Önceki bölümlerde, mevcut Kur’ân okuma anlayışımıza, “Kur’ân bir masal kitabı değildir” şeklinde itirazımızı belirtmiştik.
Gerçekten Kur’ân’ı bir masal kitabı gibi okuyor, geçmiş milletler nasıl yükselmiş, nasıl çökmüş, onların kıssalarından bize de bir hisse var mı diye düşünüp, gerekli dersleri çıkarmayı aklımızın ucundan dahi geçirmiyorduk. Maalesef, Peygamberin hayatını da tıpkı Kur’ân’ı okuduğumuz (!) gibi okuyoruz yahut sıradan herhangi bir hayat hikâyesini okur gibi okuyoruz, hepsi o kadar. Soruyu önce kendi nefsime soruyorum: Oradan kendimize bir hisse çıkartmıyoruz. Peygamber’den ve hayatından istifade edilecek bir yan, takip edilecek bir yön yok mudur? “O bir peygamberdir” deyip geçebilir miyiz?
Hz. Peygamber, “Kim Önce yaşamış insanların ve sonrakilerin ilmini öğrenmek isterse Kur’ân’ı deşelesin” buyuruyor. Hem Kur’ân’ı deşeleyelim, hem Peygamber’in hayatını. Kutsal mücadelesinin mahiyetini, insanlık için ne anlama geldiğini anlamaya çalışalım.
Tekrar gibi olsa da söyleyelim, kabul edelim ve itiraf edelim: Bir zamandan beri Kur’ân’ı ders çıkaracak şekilde okumadığımız gibi Peygamberimizin hayatını da dersler çıkaracak şekilde incelemiyoruz. Eğer istenileni gereğince yapmış olsaydık, dünyanın birinci milleti olmaya devam ederdik. Bu satırlara inanmayanlar Kur’ân’ı açıp okusunlar. Kur’ân’ın ilme, akla, adalete, çalışmaya, birliğe, barışa, sevgiye, dayanışmaya verdiği önemi tespit edip şöyle bir kenara koysunlar. (Bunlar vaktiyle bizim uymaya çalıştığımız ilkelerdi.) Sonra da yalnız geçmiş zamanlarda değil, günümüzde de yükselmiş ve bir şekilde ileri gitmiş milletlerin hayatların incelesinler. Onların hangi ilkeler doğrultusunda ve hangi yollardan yükseldiklerini de tespit etsinler. Daha sonra getirip ikisini üst üste koysunlar. Görecekleri şey örtüşmedir ancak Kur’ân’da fazlası mevcuttur. Bu milletleri ilerleten prensip ve disiplinlerin Kur’ân’ın emrettiği ilkelerle aynen örtüştüğünü göreceklerdir.
ÇÖKÜŞ VE YÜKSELİŞ KANUNLARI
Milletlerin yüceliş ve çöküşleri hep aynı kanunlara tâbidir. Yükselmenin de, ileri gitmenin de, yücelmenin de kanunları bellidir. Çöküşün, esarete ve sefalete sürüklenişin kanunları da bellidir. Kur’ân, ilerlemenin, yükselmenin ve yücelmenin yollarını iman, ilim, adalet, hürriyet, akıl yürütme, dosdoğru olma, birlik, sabırla çalışıp çabalama, israftan kaçınma, tasarruf v.b. yollarla ve yalnız Allah’dan yardım dilemek olarak açıklar.
Çöküşün kanunları da açıklanmıştır: İnkâr, tembellik, cehalet, zulüm, yalan, iftira, haksızlık, tefrika (ayrılık) şucu bucu, v.b. yollar ve şundan bundan yardım dilemek...
Kur’ân’ın önerdiği ilkeler, toplumları ilerleten, onlara hayat bahşeden ilkelerdir. Bunlara gerçekten uyulduğu takdirde milletler yalnızca maddeten (bilim-teknoloji v.s.) ilerlemeyecekler ve fakat aynı zamanda manen de yüceleceklerdir. İşte o zaman insanlık âlemi gerçek barışa, gerçek saadete ulaşacak, ne ezen, ne ezilen olmayacak, hakça bir düzen sağlanmış olacaktır.
Dünyada bugün mevcut olan huzursuzluğun, sömürünün, anlamsız savaşların, kan ve gözyaşının asıl sebebi Kur’ân’ın önerdiği ilkelerden sapmadır. Bunun ispatı kolaydır. Yeter ki, bugün dünyaya nizam verme iddiasında olanlar, akıllarını kullanarak Kur’ân’ın önerdiği bütün ilkelere içtenlikle yönelsinler. O zaman çok değil on sene sonra dünyada bir tek silah dahi patlamayacaktır. Ve unutmayalım, İsa (a.s.) şöyle buyurmuştu: “Bir yanağına tokat vurana öbür yanağını da çeviriver.” Hz. İsa'nın bu ifadesi saldırı şöyle dursun, sömürü için, saldırı için silah ticareti şöyle dursun, saldırıya bile karşılık vermemeyi samimi olarak yasaklıyor. İnsanlık ne Musa'ya, ne İsa'ya ve ne de Muhammed (s.a.v.)’e, yani onların Allah'dan getirdikleri ilkelere uyduklarını söyleyebilecek mevkide değildir.
Evet! Huzursuzluğun kaynağı bu ilkelerden sapmadır. İnsanlığa bu ilkeler yön vermiş olsaydı genel barışın tesisi için bir şeyler yapılır, dünyanın her tarafında kâr ve sömürü amaçlı savaşlar çıkarılmaz, huzursuzluklar, ayrılıklar, bölünüp parçalanmalar olmazdı.
Cenab-ı Allah Kur’ân'da şöyle buyuruyor: “Nitekim içinizde sizden bir peygamber gönderdik. O size âyetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitab, hikmet Öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor. O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/ 151,152)
“De ki: Ben ancak sizin gibi bir beşerim” (Kehf, 18/110) “Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ancak akrabalık sevgisini diliyorum.” (Şuara, 42/23)