Osman Sınav, senaryo yazarı değildi sadece; toplumun MR'ını çeken bir klinik gözlemciydi. Onun dizilerine bakınca; adalet arayışının sadece mahkeme salonlarında değil, sokaklarda, evlerde, aile sofralarında yaşandığını görüyorsunuz. Gelenek ile modern arasındaki o gerilim, kimlik bunalımı, bireyselleşme sancısı, hep sahnelerin satır aralarında gizliydi.

"Allah neden hikaye anlatarak mesajını ulaştırmaya çalışıyor. Başka bir dille değil de hikaye diliyle söylüyor. Bunun üzerine çok düşünmek gerekiyor. Felsefe hakikatin sözle inşasıdır. Hakikat felsefe de sözlerle inşa edilir. Sinema da hakikat görsel olarak inşa edilir. Yönetmenlik Allah'ın kurgusunu anlamamız için bir anahtardır." Osman Sınav
O, sahneyi vitrin değil, vicdan olarak gördü. Anlatmak için değil; hakikati uyandırmak için anlattı.
Osman Sınav'ı sadece popüler olmuş dizileri üzerinden değerlendirmek eksik olur. Onun yolculuğunu şekillendiren unsurlar; Türkiye'nin toplumsal değişimleri, kültürel kırılmaları ve kimlik arayışlarıydı. Bu yüzden onun emeğine seyirci olmak, sadece bir hikayeye değil; bir dönemin ruhunu anlama çabasına eşlik etmek demektir.
Gelenek, modernite ve kimlik sorgusu
Osman Sınav'ın eserlerinde karşımıza ilk çıkan mesele, geleneğin moderniteyle olan çetin mücadelesidir. "Süper Baba" ve "Ekmek Teknesi" dizilerinde, hızlı şehirleşmenin kaybettirdiği mahalle dokusuna, komşuluk ilişkilerine, samimiyet kültürüne adeta bir ağıt vardır. Bu diziler, aslında modern yaşamın yalnızlaştırıcı etkisine karşı geleneksel dayanışmanın, aidiyetin ve topluluk bilincinin savunusudur. Burada Sınav'ın yaptığı şey, nostaljik bir atmosfer kurmaktan öte, şunu hatırlatmaktı: Bireyselleşen, atomize olan toplumlar; kriz anlarında ayakta kalmakta zorlanır. Toplumsal bağları güçlü olan, mahalle kültürü yaşayan toplumlar ise dirençlidir.
Şöyle düşünün: Ekran karşısına geçiyorsunuz, araya zaman koymuş, soğukkanlılığınızı koruyarak diziyi yeniden izliyorsunuz. İlk anda gördüğünüz şey basit: Bir senaryo, birkaç isim. Ama dikkat... Ömer Lütfi Mete çıkıyor karşınıza, ardından Osman Sınav, derken bir köşe başından Raci Şaşmaz beliriyor. Bu tesadüf değil, ipucu.
Senaryoda ufak tefek tökezlemeler mi var? Elbette var. Ama mesele o değil. Asıl mevzu şu: Bu dizi, aslında size açık açık anlatmıyor. Müstear isimlerin, simgelerin, dolaylı göndermelerin arkasına saklanarak memleketin derin fotoğrafını önünüze seriyor.
Bir anda fark ediyorsunuz: Sahneler, karakterler, replikler... Hepsi kodlanmış. Her diyalogda "Acaba burada neye dokunuyorlar?" sorusuyla buluyorsunuz kendinizi. Zira bu sadece bir dizi değil; taşların yerinden oynadığı, masanın altındaki ellerin görüldüğü, derin kodlarla örülmüş bir çözülme ve ifşa metni. Görebilen için, adeta gizli bir harita.