Dört Kadim Arkadaşın Karadeniz Yol Hikayesi
MAKALE
Paylaş
21.10.2022 21:04
1.368 okunma
Cemil Çelik

1970 li yıllarda  iyi arkadaştılar. Neredeyse  yarım yüzyıldır birbirlerini tanıyorlar ve aynı idealleri savunuyorlardı. O yıllarda bir gençlik organizasyonun üyesiydiler. Ülkenin geri kalmışlığını kendilerine dert etmişlerdi. Dindardılar ancak dinci değillerdi. Milli konularda duyarlıydılar. Bağlı oldukları hareketin lideri kendinizi kayadan atın dese  atacak kadar da saftılar. Daha sonra  mensubu oldukları gruptan gördükleri lider zaafı ve idealistliğin bittiği  gerekçeleriyle, değişik  yıllarda  kopup yollarını ayırmışlardı. Birey olarak kimliklerini kaybetmeden herkes kendi mesleklerini yaparken idealistliklerini  sürdürdüler.  Düşünce  insanı oldular. Asla düşünce militanı olmadılar. Yakın gördükleri kadim arkadaşları ile  bağlılıklarını devam ettirmekten de  geri durmadılar.  Üniversite  gençlik yıllarında yaşadıkları birlikteliğin tadı hiç damaklarından gitmedi. Askerlik hatırası anlatır gibi yaşananları birbirlerine tekrar tekrar anlatmaktan da çok büyük haz duyuyorlardı.

Yaşları 19-25 arasında 1969-76 ‘lı yıllardaki beraberlikleri, onları   bir birlerine bağlı tuttu, arkadaşlıklarını unutturmadı. Her birisi değişik zamanlarda  bürokraside, üniversitede ve  siyasette   bulunmuşlardı. İdealistliklerini üstlendikleri görevlerde  göstererek  hak, hukuk ve adaletten mümkün mertebe uzaklaşmadılar.  Ülkeye kazandırılan güzelliklere karınca kararınca katkıları olmuştu. Ne kişisel çıkar ne de para pul işleri onları ilgilendirmedi. İsimleri hiçbir şaibeye karışmadı. Gençliklerinde sahip oldukları idealleri ülkeye hizmet etmede onları hep canlı tuttu. Şimdi emeklilik dönemlerini geçiriyorlardı. Okumaya ve düşünmeye epey vakitleri vardı. Aynı ideallere bağlı olmalarına rağmen, bazı meseleleri her birinin artık farklı algılıyor olmalarını da yadırgamıyorlardı. Zaman zaman da seviyeli tartıştıkları konular olmuyor değildi.

Bir gün bunlardan birisi, aslen Karadenizli olan ve üniversite yıllarında aynı evi paylaşmış olduğu arkadaşına  Pandemi  döneminde epey sıkıldığını birlikte bir Doğu Karadeniz gezisi yapalım mı ? deyince, öbür arkadaşı bu teklifi hemen kabul etti. Arkasından iki arkadaşları da onlara katılabileceklerini söylediler, hanımlardan izin koparmak  zor olmadı.

2022 yılının Ağustos’unun son günlerinde dört arkadaş birlikte birisinin özel aracı ile  Ankara’dan bir sabah yola çıktılar.

Yıllar sonra bir hafta birlikte olacaklarını düşünerek  keyiflendiler. Sabah kahvaltılarını tanıdık bir arkadaşlarının Kırıkkale’de yol üzerinde   kahvaltı salonunda yaptılar.

İlk durakları Samsun’du. Konaklayacakları Polisevine yerleştikten sonra dışarı çıkıp Mecidiye ’ye kadar yürüdüler. Bir esnaf arkadaşlarına uğrayıp onunla hasbihal edip çayını içtiler. Atatürk anıtının çevresinden dolaşıp konakladıkları yere döndüler.

Önceden haber verdikleri bir arkadaşları aynı günün akşamı ortak tanıdıkları sınırlı sayıda arkadaşlarıyla birlikte Atakum  Sahilinde bulunan bir restoranda onları ağırladı. Bu buluşmada hem gezi grubu ve hem de Samsun’da yaşayan iş insanı ve akademisyenlerden oluşan arkadaşlar birbirlerini görmekten derin bir mutluluk duydular. Hasret giderdiler. Aralarında Fetö’den sıkıntı yaşamış  iki arkadaşları da  vardı. Bu yazıyı kaleme alan, yirmi yıla yakın Samsun’da bulunmuştu. Neredeyse yarım yüzyıldır tanıdıkları iki  arkadaşlarının saf ve temizliklerinin kurbanı olarak bu Örgüte duydukları yakınlığın  ceremesini fazlasıyla çektiklerini düşündü. Keşke ülkenin ağır yükünü yüklenen ve devletin sorumluluğunu taşıyan iktidar sahipleri çok önceden bu hareketi topluma tanıtıp samimi dindar insanlarımızın mağduriyet yaşamalarına izin vermeseydi diye düşündü. Çünkü O, devletin kendisini ele geçirmek isteyen bir harekete müsaade etmemesi gerektiğini ta.. 1990’lı yıllardan beri düşünüyor ve ne zaman Devlet bu hamlede bulunacak diye bekliyordu. Bu görüşünü  zaman zaman yakın arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Bunun Devletin kendisini koruma refleksi olduğunu biliyordu. Ancak bunu devlet umuru görenler ve siyaseten kısa günün karını ellerinin tersiyle itenler yapabilirdi.  Bu fakir eleştirel yaklaşımları yüzünden  o zamanlar (1990-2004 yılları),  bu hareketin mensupları tarafından sevilmediğini de hatırladı.

