Aralık 2019'da Çin'de görülen ve kısaca COVID-19 dediğimiz yeni korona virüs hastalığı ile karşılaşmamız bir yılı çoktan geçti. İlk duyulduğunda bildirimler yapıldığında uzaklarda bir yerlerin sağlık problemi diyerek çok da umursanmadı. Bu virüs dediğimiz küçük sağlık düşmanlarımızın kısa sürede dünyayı dize getireceği çoğumuzun aklına bile gelmedi. Pandemi haline dönen bu SAR-CoV-2 virüs salgını hem gelişmiş, hem gelişmekte hem de gelişememiş dünyayı esir aldı. COVID-19 ile mücadele artık dünya çapında küresel bir sorun. Genel olarak grip özel olarak da pnömoni/zatürre yapan bu hastalık milyonlarca insana bulaştıkça ülkelere ve ekonomilerine ağır yükler eklemeye devam etti. Beden ve ruh sağlığımıza olumsuz etkilerinin yanında sosyal ve ekonomik durumumuz da alt üst oldu. Pandeminin başlangıcından bugüne kadar geçen süreye rağmen bildiklerimiz ve öğrendiklerimiz bir buzdağının su üzerinde görünen kısmı gibidir. Su altında kalan ve göremediğimiz kısmı ise daha büyüktür. Her geçen gün yeni bilgilere ve bulgulara ulaşıyoruz. Kendine özgü başarılı bir ilaç tedavisi de henüz yok. Büyük umutlar bağlanan aşılar ve aşılamada da ciddi bir yol kat ettiğimiz söylenemez çünkü dünyanın çoğunluğu aşılanmadıkça hiç kimse güvende olmayacak.
Pandemi sürecinde ortaya çıkan bilimsel gerçekler ve efsaneler hatta komplo teorileri, virüs hakkında biraz daha fazla bilgi nedeniyle kafaları karıştırıyor. Bu aşırı bilgilenme nedeniyle virüs hakkındaki gerçekler oluşan efsane kirliliğini bertaraf edemeyecek duruma geldi. Hatta salgına aldırmaksızın devam eden bu makul olmayan tutumları takınanlar pandeminin daha da yayılmasını körükledi. Patolojik boyuta ulaşan önyargılar ve ön kaygılar korku ve kaçınmalara ya da vurdumduymazlıklara yol açtı. Bilgiler hızlı bir şekilde arttıkça ve bilgiye ulaşım da o kadar kolaylaştıkça, fazlalığa maruz kalan her olgu gibi basitleşmiş bilgi zihinleri kirletmektedir. Doğruluğu şüpheli bilgilerle körüklenen bu pandemi dönemindeki aşırı bilgilenme sosyal medya ile daha da zarar verici hale gelmiştir. Virüs salgınının sebebi olarak herkes kendine göre suçlayabileceği bir “günah keçisi” arayışına kapılmıştır. Ülkemizde de maalesef bu süreçte özellikle de yetkili ve etkililer farkındalık yapmak yerine ayrımcılık yapmayı tercih etmiştir. Ancak bu salgın hastalığa bağlı ayrımcılık ve kayırmacılık son derece tehlikelidir.
Bu küresel halk sağlığı sorununda toplumun kendisi, sağlıkçılar ve yöneticilerin ideal uyumu ve birbirlerine uyumu pandemi mücadelesinde elzem bir basamaktır. Yöneticilere ve onların aldıkları kararlara ve duyurdukları beyanatlara karşı halkın nezdinde gelişen tereddüt ve şüphe sağlıkçıların tedavilerindeki başarıları da olumsuz etkilemektedir. Bu üçlü paydaş arasındaki kısır döngünün çözümü için korona virüs pandemisinde seferberlik mantığıyla zamanında alınacak geciktirilmeden uygulanacak tedbirlerin etkisi tartışılmazdır. Hastalığa yakalananların mustarip olduğu hastalık belirtiler herkes tarafından bilinmektedir. Hastaneye yatırılan COVID hastalarının tıbbi bilgileriyle elde edilen verilerle sayısız bilimsel yayın yapılmaktadır. Pandemi mücadelesinde başarı, kişisel korunma tedbirlerine rağmen salgını durdurabilecek olan aşılama çalışmaları tamamlanmadan mümkün gözükmüyor. Sayısız aşı geliştirilmiş olsa da pazara çıkabilen aşıların gelişmiş ülkelerin tekelinde olması dünyayı salgın yönünden güvensiz olmaya devam ettirmektedir. Dünya can derdinde iken aşı üreten ülkelerin ve şirketlerin hala kar derdinde olmaları da işin başka bir olumsuz boyutudur.
