İnsan söze nereden başlayacağını bilemiyor. Öyle bir konu ki insanın konuşası, yazası gelmiyor. Ama artık konuşarak, gündem yaparak kanıksanmasına yol açmayalım aşaması çoktan geçildi. Mevzubahis olan eşcinsellere hoyrat davranmak, onları yok saymak, hayat hakkı tanımamak falan değil.
Bugün gelinen nokta, "eşcinsellerin yaşam hakkı" gibi 'homofobik' suçlamasının çok ötesinde.
LGBTQ+ neredeyse dünya nüfusunu azaltmanın tek yolu olarak küresel bir ideolojiye dönüşmüş durumda.
Ama hala Taksim'de LGBTQ+ yürüyüşüne izin verilmemesi üzerinden "Protesto hakkı engellenemez, bu ülke yaşanmaz oldu" diyen gençler var. Cinsel tercihlerinden bağımsız olarak bunu söylüyorlar. Başkasının hakkını savunmanın verdiği vicdani bir üstünlük hazzıyla üstelik. Oysa büyük resme bakmak gerek, LGBTQ+ ideolojisinin kuşatması altındayız. Ancak bu kuşatmaya karşı direnç geliştirebilen toplumlar kendilerini geleceğe taşıyabilecekler. Papa'ya bile fetva verdiren bu küresel ideolojiye karşı hala ama şimdilik en güçlü toplumlar Müslümanlar toplumlar.
En güçlü kale ise aile. Bu yüzden aile kurumunu da sahiplenmek, ailenin tanımını değiştirmek istiyorlar. Hatta evlilik ve evlat edinme hakkı, LGBTQ+ ideolojisinin 'muhafazakar' tonu olarak değerlendiriliyor artık.
Farkındaysanız yavaş yavaş siyasetin gündemine girmeye başladı. CHP'li belediyeler "Onur Yürüyüşü" etiketlerini sıradanlaştırdı. Popüler kültür üzerinden markalar, sanatçılar büyük bir baskı altında. Kabul görebilmek için LGBTQ+ ideolojisini savunman gerekiyor. Susman, yorum yapmaman yetmiyor. Taraf olman gerekiyor.
Postmodern dünyanın sunduğu sınırsızlık, hakikat iddiasının yadsınması, toplumsallığın terkedilmesi ve bireyin korunaksız bırakılması bu tür yok edici ideolojiler için elverişli bir ortam hazırladı. Kimsenin hiçbir şeyi hakikat diye vaaz edemediği yerde aslında kendini dayatan çok güçlü bir ideolojinin olduğuna uyanmak da zaman aldı.