  Fiziki olarak yaşlandıklarını gördükleri halde, bunu birbirlerinin yüzüne vurmaktan çekindiler. Klasik ifadeyle herkes birbirine seni çok iyi gördüm demeyi de ihmal etmediler.

 

İlk gezilerinin durağı olan Samsun’un hem fiziki ve hem de insan profilinin değişmiş olduğunu fark ettiler. Atakum  sahilinin çok gelişmiş olduğunu gördüler.  Onlarca sahil kenarında yeme içme mekanlarının, kafelerin ve alışveriş yerlerinin çevreyi nasıl değiştirmiş olduğunu hayretle izlediler. Yüzlerce  insan  Atakum sahilinde denize giriyordu. Oysa 20 yıl önce denize bu yerde girmek pek  mümkün olmazdı. Şehrin arıtması devreye girmesiyle birlikte deniz kendine gelmiş ve girilecek  hal almıştı.  Sahilin bakımı ve  temizliği hemen dikkatlerini çekti. Barselona sahillerini aratmayan bir konuma gelmiş diye aralarında konuştular.

Geçe geç vakte kadar birlikte olan arkadaşların  ayrılmaları zor oldu. İstemeye istemeye vedalaştılar ev sahibi arkadaşlarına teşekkür edip konaklayacakları yere döndüler.

İkinci günün sabahı Ünye’ye doğru yola çıktılar. İlk durakları Ünye girişinde bulunan bir fındık işleme fabrikasıydı. Daha önce Ünye Belediye Başkanlığı yapmış olan arkadaşlarının çocukluktan beri arkadaşı olan fabrika sahibinin çayını içtiler. Fındık ezmesi ve yeni mahsul fındık hediyesi için de fabrika sahibine teşekkür ettiler.  Daha sonra  Ünye’ li  arkadaşlarının yol üzerindeki  kardeşinin bahçeli evine uğradılar. Ev sahibi ve hanımının samimi ve konuksever davranışı ve ikramı onları ziyadesiyle etkiledi. Mevsimin yeni mahsulü olan yerli   süt mısırlar onlar gelmeden kaynatılıp hazırlanmıştı.  Diğer bahçe mahsullerini  tattılar ve üstüne  de taze hazırlanmış erik şuruplarını içtiler.

Sıra Yunus Emre’nin türbesinin bulunduğu söylenen tepeyi ziyarete gelmişti. Çok temiz ve yeşillikler içerisindeki türbeyi ve etrafını gezdiler ve Ünye’yi  tepeden temaşa ettiler. Ünye’de yaşayan bir arkadaşları bu türbe ve etrafını koruma derneğinin yöneticisiydi.  Türbeyi  ziyaret  ettikten sonra türbenin  yanında bulunan restoranda arkadaşlarının ikram ettiği Ünye pidesini yediler.

 Bilindiği gibi Anadolu’nun hemen hemen her yerinde, “ erenlere” sahip çıkma geleneği vardır. Aynı adla değişik  yörelerde nice  Allah dostuna ait türbenin olduğuna inanılır ve ziyaret edilir. Bu memlekette güzel insanların dirisindense ölüsüne sahip çıkıldığı gerçeği herkesin malumudur. Bu nedenle de, Allah bilir burası da muhtemelen bu yerlerden biridir diye yazının sahibi  düşünmeden kendini alamadı.

 Sonra sahilde yer alan denize sıfır küçük bir motele geçip yerleştiler. Sonrasında da havanın ve denizin sakinliğini fırsat bilip, Kara Denizin sularına çok uzun kalmasalar da kendilerini bıraktılar. Deniz son derece sakin ve dalgasızdı. Normalde Kara Denizin suyu  serin olmasına rağmen bu sefer onlara sıcak geldi. Acaba bu durum iklim değişikliğinin bir yansıması olabilir mi diye düşündüler.

Akşam yemeği için geçmişte Ünye Ticaret Odası Başkanlığı da yapan arkadaşlarının davetine icabet ettiler. Ünye’nin 350 metre yukarısında bulunan ve takribi 20 dakika süren araba ile tırmanışla ormanların içinde yer alan doğa parkında  belediyenin yeni yapmış olduğu muhteşem manzaralı  tesisinde ikram edilen güzel yemekleri yediler. Buradan uçaktan sahile bakıyorlarmış izlenimi ile tüm Ünye sahillerini seyrettiler. Arkasından da başka bir Ünye’nin seyir tepesi olan Çakır Tepe’den  daha yakından Ünye’nin gece manzarasını seyir fırsatları  oldu.

