İnsanlık ve İslamlık düşmanı Nusayri Şebbihaların kurşunladığı, içini ateşe verdiği, etrafındaki binaların çatılarındaki kurşun plakaları çalıp sattığı halife Ömer bin Abdülaziz’in türbesinin o üzücü halini görünce hafızamı tazeleme ihtiyacı hissettim.
Ne olmuş, nasıl olmuştu da üç yılı biraz geçkin süre hilafet makamında oturan bu adama bizim ortak hafızamız “beşinci raşit halife” makamını layık görmüştü? Babası Emevilerin Mısır valisi, annesi Hz. Ömer efendimizin torunu olan bu adamda ne görmüştük biz? Bolca fetih mi? Hayır. Olağanüstü bir kalkınma hamlesi mi? Hayır. Sıra dışı bir zenginleşme, bir ganimet meselesi mi? Hayır.
Ama şu var: Halife Abdülmelik’in kızıyla evlenen Ömer, Medine’ye vali olarak atanıyor. Medine’de yaptığı ilk iş şehrin ilmi geniş, sözü makbul alimlerini toplayıp “ne yapalım, nasıl yapalım, neler yapalım, nasıl yönetelim?” diye sormak oluyor. Gücünü paylaşıma açarak güçleniyor yani. “Müminlerin işi istişare iledir” hikmetinden hiç ayrılmıyor. Medine’de çok seviliyor Ömer. Ne adaletten şaşıyor, ne halkına fenalık ediyor, ne şatafata prim veriyor.
Aslında bu noktada “karnı tok, sırtı pek, halife damadı bir vali” olarak, üstelik her sene hac emirliği gibi yüksek prestijli bir görevi de ifa ediyorken “şimdi ağzımın tadının kaçmasına ne gerek var? Hele susup oturayım” demiyor. Çünkü o da dedesi Hz. Ömer gibi sadece “adle boyun eğen” biri. O yüzden, dönemdaşı ve mevkidaşı Irak valisi Haccac-ı Zalim’in yapıp ettiklerine şiddetle karşı çıkıyor. “Bu düzen değişmeli” diyor. Bu sert eleştirilerinin sonucu da valilikten azledilmek oluyor.