COVID-19 salgını tedbirleri kapsamında birçok ülkede tam ve/veya kısmi kapanmalara gidildi. Dünyadaki sağlık harcamalarının neredeyse ekseriyetinin sarf edildiği gelişmiş ülkelerde bile sağlık sistemleri pandemi öncesindeki birçok koruyucu sağlık hizmetlerine ara vermek zorunda kaldılar. Oysa sağlık profesyonellerinin ortak görüşü salgının yataklı tedavi kurumlarında tedavi edilmesi değildi. Bu yanlışlık yöneticiler tarafından geç fark edildi. COVID-19 pandemisiyle mücadele ederken hastanelerin hizmetlerindeki aksamalar diğer hastalıkların tedavilerinin aksamasına ve gecikmesine neden olması da başka bir ikilemdir. Alınan pandemi düzenlemeleri nedeniyle başka sağlık sorunları aleyhine gelişmeler gerçekleşmiştir. Örneğin, kanser tanılarında ve kanser tanılı hastaların tedavilerinde gecikmeler, diğer hastalıkların aşılamalarda belirgin aksaklıklar, akıl ve ruh sağlığı hastalıkları ile alkol ve uyuşturucu madde kullanımında artışlar, önlenebilir başka hastalıklarda geriye gidişler görülmüştür. Önümüzdeki yıllarda COVID-19 pandemisine bağlı tanıdaki gecikmelerin bir sonucu olarak ülkemizde ve tüm dünyada önlenebilir hastalık ölümlerinin sayısında önemli artışlar olabilecektir. Biraz ilginç görünse de, basit bir hesapla gelecek beş yıl içinde tüm dünyada en az dört milyona yakın hastanın, aslında kurtarılabilecek iken, kanser nedeniyle fazladan kaybedileceği tahmin edilmektedir. Ayrıca başka hastalıkları olanların çoğunluğunun salgın döneminde gerek COVID-19'a yakalanma korkusu ve gerekse alınan tedbirler yüzünden sağlık kuruluşları ile zamanında temasa geçemedikleri bir başka gerçektir. Yapılanları görmezlikten gelemeyeceğimiz gibi yapılmayanları da unutamayacağız. Pandemi süresince geçinme, barınma ve beslenme problemleri olan dezavantajlı toplum kesimlerinin olumsuzluklardan katlanarak daha çok etkilendiğini hep akılda tutmak gerekmektedir. Ayrıca ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde sadece sağlık değil iş ve eğitim sistemi de aksamaktadır. Devlet desteğine mahkûm olanların pandemi sürecindeki iş ve aş mahrumiyetinden daha çok etkilendikleri görmezden gelinemez. Yeterli iş güvencesinin olmayışıyla ekonomik sıkıntı daha ağırlaşmış oluyor. Gelişmiş ülkelerdeki kapsamlı mali pandemi destekleri bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde yetersiz kalmaktadır.