Ülke meselelerine duyarlı  geçmişte birliktelikleri olan bu davet sahibi  idealistliğinden ödün vermemiş  arkadaşlarının Türkiye manzarasını nasıl gördüğü ile ilgili değerlendirmeleri yazı sahibine ilginç geldi. Teslimiyetçi olmayan bu arkadaşın değerlendirmeleri ona gerçekçi geldi. İnsanın düşünce ufkunun genişliği ve ya  sığlığı,   büyü şehirde ya da bir ilçede yaşamakla çok da ilgili değildi. Taşralılıkla ilgili anlayış çoktan ömrünü tamamlamıştı.

Akşam motellerine dönen yol arkadaşlarını sabahleyin mükemmel bir sabah kahvaltısı bekliyordu. Hem de denize sıfır manzaralı özel olarak kurulmuş bir sofrada. Ünyeli dostlarının kardeşinin bahçesinden getirdiği salatalık, domates , ince biberler ve tavuklarının yumurtası da kahvaltıya çeşni kattı.

Daha sonra yakıt ikmallerini yapıp yola çıkacaklardı ki, gezi grubunun muhasebecisi motel sahibine yönelerek konaklama ücretini taktim etmek istedi. Motel sahibi “ sizin ücretiniz ikibuçuk yıl önce vefat eden babam tarafından ödendi” demesin mi? Bunu anlamakta biraz zorlandı grubun mali işler sorumlusu. Tekrar üsteledi. Ancak aynı cevabı ikinci kez aldı. Daha önce Ünye belediye başkanlığı yapan arkadaşları, tamam abi üsteleme diye araya girdi. Motel sahibi genç iş adamına teşekkür ederek motelden ayrıldılar. Sonra arkadaşları, motel sahibinin babasına geçmişte yapılan bir haksızlığı giderdiğini, bundan dolayı  oğlunun  bu konuyu bildiğini bir vefa borcu olarak bize  ikramda bulunduğunu söylemek  durumunda kaldı.

Ünyeli arkadaşlarının mutlaka Perşembe-Aybastı yaylasını ve yaylada yer alan muhteşem menderesleri görmek gerekir mesajını alınca, ilk işleri hemen bu yaylaya yönelmek oldu. Rehberleri olan Ünyeli arkadaşları onlara ikinci bir arabayla eşlik ettiler.  Aybastı üzerinden  1500 rakımlı yaylaya ulaştıklarında,  yaylayı sis basmıştı. Sadece yaylada bulunan küçük bir gölün etrafında yarım saat kadar yürüyüş yaptılar. Mendereslerin resimlerini görmekten başka şansları yoktu.  Karadeniz yaylalarına çıkmadan önce ziyaretçilerin mutlaka yayladaki havanın nasıl olacağını önceden öğrenmeleri gerektiğini akıllarının bir kenarına yazdılar. Kısa bir sisli yayla turundan dönüşte Ünyeli ev sahipleri Aybastı’dan ayrıldı. Gezginler ise kendi yollarına ver elini Trabzon diye yöneldiler.

  Fatsa ile Perşembe arasında   eski yol üzerinde “Menderes Önü”  mevkiinde yer alan “Uzun Saçlı” da çay içmeden  yolla devam etmek olmazdı.  Bunun için de  anayolun solundan  eski yola saptılar ve yedi sekiz dakika sonra kendilerini Uzun Saçlı’nın  mütevazı dükkanının önünde buldular.

 “Çay Rize’de yetişir ancak Uzun Saçlıda içilir” lafını aralarında bilenler vardı. Uzun Saçlı aksi tabiatlı ve  bazen de muhatabını bulduğunda her türlü küfrü sakınmadan eden nevi şahsına münhasır bir kişiydi. Hoşuna gitmeyenlere ve hele çay getir diyenleri tersleyen ve hatta mekanından kovan  bir tarzını bilmeyen yoktu.1968 den bu yana dededen kalma  çay ocağını çalıştırmaktaydı. Gezginler dükkanın önünde durup selam verdiler. Bereket tenha bir zamana denk gelmişlerdi. Grup üyelerinden birisi hemen Uzun Saçlı’ya onun duyacağı şekilde “Bayağı da yaşlanmış” deyip ona küfür,  etmesi için bilmeden ayak verince, o da bizim hepimize dönüp “ hiç biriniz bir …. etmezsiniz” demez mi. Önce hepimiz bozulduk tabii. Ancak biraz sonra ayıkıp  küfür etmesine sebebiyet verdiklerini hemen anladılar. Dükkanının  önünde  simetrik olarak yerleştirilmiş sıradan Anadolu kahvelerinde yer alan üç masadan birine iliştiler. Sabırla çay vermesini beklemenin dışında seslerini çıkarmadılar. Daha sonra onun  huyunu bilen yoldaşlarında gayretleriyle birlikte  Uzun Saçlı da  ortamı toparlamaya çalıştı.  Neyse sonradan samimiyet ilerledi ve arkadaşımızın birisi balık yiyebileceğimiz bir yerin olup olmadığını sordu. Bize hemen kendi dükkanının  yan tarafta merdivenle inilen deniz manzaralı bir yerinin olduğunu, ancak onunla kendisinin ilgilenmediğini ve onlara yardımcı olacağını söyledi.  5-10 dakika bekleyip çaylar içilince,  balıkların hazır olduğu bilgisi geldi. Oturdukları masaya enfes olta ile tutulmuş taze balıklar ve diğer deniz ürünleri geldi. Yemek sonunda, denize nazır  bir balkonda taze balık yemek de nasibimizde varmış dediler.

