size ayetleri açıkladık’ buyuruyor. O halde biraz, birazcık düşünelim.
Müminler, kendilerinden olmayan (Kafir ve münafık) ları iç yüzlerine vakıf olacak şekilde özel işlerinde dost ve sırdaş edinip, işlerine onları karıştıracaklar mı, karıştırmayacaklar mı, karıştırırlarsa sonuç ne olur? Yol üzerindeki silahlı Yahudiler İslam ordusuna alınmamış ancak münafıklar içerde idi. Uhud’da bu da çıkacak ortaya. Uhud bunu ortaya koyduğu gibi, uzun tarihi geçmişimizin çığlık ve feryatları da, kendimizden olmayanları sırdaş edinmemizden dolayı uğradığımız kayıpları haber vermektedir. Kendimizden olmayanlar tarihin hiç bir döneminde bize hayırhah olmamışlar, aksine zarar vermişler, hatta bunların verdikleri zararlar savaş dönemlerinden çok barış dönemlerinde olmuştur.
Münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selul, çağırıldığı toplantıda çoğunluğun reyi ile alınan “cephede savaş” kararına muhalefet ederek, Mekkeliler karşısında müminler zafer kazanmasın düşüncesiyle bozulmuş, bununla da kalmayarak müminlerin durumundan bilistifade ihtilal peşinde koşmuştur.
Şu halde müminler, maddi-manevi tedbirleri elden bırakmayarak, sabırla, ilim ve akılla, ruh ve bedenle, araştırarak, soruşturarak, çabalayıp çırpınarak, gayretlerini en üst seviyelere yükselterek görevlerini eksiksiz yapmalı ve ancak Allah’a tevekkül ve itimat etmeliler. Çalışmadan, çabalamadan, düşünmeden, üretmeden “Allah bize yardım eder” mantığı ile tevekkül edilirse, Allah bu kuru tevekküle bile bir değer verir ama ancak o kadar. Müminler, elde edilmesi düşünülen neticeyi hâsıl edecek bütün sebeplere sarıldıktan sonra yalnız Allah’tan yardım beklemeliler, yoksa şundan bundan değil. Yalnız Allah’ın yardımı, mihnetsiz ve karşılıksızdır. O’nun dışında yardım edenler, sonunda alıştırarak size buyruk vermeye başlarlar.
Koskoca İslam dünyasının içler acısı haline bu açıdan bir bakalım. Bakalım da bir görelim, atalet, tembellik ve cehalet kıskacındaki Müslümanlar nerelere dayanıyorlar ve yardımı kimlerden bekliyorlar?
Seyahatlerin Meşru Bir Amacı Olmalı
Uhud’u anlamlı kılan, içinden çıkarılabilecek bu gibi dersler ve sorulardır. Ders çıkarılmayan ve soru sordurtmayan okuma okuma olmadığı gibi, düşündürtmeyen, ibret aldırtmayan ziyaret de sadece turistik bir seyahatten ibaret kalır.
Esasen Cenab-ı Allah; “Yeryüzünde gezin, dolaşın da geçmiş olaylardan, sizden önce gelip geçmiş milletlerin hayatından size hayat bahşedecek dersler çıkarın ve yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün” (3/137) Emrini veriyor ve buyuruyor: “Bu (Kur’an) insanlar için bir açıklama, Allah’tan gereğince korkanlar için doğru yolu gösterme ve bir öğüttür.” (3/138)
Sözün başında Uhud bir dershane, Uhud olacak ve Uhud yaşanacak, bununla Cenab-ı Allah müminleri bir tekâmülden geçirecek demiştik.
Cenab-ı Allah mealen şöyle buyuruyor: “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (3/104)
Yüce İslam dininin hedefi, insanı gerçek hürriyete götürecek Tevhid inancının tesisi ile insanları temizleyip güzelleştirmek ve buna bağlı olarak sosyal barışı sağlamaktır. İslam’ın bunlardan başkaca hedefi yoktur. Şu halde İslam’da bunlardan başka hedef arayanlarla, onu siyasi mücadelenin basit bir aracı haline getirmek isteyenler yanlış yapıyorlar demektir.
İslam’daki emir ve yasakların tedrici olarak gelmesinin, söz gelimi (o günkü toplum için) ağır bir yasağın İslam’ın ilk yıllarında değil de sonlara doğru gelmiş olmasının esrarı, toplumun o yasağı yahut emri kabul edebilir hale gelmesiyle ilgilidir.
İşte Uhud da, bu temizlik ve güzellik hedeflerine varmak için olacaklardan sadece biri. Buradan dersler çıkacak, zaaflar çıkacak ortaya ve tamir edilecek. Yani insan kademe kademe temizlenip güzelleşecek ve nihayet öyle bir olgunluğa erişecek ki, öyle yüksek bir ahlaki, siyasi ve sosyal terbiye kazanacak ki, sonunda, Cenab-ı Allah’ın vasfını tarif ettiği (3/104), bütün insanlar için uyulacak, örnek alınabilecek yüksek bir topluluk haline gelecek. İşte bu topluluk ashab olacaktır. Bu topluluk, bütün insanlar için model alınacak bir topluluk olacaktı. Böyle örnek bir topluluk ancak Hz. Muhammed’in müşavere mektebinde ve Uhudlarla yetişebilirdi. Sonunda kahraman Peygamber şöyle buyuracaktı: “Ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız doğru yolu bulursunuz.”