COVID pandemisi nedeniyle her an maruz kaldığımız bilgi bombardımanının etkisiyle doğru ve güvenilir bilgilere ulaşmamızın önünde bir engele dönüşürken, her birimizi herhangi bir konudaki kurgulanmamış bilgiye ulaşmak güvenlik için şarttır. İster koruyucu önlemler isterse tedavi konularında muhatap olduğumuz tartışmaların uzmanlık gerektiren bir mütalaanın işin ehlileri tarafından yapılmasını gerekli kılmıştır. Buna rağmen uygulamada iltimas, kuralsızlık hatta gevşeklik ile karşı karşıyayız. İşte bu yüzden asıl şimdi güvenilir olmaya muhtacız. Gerçeğe ulaştıramayan bilgiler kafalarımızı karıştırmaya devam edecektir.
Bilgileri tekelinde tutan yöneticiler pandemi mücadelesinde popülizm denen prangadan derhal kurtulmalıdır. COVID-19'dan alınacak derslerin bir fırsat olduğu da unutulmamalıdır. Küresel işsizliğin devasa boyutlara ulaşmasıyla bizim ülkemizde de iş ve üretim aksadıkça buna bağlı gelişecek akıl ve ruh sağlığı hastalıklarında artış kaçınılmaz olacaktır. İşsizlikteki artış neticesinde işsizlik ile ilişkili intiharlarda artış olacağı da ILO tarafından açıklanmıştır.
“Kasap et derdinde koyun can derdinde” deyişinde ifade edildiği gibi küresel bir pandeminin ortasında insanların hayatları elbette ki ilaç şirketlerinin kârından önce gelmelidir. Bu nedenle kafa karıştıran aşı karmaşası bir an önce son bulmalı ve ilaç şirketleriyle yapılan tüm aşı anlaşmaları kamunun bilgisine açık hale getirilmelidir. Kamu kaynaklarıyla ithal edilen tüm COVID-19 aşıları ile ilgili tüm lisansları, anlaşmaları, klinik deneme maliyetlerini ve elde edilen verileri öğrenmek toplumun hakkıdır. Çevre ve halk sağlığının, tıbbi tedavinin ve aşılamanın önemli maliyetleri var. Hatta aşı üreten gelişmiş ülkeler ve onları şirketleri aşıların küresel olarak eşit dağılımı konusunda sınıfta kalmışlardır. İnsanlar için önem arz eden aşıların değeri aşı üreten şirketler için ticari kar getiren bir meta olmuştur. Bu paradoksun, yani aşıların ticari çarkının ortasına düşmesinin önüne geçilmesi, belki de aşının bulunması kadar önemlidir.
Nisan ayı ortası COVID belgelerine göre küresel duruma baktığımızda 140 milyon vaka/hasta, 3 milyon ölüm ve 750 milyon aşılama vardır. Türkiye göstergelerinde ise 4 milyon hasta, 35 bin ölüm ve 20 milyon aşılama görülmektedir. Hem dünyada hem de ülkemizde sayılar yükselme eğilimindedir. Ülkemizdeki aşılama oranı dünya ortalamasının üzerinde olsa da Avrupa ülkelerine göre geridedir. Pandemiye hala bir kurgu ve komplo olarak görenlere rağmen son 24 saatte durum 319 bin 316 Kovid-19 testinde 62 bin 606 pozitif sonuç, ağır hasta sayısı 3 bin 240 ve kayıplarımız 288 kişidir.
Salgın hakkındaki gerçekler ve kurgulanmamış bilgiler, dezenformasyona yol açmadan sonuç olarak bu salgın hastalığa bir panzehir olmalıdır. Muhtemel toplumsal panikleri önlemek, doğru nesnel verileri paylaşmak hem bu işin bilenlerinin hem de politikacıların en yüksek önceliği ve sorumluluğu olmalıdır. Yazılı ve görsel iletişim araçlarında rehberlik sağlanmalı ve kurgulanmış haberlerin yayılması kontrol edilmelidir. Sağlıklı bir gelecek için sağlıklı ve tutarlı bir denetim şarttır. Herkes COVID nedeniyle iyileşemeden güvende değilse hiç kimse güvende olmayacaktır. Salgın mücadelesi bilim kurullarının ve sağlık meslek örgütlerinin işbirliği ile daha kolay olacaktır.