Ayrılmadan grubun mali sorumlusu,  çay paralarını ödemek için Uzun Saçlı’nın küçük dükkanına  girdi. Dükkanın duvarlarında asılı olan    Uzun Saçlı ile çektirilmiş meşhurların fotoğraflarını gördü. Ayrıca onunla yapılmış röportajları içeren bir haylide  gazete    küpürleri  duvarları süslüyordu. Çay üçretini  sorduğunda;  Uzun Saçlı “ ne verirseniz, gönlünüzden ne koparsa” tezgahı göstererek “şuraya atın” dedi.

Önceden onun çayının özel harman olduğunu ve fındık ve meşe odununda çay yaptığını ve hatta bardaklarını deterjan yerine kül ile ovup yıkadığını yol arkadaşlarından bir kısmı biliyordu. Hatta Çaykur’un ücretsiz olarak ona birinci kalite çay verdiğini söyleyenler bile vardı.

Bir miktar parayı tezgaha bıraktıktan  sonra yol arkadaşlarından ikisi onunla hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmediler. Ancak diğer iki arkadaşın ona duydukları kızgınlıkları henüz  geçmemiş, onun kendine has kişiliğini ve artık bu duruşuyla ünlü bir şahıs olduğunu, kapris ve küfrünü kabullenmekte zorlanmışlardı. Bu durumun  belki de binlerce yolcunun başına  gelmiş olabildiğini  akıl edemediler. Neyse, iyi dileklerle Saçlı’nın yerinden vukuatsız ayrılıp  Trabzon istikametine yol aldılar.

Bu arada daha önce Ordu’da uzun süre bulunmuş olan hukukçu yol arkadaşlarının yakın arkadaşları, bu  geziden haberdar olmuşlar ve mutlaka Orduya uğramalarını arzuladıklarını telefonla yol arkadaşımıza söylemişlerdi.  Buluşmanın fındık toplama mevsimi olduğu için ancak akşam mümkün olabileceğini  belirtince, Ordu ziyareti  dönüşe ertelendi.  Giresun’da  görebilecekleri  arkadaşları olmasına rağmen geziyi uzatmamak için orası pas geçildi.

Hedefte Trabzon vardı ve akşam yemeğine bir Vakıf Üniversitesinin kurucusu ve Mütevelli heyeti başkanının  davetlisiydiler. Önceden yer ayırdıkları KTÜ Koru Otele vakitli olarak geldiler. Odalarına yerleşip duşlarını aldıktan sonra davet sahibinin gönderdiği araçla davet mahalline gittiler. Davet sahibi daha önce belediye başkanlığı da yapan Ünyeli arkadaşlarının  eski  bir dostuydu. Ancak diğerleri kendisiyle ilk kez tanışacaklardı. Vakıf Üniversitesinin  Yomra sınırları içinde yer alan  kampüsünde karşılandılar. Özel bir mekanda, başkan konuklarını samimi bir şekilde karşıladı. Hazırlatmış olduğu fevkalade güzel  mangal ürünlerini  ikram etti. Mükemmel bir ziyafetti. Çaylar içildikten sonra önce mevcut kampüs ve salonlarını, kütüphanesi, spor tesisleri, daha sonra da üniversitenin diğer denize nazır Trabzon merkezdeki  sağlık kampüsünü   gezdiler. Yer sorununun oldukça kısıtlı olduğu bu şehirde iki kampüs  alanına sahip  olmak bir vakıf üniversitesi için önemli bir avantajdı. Bu kampüsleri üniversiteye kazandırmanın  büyük bir  gayretin ürünü olabileceğini  düşündüler.  Bu fakir İstanbul’daki bazı vakıf üniversitelerin nerdeyse birer apartmana sığdırıldıklarını düşününce , burasının durumunun çok iyi olduğunu anladı. Keşke karar vericiler yüzbinlerce üniversite öğrencisini büyük şehirlere yığmak yerine Anadolu’nun  gelişmiş şehirlerine tematik üniversiteler açarak serpiştirseydi, iyi yetişmiş öğretim elemanlarıyla bu üniversitelerin gelişmesine önayak olsaydı diye hayıflanmadan edemedi.

