Kuraklıktan iyice bunalmıştık. Barajlarda su seviyesi görülmemiş şekilde düşmüştü. Toprağa atılan tohumlar çatlayarak filiz vermiş ancak yağışların gecikmesi sebebiyle yeterince kök salamamıştı. Herkes endişeliydi. İlkbahar aylarında da yeteri kadar yağış olmazsa acaba mahsul alabilecek miydik? Yazın su sıkıntısı çekecek miydik, kıtlık kapıda mıydı?
“De ki: Baksanıza, eğer suyunuz çekilse size kim bir akarsu getirebilir?” (Mülk, 67/30) Şüphesiz ki Allah getirebilir. O ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır.
“Hayır! Sizin mevlanız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır.” Âl-i İmrân, 3/150) Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah bir düzen kurmuş ama insanlar onu bozmuş. Elbette düzeni bozmanın bir bedeli olacaktı. Kuraklığı tattırarak kıtlığı hatırlattı.
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu ki, Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (Rûm, 30/41) Şüphesiz ki, kötü yoldan dönüş Allah’a imandır, güzel işlere yönelmek, O’na şükretmektir.
“Bundan sonra (artık) şükredersiniz diye sizi bağışladık.” (Bakara, 2/52) Yüce Allah, erhamü’rrâhimin’dir. Bağışlayıcı ve merhametlilerin en merhametlisidir. Endişeler iyice artmışken, hiçbir soğuk hava deposunda saklanamayacak miktarda su gönderdi, dağ başlarına, sıradağların sırtına kar yağdırdı. Ankara’ya kar geldi. Kar gönderen Allah’a hamdolsun.
Hayatın mayası, ana unsuru sudur. Su hayattır, su yoksa hayat yoktur.
Yazının başına aldığım dize Bestami Yazgan’ın bir şiirinden alınmıştır. Yazgan, “Çiçeklerle hoş geçin / Balı incitme gönül” diye başlayan şiirinin son beytinde: “Karışma hikmetine / Dokunur gayretine” diyordu.
İşte kar yağdı. Şimdi şükretmek varken, “gayretine dokunacak” şekilde “kar esaretinden” söz ediliyor. Sözgelimi “Kar İstanbul’u esir aldı” deniyor.
Peki, ne olmuş da İstanbul esir olmuş? Kar yağmış da, esasen keşmekeş olan trafik büsbütün içinden çıkılmaz bir hâl almış. Böylece İstanbul kara esir olmuş.
Be kardeşim! İyice bir düşünsene, bu keşmekeşin sebebi kar mı? Görsene asıl sebebi ve müsebbibini. Yalnız İstanbul değil, bütün dünya böyle. Şimdi ben sana bir esaret manzarası çizeyim izninle.
Sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan bakıldığında her şeyi bozan biri var, beynelmilel Yahudi. Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler, dedi ve ezdi geçti. Milletleri kargaşaya sürükleyen o. Savaşları çıkaran ve yöneten o. Bugün hiç bir taş yerli yerinde değil. Sözüm ona ticaret adına yaptı bunu. Onun asıl derdi bütün insanlığı esir almak ama bunu ustaca gizliyor. Teknoloji geliştirirken insanları doğup büyüdükleri yerde mutlu edeceğine aksini yaptı. Gücü elde ederek insanlığı asgari ücrete mahkûm etti, şehirlere yığdı. Batı’nın elinde gücün Hak endişesi yoktur. Çevre kirliliğinin, küresel ısınmanın ve –haydi söyleyelim- senin şikâyet ettiğin trafik keşmekeşinin asıl sorumlusu o. Üretimi, tarımı, hayvancılığı öldürdü, tüketimi kamçıladı.
Asıl esaret budur. Bu gerçeği görmeden üretilecek sosyal politikalar çözüm olmayacaktır. Şimdi sen kalkmış bütün bunları görmeyerek, şuursuzca ve “gayretine dokunurcasına” kar esaretinden söz ediyorsun.
Depremlerle sarsıldık. Milletimize geçmiş olsun dileklerimi sunuyor; Yüce Allah'dan şehidlerimize rahmetiyle muamele etmesini ve yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Enkaz altındaki kardeşlerimizin çıkarılması en halis temennimizdir.