Seçime dair her şey hız kazandı. Tarihin netleşmesiyle birlikte baş döndürücü olacağından kimsenin kuşkusu yok .
Bu süreç devam ederken, Türkiye’nin merkezinde olduğu coğrafyada Rusya-Ukrayna savaşı tüm şiddetiyle devam ediyor. Kısa vadede çözüme kavuşması bir yana, “beklenmedik” sonuçlar üretecek boyutlar kazanması çok güçlü ihtimal.
O ihtimallere geçmeden, yaşadığımız ülkenin bu büyük savaşın ortasında nelerle karşı karşıya olduğuna bakmakta yarar var.
Seçim tartışmalarını daha heyecanlı bulanlara şunu söyleyebilirim. Yaşanan her gelişme, Türkiye’nin geleceğini ve bunun ayrılmaz bir parçası olan seçim sürecini çok yakından ilgilendiriyor.
Cumhuriyetinin 100. yılına giren bir ülkenin, üstelik yönü Batı’ya dönük olma hedefi ve bunun önemli bir sonucu olan NATO üyeliğiyle birlikte ele alındığında bugün nerede olduğu/olacağı sorusu kesinlikle hayati önemde.
ZOR SORULAR
Ankara-Moskova ilişkilerinde gelinen aşama, bu yakınlığın Suriye üzerinden ortaya çıkardığı müzakere ve çözüm alanları, önümüze çok daha büyük bir meseleyi getirdi.
2021 itibariyle ABD/NATO tarafından netleştirilen ve dünyayı demokrasi-otokrasi ekseninde gören yaklaşımın biz kabul etsek de etmesek de ülkemizi hedef alan boyutu giderek keskinleşiyor.
Şöyle ifade edebiliriz.
Yeni dünyada Türkiye’nin yeri “otoriter” safta mı olacak? Yoksa yaşadığı sorunlara, mesela büyük müttefikinin terör örgütüne verdiğine açık desteğe rağmen “yüzü Batı’ya dönük” olmayı sürdürecek mi?
Bu dinamik bir soru. Ancak bizim açımızdan Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında kurduğumuz denge, nerede duracağımız sorusuna “üçüncü seçenek”le cevap verebilme imkanını vermiş görünüyor.
Bunun değerli olduğu üzerinde çokça yazıp yorum yaptım.
Şunu eklemek gerekiyor.
Türkiye bir bölgesel güç ve bunu korumak zorunda. Bunun için de ittifaklara ihtiyacı var. Çünkü etrafında devam eden savaşın asıl aktörleri arasında (şu anda ABD ve Rusya) acımasız bir çatışma bulunuyor.
DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER
Tüm bunlar Türkiye’nin iç dinamiklerini doğrudan etkiliyor, daha fazla etkileyeceği bir döneme giriyoruz. Çünkü küresel ölçekteki rekabetin tarafları, ülkemizin değişim sürecini yönlendirmek ve kendi lehine çevirmek istiyor.
Seçime giderken yaşanan hadiselerin, sadece kendi iç dinamiklerimiz üzerinden ortaya çıkmadığını, bunların çok boyutlu etkileşim ve hesaplaşmalarla birlikte değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
“Yine mi dış güçler” diyenler dahil herkes bu durumun farkında. Ancak daha önemlisi siyasetin, iktidardan muhalefete kadar tüm cepheleriyle olup biteni doğru okuması.
Aktif bir okumadan söz ediyorum elbette. Demokrasimizin daha güçlü kılınması, her düzeyde hak ve özgürlüklerle ilgili hassasiyet gösterilmesi, adalet mekanizmasının hayatın her alanında etkin ve hızlı işlemesi böyle bir doğru okumanın olmazsa olmazı.