Onlar, görmeyeli Trabzon   bir hayli büyümüş ve gelişmişti.  Çok katlı binalar ve otellerin fazlalığı dikkatlerini çekti. Ayriyeten yeme içme mekanlarının sayısının fazlalığı da dikkatlerinden kaçmadı.  Özellikle geceleyin Trabzon’un İstanbul’un birçok semtinden daha hareketli bir hayatının  olduğunu  fark ettiler.

Bu hızlı değişimi sorduklarında ise zengin Arapların son yıllarda bu bölgeyi  öğrendiklerini , yoğun bir  Arap turistin  buraya geldiğini anladılar. Bir kısmının   buradan  ev aldıklarını ve emlak piyasasını bir hayli yükselttiklerini öğrendiler.

Kaldıkları Otelde kahvaltı sonrası hemen yola koyuldular. Önce Maçka ve sonra da Hamsi Köye geldiler. Çevrenin güzelliği, yeşil ormanlar akan dere suları onları büyülüyordu. Eski Erzurum Trabzon yolu, Hamsi Köy’ den  geçiyordu. Yeni yol güzergahı değişmesine rağmen doğanın cazibesi ve Hamsi Köyün meşhur sütlaçı bir çok gezgini ve yabancı turisti cezbediyordu. Araçlarını münasip bir yere park ettikten sonra yol  boyu yukarıya doğru biraz yürüdüler. Günün erken saatleri denilecek bir vakitte gelmiş olmalarına rağmen etraf yerli ve yabancı bilhassa Arap turistle doluydu. Bazı otel ve restoran tabelalarında Türkçenin yanında Arap turistlere yönelik Arapça yazılar da yer alıyordu. Etraflarındaki ormanları akan suları seyrettikten sonra, burayı çok iyi bilen ve ailesinin köklerinin bu yöreden daha sonra Ünye’ye taşındığını söyleyen arkadaşları en iyi sütlaçın nerede yenileceğini yakın bir arkadaşına sordu.  Sonra da onun tarif ettiği sütlaç dükkanında kendilerini buldular.  Sahiden çok lezzetliydi yedikleri sütlaç. İşin enteresanı   para ödemek için davrandıklarında, sütlaçların parasının telefon talimatıyla dükkan sahibine ödenmiş olmasıydı. Telefon açılan arkadaş buranın has ve tanınan bir yerlisiydi ve hesabı ödemişti. Anadolu insanının bu cömertliği ve hasbiliğine ne denebilir. Bununla da kalmayıp çok yakında oğlunun ve gelininin bulunduğu yazlık eve uğrayıp mutlaka bir kahveleri söylenince ,  çok yakında bulunan evi ziyaret ettiler. Yeni evli sayılacak yaşta olan genç ev sahiplerinin ilgisine mazhar oldular. Evlerinin önünde yer alan masada gençlerin kahvesini yudumladılar. Arazinin tüm zorluklarına rağmen,  gördükleri  evlerin   inşaatının  ve kullanılan malzemelerin kalitesinin çok iyi olduğunu fark etmek onlar için zor olmadı. Bu çok tatlı evli çiftin sohbetleri ve konuşması ,saygı dolu davranışları, yaşlı gezginleri hayran bıraktı. Böyle gençlerimizde yetişiyor diye gelecekle ilgili umutları arttı.

 Sıra  Ünye’li  arkadaşlarının doğduğu  Rumlardan ailesine intikal eden evi görmeye gelmişti. Ona, buna sorarak nihayetinde dik , yokuşlu ancak sevimli dar yollardan geçerek  Çeşmeli köyünü ve şimdi amcasının yaşadığı evi buldular. Önce arkadaşlarının büyüklerinin yattığı aile kabristanını ziyaret ettiler. Arkadaşlarının amcası onları sevgiyle karşıladı. Askerliğini Ankara’da onların öğrencilik yıllarında yapmıştı. Hemen bu fakir onu görür görmez tanıdı. Son derece sempatik elinden iş gelen pire gibi hareketli ve becerikli birisiydi.  Evinin çevresindeki odunların dizilişinden bile becerikliliği  hemen anlaşılıyordu. Hatta kendine ait  aletlerle dolu atölyesi bile vardı. Diğer ağabeyleri  buradan  ayrılırken O, ata yerlerine sahip çıkmış, burada kalmıştı. Onları neşeyle ve sempatiyle karşıladı. Hemen arkadaşımızın doğduğu ve üç, dört yaşına kadar kaldığı Rumlardan kalma en az  yüzelli, ikiyüz yıllık  tarihi evi  gezdirdi. Müze gibi itinayla korunmuştu. Yeni evini bu Rum evinin yan tarafına yapmış, burayı da kiler gibi kullanıyordu. Kalın taş duvarları ve evin ocağının genişliği dikkatlerini çekti.    Odanın tavana yakın yerinde bulunan menfez benzeri gözetleme yerini ve orijinal ağaç kapısını ve arkasında nerdeyse yarım metre duvarın içine kadar giren kalın ağaç sürgüyü ilginç buldular. Geçmişte bu vahşi doğada yaşayanlar ister istemez emniyet tedbirlerini elden bırakmamaları gerekiyordu. Odanın tavanda yer alan ağaç hezenler ve ahşap malzeme sapasağlam duruyordu. Rum evinin hemen yanında ahşaptan yerden  en az iki metre yükseklikteki ambara uzatılan bir hareketli ahşap köprüden geçtiler. Ambarın altında kurulu farelerin girişine engel olan  saçtan koruma sistemi de dikkatlerinden kaçmadı.

