Günümüzde, özellikle gelişmiş ülkeler başta olmak üzere diğer ülkeler arasında bilim ve teknoloji yarışı sürmektedir. Ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişmişliği ve hatta ulusal savunma güçleri bu teknolojik yarış ile çok yakından ilişkilidir. Bu nedenle her ülke kendi teknolojik ve bilimsel gelişmesini sürdürmek, beyin gücünü en rasyonel biçimde kullanmak ve yeni ekonomik kaynaklar yaratmak için politikalar belirlemekte, bu politikalar doğrultusunda çaba sarf etmektedir. Teknolojik kalkınmayla ülkelerin tutarlı bilim politikaları arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Birçok dünya ülkesi, bilimsel gelişmeleri daha ciddi düzeyde izlemek ve değerlendirmek için, üst düzeyde kurumlara (bilim bakanlığı, bağımsız araştırma kurumları, mükemmeliyet merkezleri ve benzerleri) sahipler. İlerleme yolunda azimli olan bir ulusun mutlaka bu gelişmelerin motorunu oluşturacak bilim insanı yetiştirmede kaynak olan yetenekli çocuklarını bu sorumluluk için yönlendirmeye çaba sarf etmesi şarttır. Kısaca ülkelerin, genç kuşakların bilime özendirilmesi ve bu alandaki güçlerini daha ileriye taşımaları için, projelerinin ve ileriye yönelik bilim politikalarının olması gerekir.
Ülkemizde bu konuda bu güne kadar ciddi atılımlar yapabildik mi? Bilim insanı kaynağını oluşturan çocuklarımızı ve gençlerimizi ne kadar bu alanlara yönlendiriyor ve onları heyecanlandıra biliyoruz? “Neden genellikle ülkemizde, toplumsal kalkınmamızla ilgisi az olan konular gündemi işgal eder de, ülkemizin bilimsel, ekonomik, sosyal ve hatta milli savunmamızı birinci derecede ilgilendiren teknolojik gelişmemizin temelini oluşturacak çocuklarımıza, bilimin önemi, bilim yapmanın değeri, Kuvay-i Milliye ruhu ile verilmez?”
Akademisyenliğe adım attığım 1980’li yıllardan itibaren bilim politikaları konusunda ülkemizde gördüğüm eksiklikler benim bu konuları düşünmeme ve Bilim ve Teknik (TÜBİTAK) başta olmak üzere değişik dergilerde yazılar yazmama vesile oldu. Nihayetinde bu ilgim beni 19 yıl görev yaptığım Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesinden ayrılıp, 2004 yılından 2008 yılı ortalarına kadar TÜBİTAK’ta çalışmama yol açtı. Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanı olarak çocuklara ve gençlere yönelik TÜBİTAK programlarının geliştirilmesi ve bu programların Anadolu sathına yayılmasında görev üstlendim. Şüphesiz o günkü TÜBİTAK Yönetimi ve Siyasi İradenin verdiği finansman desteği bu konudaki çalışmaların ivme kazanmasını sağlamıştı.
GELİŞMİŞ ÜLKELERİN KONUMU
Son 40-50 yıllık zaman diliminde yıllık olarak dünyamızda, 1.000.000’un (bir milyon) üzerinde bilimsel içerikli yayın çıkıyor. Bu yayınların yaklaşık yüzde 80’i gelişmiş dünya ülkelerinde (7-8 ülke), geri kalan yüzde 20 si ise dünyanın büyük bir çoğunluğunu oluşturan gelişmekte olan ülkelerin bilim insanları tarafından çıkartılıyor. Oysa dünya nüfusunun 24 yaş altında olanlarının dağılımına baktığımızda, bu yaş grubunda olanların yüzde 80’i gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaştığını görüyoruz. Büyük bir gençlik kitlesine sahip olan bu ülkelerin bilim ve bilimsel gelişmeye olan katkılarının ya çok az ya da hiç denecek bir sınırda olduğunu görmekteyiz. Zamanımızda bilimsel bilgi sürekli ve hızlı bir şekilde ilerlemektedir. Yeni teknolojilerin bu gelişmelere eşlik etmesi karşısında gelişmiş ülkeler genç nesillerini