Günümüzde; toplumumuzun genel karakteristik yapısı karmakarışık bir görünüm arz etmekte.
GENEL SİYASET YÖNÜNDEN:
Mevcut Hükümetimiz, esasta İslâm' ı referans alan, ancak bazı konularda Batı tandanslı siyasi görüşlerden kısmî esintiler taşıyan üç siyasi partimizin ittifakıyla oluşmuş bulunmaktadır. Hakkı teslim etmek gerekir ki; referans aldıkları Yüce Dinimizden delil gösterildiğinde, aykırılık teşkil eden düşünce ve uygulamalarda ısrar etmezler. Bu, elbette Memleketimiz için son yüzyılda yakalanmış bulunan en büyük şans.
Muhalefet ise, genel karakter olarak:
Dayandıkları herhangi bir doktrin olmadığı gibi ne pahasına ve ne şekilde olursa olsun iktidar olabilme hırsıyla yanıp tutuşan, bu uğurda günlük palyatif politikalar üretmeye çalışan; sırf, İslâm'ı referans almış bulunan iktidar kanadına karşı olma noktasında birleşip, bu sebeple iktidara karşı hasmane bir tutum sergileyen bir intiba uyandırmaktadır
Ülkemiz' deki hiçbir olumlu gelişme muhalefeti sevindirmemekte, ne var ki Memleket aleyhine her ne varsa onu cımbızlayıp, yanına da yalan yanlış vakıalar ihdas edip ellerindeki basın yayın imkânlarıyla halka servis etmektedirler. Bu tutum, muhalefet olarak nitelendirilebilecek bir tutum olmayıp, düşmanca bir tutumdur. Düşmanlık da sadece iktidara karşı olmak şeklinde değerlendirilemez. Memlekete karşı düşmanlık niteliğindedir de. Çünkü Memleketin iyiliğine üzülmek, kötülüğüne sevinmek başka şekilde yorumlanıp değerlendirilemez. Hükümet, Millet' in seçip yetki verdiği bir yapıdır. Millet iradesine saygı göstermek Vatansever olmanın, Millet' ini seviyor olmanın tartışmasız bir alametidir. Beğendiğini münasip bir lisanla eleştirmek, yanlışı gösterirken, yapılması gereken doğruyu da göstermek Vatanını, Milletini seven samimi bir insana yakışandır.
Yasama organımız olan T.B.M.M. üyesi olmak; hiç kimseye bir taraftan astronomik maaşlar v.s. haklardan yararlanırken öte yandan Devlet, Millet düşmanlığı yapma hakkı vermez!
ÜLKEMİZDE BÖYLE BİR TABLONUN YAŞANIYOR OLMASI CİDDEN AKIL ALMAZ BİR ÇARPIKLIKTIR!
Bu Millet milletvekilini; hükümete ayak bağı olsun, hükümetin şehitlerimiz, gazilerimiz, çok büyük bütçe giderleri pahasına mücadele ettiği Devlet ve Millet düşmanı bir güruhla ittifak etmesi için seçmiyor!
Manevi ve Milli değerlerimize, Devlet kurumlarına, düşmanlık etsin diye seçmiyor!
"...Siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır" şeklindeki bir anayasa hükmü, yılanı koynumuzda barındırma yolunu açıyorsa, böyle bir anayasa hükmü bize düşmanın dayattığı bir anlayışın sonucu olmalıdır! Bunu fark etmek için anayasa hukukçusu olmak gerekmiyor!
Siyasi partilerin olmadığı, ancak tüm farklı fikirlerin serbestçe ifade edilebildiği demokratik bir cumhuriyet tesis edilemez mi? Elbette edilebilir.
Asr-ı Saadette: Müslüman, Hristiyan, Musevi, Putperest ve Mecusi' lerin Efendimiz (S.A.S.) riyasetinde imzaladıkları Medine Sözleşmesi ile hiçbir tebaanın şikayetçi olmadığı bir siyasi yapıya vücut verilmiştir. Bu gerçeği görmeksizin siyasi partili demokrasi fikrinde ısrar etmek, Batı hayranlığının devam etmesi demektir. Bu ise sade Biz' im için değil tüm insanlık için şifasız bir illettir!
Değerli okuyucu;
Osmanlı' da da siyasi parti yoktu. Çünkü parti demek fırka, fırka demek tefrika, tefrika demek ise bölücülük demektir. Nifak ve fitne demektir. Parti kavramı son yüzyılda Ülke' mizde tam manasıyla Milleti bölmek, birbirine düşman etmek için icat edilmiş Batı kültürünün fitne çıkarmaya matuf bir ögesidir.
Ecdadımız, 6 asır boyunca aynı dinden, hatta aynı kavimden olmayan onlarca toplumu bir arada tutmayı başarmıştır.
Çünkü temelinde Yüce Dinimiz: Din, vicdan ve ifade hürriyeti, hangi kavimden olursa olsun Din kardeşliği, Müslüman olsun olmasın herkese adaletle muamele emretmektedir. Bölücülük değil, birleştiricilik; savaş değil sulh; cehalet değil ilim; düşmanlık değil, dostluk ve kardeşlik; bölüşmede sadece adalet değil, sosyal adalet emretmektedir.