 Amcanın çay, yemek ısrarına rağmen, yemek yediklerini  ve acelelerinin olduğunu söyleyerek teşekkür edip   ayrıldılar.

Sonra diğer bir gezgincinin İhracat Genel Müdürlüğü yaptığı yıllarda birlikte çalıştığı  mesai arkadaşının Maçka’ya çok yakın   evine uğradılar. Onlar da misafirlerini büyük bir incelikle karşılayıp ikramlarda bulundular. Kısa bir ziyaret ve sohbet faslından sonra ver elini Rize diye yola devam ettiler.

Kalacakları Çaykur misafirhanesine  gitmeden önce acıktıkları için, iki meşhur kuru fasulyeciden  birine daldılar. Sonra yakında bulunan bir petrol istasyonundan hem benzin alıp hem de arabalarını yıkattılar. Araba yıkanırken petrol istasyonunun yanında araba lastiği satan bir Rizeli esnafla sohbete koyuldular. Türk insanının cana yakınlığını  bir kez daha gördüler. Anında çaylar ısmarlanıp oradan buradan sohbet koyulaşınca, bu esnaf arkadaştan  yemek daveti aldılar.  Teşekkür edip şimdi yemek yediklerini ifade ederek oradan ayrılıp misafirhaneye geçtiler. Eşyalarını odalara yerleştirip arkasından Rize’nin meşhur  Çaykur’a ait çay bahçesinin bulunduğu Çay tepeye çıktılar. Müsait bir masa bulup oturduktan sonra, semaverde çay servisi yapıldı.  Çay bahçesi tıklım tıklımdı. Aileler, çoluk çocuk çay bahçesini doldurmuşlardı. Onların dışında Çay bahçesinde bir hayli turistin   olduğu da anlaşılıyordu.  Rizeliler için burada çay içme, aynı zamanda sosyal bir aktiviteydi.  Sonra konaklayacakları yere geçtiler.  Ünye’ li arkadaşları belediye başkanlığından sonra Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi olarak Rize’de  Çaykur başta olmak üzere çay fabrikalarını denetlediği için, kurum yöneticileri hemen onu tanıyıp gerekli ilgiyi  gösterdiler. Sabahleyin mükellef bir kahvaltı sofrası uyandıklarında onları bekliyordu.

Kahvaltı sonrası Batum’a gitmek için tekrar yola koyuldular. Sarp Sınır kapısından Gürcistan’a sadece kimlik göstererek geçilebiliyordu. Erken saatler olduğu için sınırı geçmek çok vakitlerini almadı. Karşıya geçtiklerinde ilk işleri bir günlüğüne de olsa arabalarının sigortasını yaptırmak oldu.

Hayret ederek 100 TL’ nin 15 Lari (Gürcistan parası) ettiğini gördüler. Türk Lirasının  değer kaybından dolayı, yüzlerce Gürcü vatandaşının akın akın Türkiye’ye gelerek, sınır ilçelerinden günübirlik  ucuz buldukları malları yüklenip ülkelerine götürdüklerine  şahit oldular. Anlaşılan alışveriş için  Edirne  Bulgarlar için neyse, Hopa, Kemalpaşa ve yakın diğer ilçeler de Gürcüler için aynısı olmuştu  

Batum sınıra çok yakındı. Oraya ulaşmak yirmi dakikalarını aldı. Denize paralel cadde boyunca arabayla gezinti sonrası,  mütevelli heyeti başkanı  Trabzonlu arkadaşın  sahibi olduğu binayı buldular. Limanın tam karşısındaydı. Görevlilere  geleceğimiz haber verildiği için hazırlıklıydılar. Çay ve pasta ikramlarına teşekkür edip, ardından   sahilde yürüyerek gezmek için uygun bir  otoparka araçlarını bıraktılar.  Etrafı dolaşmaya, temaşa etmeye başladılar. En dikkati çeken şey şehrin yenilenen modern binaları ile  Sovyet döneminden kalma yapılar arasındaki büyük farklılıktı. Eski Sovyet tipi kibrit kutusunu andıran binaların yıkılıp şehrin bir dönüşüm yaşadığı da dikkatlerinden kaçmadı.

Batum şehir merkezinin  tek camisini   ziyaret etmeyi unutmadılar. Ancak şehir merkezinde tek  camii olmasına karşın, Batum çevresinde yer alan Müslüman köylerde camilerin bulunduğunu öğrendiler. Hey gidi Batum hey dediler kendi kendilerine. Bir zamanların Doğu Karadenizinde, en yüksek düzeyde İslami bilgilerin öğretildiği   medresesi olan şehir diye düşünmeden kendilerini alamadılar.