ülkelerinin inşasında değerlendirmek için sürekli projeler geliştiriyorlar. Eğitimciler ve bilim adamları devamlı işbirliği içerisindeler. Gelişmekte olan ülkelerdeyse, gerek bilim insanı sayısı ve kalitesi, gerekse ekonomik koşullardan dolayı bu tip projelerin uygulamaya konulması konusunda zorluklarının olduğu bilinmektedir. Oysa yapılan bilimsel incelemeler ve yoklamalar, bilimsel düşünme açısından gerek gelişmiş ve gerekse gelişmekte olan ülkelerin ilköğretim çağındaki çocuklarının aynı potansiyele (bilim tasavvuruna) sahip olduklarını göstermektedir. Gelişmiş dünyada gelecek kuşakların bilime özendirilmesi amacıyla çok farklı yöntemlere başvurulduğunu biliyoruz. Örneğin belirli bilim dallarında yetişkin bilim insanlarının ve araştırıcıların ilköğretim çağındaki öğrencilere, konuları onların anlayacağı düzeyde ve çekici hale getirerek sunduklarına tanık oluyoruz. Bir mikrobiyoloji profesörü çocuklara mikropları anlayabilecekleri bir dil ile öğretmeye çaba sarf edebiliyor. Bu işe, üşenmeden, sanki laboratuvarında deney yapıyormuşçasına vakit ayırabiliyor ve bu konudaki çabalar (örneğin; Amerika Birleşik Devletleri’nde “National Science Research Center”, “National Academy of Sciences” gibi) kuruluşlarca destekleniyor.. Oysa bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde aynı yaş grubunda olan çocuklarımızın ilgi duydukları ve özendikleri meslekler arasında genellikle futbolculuk, şarkıcılık ve film yıldızlığı geliyor. Çocuklarımız, cılız kalan bilimsel yönlendirmeden ziyade, bilinçsiz yayın yapan medyanın etkisinde kalıyorlar.
Bu konuyla ilgili bir anektodu burada nakledelim. 2004 yılında Ondokuzmayıs Üniversitesinde danışmanlığını yaptığım başarılı bir doktora öğrencimizi (İlker Kudret Sarıyer ) Tempe Üniversitesine / ABD’ye araştırma için göndermiştik. İlker beyin o tarihlerde bana yazdığı bir elektronik postada anlatmıştı. Bu arkadaşımızın ilk yıllarında yaz tatilinde Laboratuvarlarına bir lise öğrencisi staj için geliyor. Laboratuvar direktörü, İlker’in bu çocukla ilgilenmesini söylüyor. İlker bu lise öğrencisine onun anlayacağı düzeyde bazı bilgileri anlatmaya çalıştığında, bu öğrenci lise öğrencisinin fevkinde DNA teknolojileri ile ilgili bilgiye sahip olduğunu fark ediyor. Birkaç ay laboratuvarda çalışan bu lise öğrencisi, orada yaptığı çalışmayı lise öğrencileri için çıkan bir bilim dergisinde daha sonra yayımlıyor. Bilim bayrağını önde taşıyan ülkelerin orta öğrenim öğrencileri bile bilim dergileri çıkartıyor ve araştırmalarını yayımlıyorlar. Tıpkı futbol ve diğer dallardaki spor alanlarının alt yapılarında çocuk yaştaki sporcuların eğitildiği gibi.
Ülkelerin bilimsel gelişmişlik göstergeleri arasında o ülkede alınan patent sayısı, kişi başına düşen araştırmacı sayısı, uluslararası bilim dergilerinde yayımlanan makale sayıları, ekonomik faydaya dönüşen (bilginin ticarileştirildiği) geliştirilmiş ürünler gibi daha birçok göstergenin kullanıldığını biliyoruz. 2000’li yılların başlarında, dünyanın en azından gelişmiş 20 ülkesi arasında olmayı hedefleyen ülkemizin, bu hedeflere kendisini taşıyacak, ekonomik düzeyini ileriye götürecek bilim insanı ve araştırmacı kaynağını oluşturacak genç kuşakları kapsayan, ciddi projelerinin olması gerekmez miydi? Şimdi 2020 yılındayız. Gerçi biraz mesafe almamıza rağmen, bu konudaki kat ettiğimiz ilerleme yeterli görülecek düzeyde değil maalesef.
