İslam düşüncesinde bilginin kaynakları (esbab-ı ilim) olarak nitelenen beş duyu (havass-ı hamse) yanında, insanın gerçeği kavramasında "akıl ve gönül duygusunu" altıncı hissi olarak tanımlanmıştır.
Bu duygunun bütün incelikleri ile en kuvvetli olduğu şahsiyetler ise şairlerdir. Bu nedenle şairlere "duygu dilinin tercümanı" demek, yerinde bir ifade olur.
Gerçekte her insan az veya çok duygusaldır. Ancak duygularını bir sanat edası içinde incelikleri ile dile dökülenler, yalnız şairlerdir. Edipler bile bu yolda yaya kalırlar. Şairler ise, duygu dünyasının ufuklarında kanatlarıyla dolaşırlar.
İstiklal ve istikbal şairimiz Mehmet Akif Ersoy, "Safahat" adlı yedi bölümden ve binlerce beyitten oluşan 560 sayfalık meşhur eserinin önsözü mahiyetindeki "Takdim"inde;
"Ağlarım ağlatamam, hissederim söyleyemem.
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!" demiştir.
Hergün çeşitli açılışlarda milyonların "besmele" ile birlikte okuduğu "İstiklal Marşımızın" şairi, duygularını tam olarak ifadeden bu şekilde "bizar" (bezgin) ise; bizim ne kadar aciz olduğumuzu kendimiz takdir edelim.
Bu bakımdan, duygular dünyasını yorulmaz kanatları ile dolaşan şairlerimizden hayatta olanlarını sağlıkla, ölenlerini rahmet ve şükranla anmalıyız.
Sözümüzün burasında, son yıllarda kaybettiğimiz Sezai Karakoç, Abdurrahim Karakoç ve Cemal Safi gibi duygular deryamızın kaptanları üstad şairlerimiz başta olmak üzere, dilimizin yozlaşmadan gelişmesine katkıda bulunmuş bütün şairlerimizi şükranla anıyoruz. Hepsinden Allah razı olsun !
Bir dilin gelişip güçlenmesinde şiirin yeri, edebi ifade olan nesir ve hitabetten önde gelir. Dünyanın en güçlü ve en yaygın dillerinde biri olan ARAPÇA nın gücü, şiir diline hakimiyetinden ve kabiliyetinden kaynaklanır. Hatta Kur'an- Kerim'in Arapça olarak indirilmesinin (Taha, 113) hikmetini İslam alimlerimiz, o dönemde Hicaz'da her yıl yapılan ve birincilik kazanan şiirin gelecek yıla kadar KABE duvarına asılması (muallakat) şeklindeki "Şiir Yarışmaları" ile güçlenmiş olan bu dilin ifade yeteneğine bağlamışlardır.
Kabul edelim ki, günümüzde Arapça'nın bir "teknoloji ve tıp dili" olmamasına rağmen; bu konularda otorite olan batı dilleri karşısında bizim gibi "ezilmeden, büzülmeden ve bozulmadan" kendini ifade edebilmesinde, bu dilin bir "Kur'an Dili" olmasının büyük etkisi vardır.
Bugün "Hıristiyanlık", din olarak dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu teşkil ettiği halde; hıristiyanların kadim dili olan LATİNCEnin ortak bir dil olarak hıristiyanlarca paylaşılmayışında; bu dilin bir "Din Dili" olmaması gerçeği yatmaktadır.
Bu manada Arapça bugün hala "dipdiri ayakta ve hayatta yaşıyorsa" bu zindeliğini "Kur'an'a ve İslama" borçludur. Kur'an olmasaydı, bugün Arapça da, Latin kaynaklı batı dilleri gibi paramparça olurdu.
Güzel Türkçemizin kitap olarak hazır "Kur'an" gibi bir orijini olmadığına göre; model zenginliğimizi şairlerimizin ufkunda aramalıyız.
Zira; güçlü şairler ve edipler yetiştiremeyen milletler, sağır ve dilsiz insan gibidir; medeniyet yolunda geriden gelirler.