Kısa bir Batum ziyaretinin ardından gezginler tekrar Sarp’a gelip yeniden vatan topraklarına geçtiler.

Zaman henüz  erken olduğu için Ayder’i de bugün ziyaret etmek için  Çamlıhemşin üzerinden takribi 20 km daha gidip oraya vardılar. Yol boyunca Fırtına deresinin çağlayan sularını izlediler. Bu ne muhteşem kayın ve ladin ormanlarıydı etrafı çepeçevre kuşatan Allah’ım!!!

Yolun iki yanında  ne kadar çok turistik tesisinin olduğu dikkatlerinden kaçmadı. Ayrıca onlarca rafting için gelen genç grupla karşılaştılar. Fırtına deresinde rafting yapanları izlediler.  En dikkat çekeni ise Ayder’e geldiklerinde etrafları Arap turist kaynıyordu. Ayder’in yamacındaki yeşil çayırlara öbek öbek yayılmış onlarca Arap turist  gördüler. Bunlar bir yandan  çaylarını içerken diğer yandan da hayran hayran mest olmuşçasına muhteşem  Ayder  manzarası seyrediyorlardı. Belki de   “dünyadaki cennet burası mı “ diye düşündüklerini tahmin etmek  yalan olmazdı.

Grubumuzun  fotoğrafçı  üyesi , gördüğümüz güzellikleri kayda alıp bazen de seslendireni  Ayder’de resim çekmekten kendini nerdeyse kaybediyordu.

Akşam karanlığı çökmek üzere iken  Ayder’den ayrılarak tekrar Rize’ye döndüler. Ana  yol üzerinde onlara tavsiye olunan küçük bir şelalenin hemen yanında yer alan tanınanbir balık lokantasında akşam yemeklerini yediler ve arkasından da Çaykur misafirhanesine döndüler. Sabah kahvaltısından sonra konaklama ücretlerini ödeyip, Çaykur’un satış mağazasından herkes ihtiyacına göre değişik çeşitlilikte  çaylardan aldılar. Kargo ile adreslerine yollatmayı da ihmal etmediler. 

Şimdi tekrar geldikleri yola dönüyorlardı. Önce Çaykara sonrada Ünye’li arkadaşlarının Çaykaralı olan kayınpederinin köyüne gidip evini ve fındık bahçesini ziyaret vardı sırada..Şimdi evde kalan yoktu. Arkadaşlarının kayınpederi yaşından dolayı çok arzu ettiği bu köy evine artık kalamıyordu.

Buradan çok merak ettikleri Sultan Murat Yaylasına geçtiler. Yayla yolu ağaçlar ve biraz yukarıda ise etraf renk renk çiçeklerle doluydu.

Sultan Murat, uçsuz bucaksız onlarca köyün yaylasıydı. Artık eskisi gibi yaylaya çok az kişi hayvanlarıyla çıkarken, hali vakti yerinde olanlar yaptıkları yayla evlerini yazlık gibi kullanmaya başlamışlardı. Bir kısmı burada birkaç ay kaldıklarını söylüyorlardı. Bereket şansları yaver gitti. Yayla güllük güneşlik bir günündeydi. Yaylanın merkezinde kurulu çarşıdan birkaç  km uzaklaşıp kırlarda bayırlarda bir müddet aylak aylak dolaştılar. Dağları taşları ve çimenleri seyrettiler. Burada da bir hayli Arap turist vardı. Gezginlerden birisi Umman’lı bir iletişim mühendisiyle kısa da olsa sohbet etti. Bu genç bu yaylalara bayıldığını ve her yıl burayı ziyaretin kendisi için doping etkisinin olduğunu söyledi. Ayrıca onun vasıtasıyla gelen Arap turistlerin çoğunluğunu Suudi , Katarlı ve Kuveyit’lilerin oluşturduklarını öğrendiler. Açıkmış olduklarından Sultan Murat yaylasının çarşısında  gözlerine kestirdikleri önceden tavsiye edilen bir lokantaya  kendilerini attılar.  Hoşlarına giden  mangal ürünlerini değerlendirdiler. Bu restoranda çalışan garsonların bir kısmı Arap ülkelerindendi.  Arap turistlerle iletişim bunlar vasıtasıyla daha kolay oluyordu.

Arkasından da daha önce duydukları Sultan Murat Şehitliğini ziyaret ettiler. 1917 Rus ihtilalinden sonra onlarla sulh yapılmıştı. Ancak bu haber Sultan Murat’da bulunan Rus birliklerine ulaşmamıştı. Karadenize inmek için burada bulunan Rusların yolu bir bölük askerimiz tarafından kesilmiş ve hepsi şehit olmuşlardı. Şimdi Şehitlik restore edilip onların şanına ve anısına uygun bir hale getiriliyordu. Fatiha okuyup oradan ayrıldılar.