ÜLKEMİZDE DURUM
Ülkemizde, Cumhuriyet tarihimiz boyunca devletimizin birçok kurumu (Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler), eğitim ve öğretim faaliyetleri yanında, gençliğin bilime ve bilim insanı olmaya özendirilmesi konusunda dolaylı da olsa katkıda bulunmaktadır. 1963 yılında kurulan TÜBİTAK bu konudaki duyarlılığımızı biraz daha somutlaştırarak ileriye taşımıştır diyebiliriz. Özellikle TÜBİTAK’ın verdiği ödüller, burslar ve çıkarttığı dergiler, en geniş anlamda gençlerimizin ve daha alt yaş gruplarının bu konudaki susamışlığına yanıt vermeye gayret ediyor. Özellikle 2000’ li yılardan sonra TÜBİTAK İlk ve Orta öğretim proje yarışmalarının ülkeye yayılması ve bu yarışmalara katılan öğrenci sayılarının on binleri bulması ülkemiz adına sevindirici gelişmelerdir. Yine MEB’ nın nerdeyse her şehirde açtığı “Bilim ve Sanat Merkezleri” de bir boşluğu doldurmaya gayret ediyor. Ancak bu Merkezlere devam eden çocuklarımıza yararlı olmak için mutlaka her şehirdeki üniversiteler ile MEB’nın bilimsel işbirliklerini geliştirmesi şarttır. Bu iş YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında yapılacak bir protokolle kolaylaştırılabilir. Uygun bir program desteği ile TÜBİTAK bu projeye destek olabilir. Halihazırdaki Ülkemizin gösterdiği çabalar, henüz istenilen düzeyde değil. Bu konuda başka neler yapılabilir? Aslında ülkemizin problemlerinin sadece para değil kafa problemi olduğu gerçeğini öncelediğimizde, eminim bu hususta düşünenler daha birçok yeni projeler ortaya çıkartacaktır. Özellikle 2000 li yıllardan sonra bu konu daha ciddiye alınarak, Hükümetler bu alanlara daha fazla kaynak ayırmaya başladı. Daha önceki yıllarda üstün yetenekli gençlere verilen bursların sayısı onlarca kat artırıldı. Çocuklara yönelik programlar ülke geneline yaygınlaştırıldı. Özellikle ilk ve orta öğretim proje yarışmalarının bilim alanları artırıldı ve üniversiteler işin içerisine dahil oldular. Bu ilerlemelere rağmen maalesef başarılı gençlerimizin başta ABD olmak üzere ileri ülkelere kaçışları durdurulamadı. Ülkenin huzuru ve refahı demokrasi karnemizin zayıflığı, bağımsız bilim kuruluşlarımızın olmayışı ve bilim insanlarının duruşlarının siyaset kurumu tarafından gölgelenmesi ve şüphesiz ciddi mükemmeliyet merkezlerimizin yetersizliği bu durumu etkiliyor. İbni Sina’ya atfedilen “bilim iltifat görmediği ülkeleri terk ediyor”. Bu da en acı bir gerçeğimiz.
ÖNERİ VE SONUÇ
Ülkemizde bilim ve teknolojik gelişmeleri teşvik için, ilköğretim çağında olan çocuklarımıza devletimiz yol gösterici olmaya ve altyapı hazırlamaya gayret ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve TÜBİTAK’ın işbirliğiyle, konuya duyarlı bilim insanlarımızın ve eğitimcilerimizin deneyimlerinden de yararlanılarak, TÜBİTAK’tan ‘Bilim İnsanı Destek Programları Başkanlığı’ndan ayrı olarak gençlere ve çocuklara bilim desteği veren bağımsız TÜBİTAK benzeri bir kurumun hayata geçirilmesi gerekir. Bu Kurum, bugün TÜBİTAK’ın çocuklara yönelik programlarına ilaveten ülkenin geleceğini inşa edecek yeteneklerimizi daha ilk dönemlerden başlayarak yönlendirmeli ve onlara sahip çıkmalıdır. Bu konuda başarılı olmak için, gönüllü bilim adamlarımızın yanında mutlaka deneyimli eğitimcilerin de desteği alınmalıdır. Kurum, ülke genelinde Gençlik ve Spor Bakanlığı gibi resmi kuruluşlar, çevre ve bilimsel etkinliklerde bulunmak amacı ile kurulmuş vakıf ve dernekler ve ileri teknoloji ile uğraşan sanayi kuruluşlarıyla ortak aktiviteler de düzenleyebilir. Böyle bir kurumun ciddi yapacağı projelere bir çok iş insanımız ve sanayicimiz de destek verecektir. Ayrıca ülkemizde üstün yetenekli çocukların eğitimi ile uğraşan özel eğitim kuruluşlarının da gözlem ve eğitim deneyimlerinden yararlanılması gerekir. Asıl önemlisi ise her alanda olduğu gibi bu alanda da görev üstlenecek olan idealist ve liyakat sahibi insan noksanlığımızdır. Bu da toplumun tamamını kuşatacak kısır siyaseti aşmış devlet adamlarının çabaları ve onların model duruşlarıyla aşılabilir.