Müslüman olsun olmasın; akıl, ilim ve vicdan sahibi hiçbir kimse Yüce Dinimizde insan fıtratına uymayan bir hüküm bulamaz! İnsanoğlu, aslında el yordamıyla İslâm' a ulaşmak istiyor ama, önüne, şeytan ve nefis olmadık türlü engeller koyarak bu kavuşmaya engel oluyor.
Hal böyleyken; Biz Müslümanların bile bu hakikatin farkında olmayışı gerçekten çok büyük talihsizlik, asla anlaşılamayacak bir ahmaklıktır!
Maalesef ki önümüzde Yüce Dinimiz gibi emsalsiz bir pırlanta varken; kapitalizm, sosyal demokrasi, komünizm, faşizm ve daha onlarca sapık felsefelerden doğmuş ve tarihte insanoğluna on milyonlarca ölüm, zulüm, sefalet, adaletsizlik, hukuksuzluk ve düşmanlıktan başka bir şey getirmemiş olan beşerî sistemleri kendimize hedef ve kılavuz olarak seçmişiz!
Şöyle bir durup da; İslâm ahkâmı insanoğlunun hangi problemini çözmekten aciz ki, O' nu elimizin tersiyle itip de, beşeriyetin düşmanı sapık ideolojilerin peşine düşüyoruz diye kendi kendimize sormayı akıl edemiyoruz!
"Laiklik" diye kendi içinde çelişkili, içi tamamen boş ne bize ne de başka hiçbir topluma yararı bulunmayan bir kavramı anayasamıza koyup, sonra da bir tabu haline getirerek, insanlığı selamete ulaştıracak olan Yüce Dinimizle aramızda aşılmaz bir mania haline getirmişiz!
Daha önceki yazılarımda da arz etmeye çalıştığım gibi; dünyadaki her anayasa dini hükümlerden mülhemdir. Esasta tüm dinler ve anayasalar insanoğlunun can, mal ve namus emniyetini temine yöneliktir. Böyle olunca din devlete karışmamış oluyor mu?
Ayrıca; İslâm Dini de insan ve toplum hayatıyla ilgili her konuyu tanzim eder. Ve bir insanın ben Elhamdülillah Müslüman' ım diyebilmesi için; amentüyle tümüyle iman etmek zorundadır. Tek bir hükmü dahi kabul etmiyorum diyemez. Bu durumda; bir Müslümanın "...Ben, devlet işlerinin kapitalist, sosyalist, faşist ya da başka bir sisteme göre yürütülmesinden yanayım." diyebilmesi mümkün olur mu? Böyle inanır, böyle düşünür ve böyle söylerse Din' den çıkmış olmaz mı? İnsanları böyle inanıp düşünmeye mecbur edersek, yine anayasamızdaki din, vicdan ve ifade hürriyeti nerde kalacak? Bu çelişki ne şekilde giderilecek?
Bir Müslüman; dünyaya insanlığa, tarih boyunca on milyonlarca ölüm, zulüm, sefalet, adaletsizlik, hukuksuzluk ve düşmanlıktan başka bir şey getirmemiş olan çakıl taşları gibi beşerî sistemler uğruna mı, pırlanta Din' inden vazgeçmeli?
Cenab' ı Allah' ın Yüce kitabında buyurduğu gibi; "...ne kadar az düşünüyoruz! " ,"..Hiç akl-etmeyecek miyiz? "
Laiklik doğrultusunda düşünenlerin, İslâm Ahkâmından hangi hükmü beğenmediklerini çok merak ediyorum, İslâm Dini' nde Devlet yönetimiyle ilgili olarak insanın ve İnsanlığın yaratılışına aykırı bir hüküm olduğunu düşünen varsa . İslâm' a inansın inanmasın herkesin yorumuna açığım. Bir hukukçu olarak cihan şümul hukuk çerçevesinde fikir teatisinde bulunabiliriz.
Ben inanıyorum ki: İslâm ahkâmı Müslüman olmayan insan ve topluluklarının da devlet yönetiminde İslâm ahkâmının uygulanmasını kuvvetle isteyecekleri, hasretini çektikleri, severek tâbi olacakları cihan şümul bir sistemdir.
Medine Sözleşmesiyle kurulan İslâm' a dayalı Medine Devleti; Devlet' e tâbi Hristiyan, Musevi, Putperest, Mecusilerin hiç birisinin Devlet' ten hiç bir şikâyeti tarihe düşmemişken, şimdi bu gerçeği görmezlikten geliyoruz. Aklımıza bile gelmiyor! Hâlbuki, her çağda devletten beklenen adalettir. Adaleti ise Medine Devlet' i gerçekleştirmiştir.
Ancak maalesef bunu biz bile bir türlü anlayamadık! Kimselere de anlatmak gibi bir derdimiz olmadı! Çünkü tebliğ diye bir görevimiz olduğundan bîhaberiz! Müslüman' ın, Efendimiz ve Sahabe gibi inkılapçı bir ruha sahip olması gerektiğinin farkında bile değiliz.
Değerli okuyucu; NE HALDEYİZ? sorusuna cevap aramaya devam edeceğiz. Allah' a emanet olunuz.