Dönüş yolu olarak  farklı bir yoldan gitmek istediler ve  Sürmene yolunu seçtiler.  Çok işlek olmayan dar ve ıssız orman yolundan geçerken bir ara yollarını kaybettiklerini  sandılar. Neyse daha sonra geçen bir kamyoncudan doğru yolda olduklarını anladılar. Tam onlar dönerken sisde yaylayı ve yolları kaplamağa başladı. Kısa bir süre siste seyahat ettiler. Nihayetinde sis yukarılarda kalıp onun altına indiler. Yine Ünyeli arkadaşları yolda  tam Sürmene’ye inecekleri  bir dere kenarında yaşayan emekli öğretmen amcasını ve yengesini ziyaret etti. Arkasından da gezginciler hiç mola vermeden Trabzon’udan  ve Giresun’ geçip ,  akşam namazı vaktinde  Ordu’ya geldiler.

Ordu’da emekli Noter olan bir arkadaşları  beş, altı arkadaşıyla onları karşıladı. Bir arkadaşlarını oğluna ait bir güzel  restoranında bizi konuk ettiler. Yemekler yenirken onlarla sohbet etme fırsatımız da oldu. Gördüğüm manzara  mevcut siyasi iradeye bakışta bir farklılaşmanın yaşandığıydı. Tıpkı bizim gezi yollaşlarımız arasında  olan farklılaşmanın onların arasında da olduğu görüldü.  Her birisi pırıl pırıl insanlardı. Çevrelerinde saygı gören ve itibar olunan güzel işler yapmış ve yapmaya gayret edenler oldukları  her hallerinden belliydi. Yemek sonrası bize ayrılan DSİ misafirhanesine geçtik ve orada geceledik.

Sabahleyin uyandığımızda arabamızın bir lastiğinin tamamen sönmüş olduğunu  gördük. Kahvaltıdan sonra Ordulu arkadaşların yardımı ile lastikçiye kadar idare edecek stepne aracımıza takıldı. Zaten lastiklerde eskimiş sayılacak yaştaydı. Lastikcide tamamı değiştirildi.

 Dönüş güzergahını önceden  planladıkları üzere Akkuş, Niksar üzerinden yaptılar.  Yolları önce Tekkiraz’dan geçiyordu. Ünye’li dostumuzun belediye başkanlığından arkadaşı olan  Tekkiraz’ın eski belediye başkanına uğrayıp  bir çayını içmeyi düşündüler.  Sadece çay içip yollarına devam etmeyi beklerken, Bu arkadaş benzin istasyonunun yanında bulunan lokantasının balkonunda  gelecekleri  zamanı hesaplayıp mangal ürünleri hazırlatmıştı.  Buranın yıllarca belediye başkanlığını yapmış ve yine buranın saygın bir ailesine mensup olan bu ikram sahibi arkadaşa “halkın hayat pahalılığına nasıl baktığını “ sorduğumda. “ bu yörede yaşayan insanların son derece sade bir hayatları var. Yiyeceklerinin bir çoğunu, sebze ve meyvesini  kendileri üretiyor. Şayet evlerine bir iki  asgari ücret giriyorsa bunlar bir şey hissetmezler “ diye cevap verdi. Anlaşılan büyük şehirlerde dar gelirli insanların şikayet ettiği  kira ,doğal gaz, telefon ve diğer masraflar buralarda yaşayanların sorunları arasında önemli denilecek ölçüde yer almıyordu. Konuksever eski belediye başkanına teşekkür ederek oradan Akkuş ve oradan da Niksar’a  doğru  hareket ettiler. Niksar sınırına yaklaştıklarında artık Karadenizin o muhteşem yeşil ormanları kaybolmaya başlamıştı.

Aslında Niksar’da ceviz bahçesi yapmış olan kadim bir emekli subay arkadaşlarını da ziyareti programlarına almalarına rağmen onun Niksar’da olmadığını öğrendiler. Niksarlı arkadaşları da ailevi nedenle onları ağırlayamadığı için üzüntülerini onlara telefonla iletti.

Niksar çıkışı aralarında ufak bir yol tartışması oldu. Tokat üzerinden mi yoksa Amasya üzerinden mi diye. Neyse orta bir yol bulundu Mecitözü üzerinden  Çorum’a gelip ordan da Ankaraya bir akşam üstü sağ selim vasıl oldular. En gençleri ve hızlı bir şöför olan Kaptan pilotları  herkesi tek tek evine bırakmadan önce aralarında helalleşmeyi de ihmal etmediler. Gezi hem çok güzel geçmiş , hem de onlarca arkadaşlarını ahir zamanlarında ziyaret fırsatı olmuştu.

Ortalama yaşları yetmiş olan bu kadim dostlar ömürlerinde belki de bir daha böyle bir geziyi yapamayacaklarını içlerinden geçirdiler. Sağ selim gezinin tamamlanmış olmasından da derin bir memnuniyet duyup Yarata’na şükür ettiler.

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya