Son okuduğum raporlardan birisinde, toplumdaki kadınların başörtüsü kullanma oranının bir hayli düştüğünü gördüm. Bir aralar %70'lere varan "tesettür", şu anda %50'lerin altındaymış. Kanımca 50'lerin de azımsanmayacak kadar altındadır, zira aynı raporun üst başlığı mütedeyyin kesimdeki sekülerleşmeydi...
Belki batılı bir yazarın ya da Batılı bir okuyucun tam olarak akledemeyeceği, anlam veremeyeceği bir durumdur bu. Dindar olarak kabul edilen veya kendini dindar olarak tarif eden bir insan nasıl aynı zamanda seküler olabilir, seküler bir hayat yaşayabilir? Bu bir paradoks değil mi?
Kesinlikle paradoks, ama bizler kendi medeni sözlüğümüzle konuşmadığımız için, batı dünyasındaki seküler kavramsallaştırmayla kendi yaşam tarzımızı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bizim sorunumuzu kendi terminolojik lügatimizin içinden konuşursak; dünyevileşmeyle, dünyalaşmayla, dünya imtihanımızı iyi şekilde verememekle, nifaka düşmekle ilgili bir durum olduğunu fark ederiz...
Bu konuya zihin yoran Prof. Volkan Ertit, dindarlaşırken dinden uzaklaşmanın aynı anda yaşanıyor oluşuna dikkat çekiyor. Ertit'in makalelerini okurken, yukarıda bahsettiğim başörtüsünden artık hoşnut olmayan kadınları da düşündüm.
Mütedeyyin kesimin, basının ve sosyal medyanın ilgi muhtasarında olan kısmı, ne yazık ki baş döndürücü bir zenginleşme, hazımsızlık, bu zenginliği saygısız şekilde gösterme, nezaketten yoksunluk gibi, yanlarına çekilmiş koyu renkli çentiklerle bilindiklerinden... Geçim sıkıntısı çeken binlerce insanımız varken, milyonlarca liralık bir aksesuarını rahatlıkla sergilerken "takıyorsam helal parayla kazandım da aldım" diyerek kendini savunabilenlerle arasına mesafe koymak istediklerinden, gidiyor olabilirler mi?... Elbette gençlerin bu duruma bir mesafe koyması, kendileri adına "uzaklık şerhi" yazmaları, fiilen ve kalben uzaklaşmaları normaldir. Bunu nihilist anlamda bir uzaklaşma olarak da görmüyorum.