Mübrem, başka bir konu mu yoktu da bunu kaleme aldığımı tenkide yeltenen okuyucularım olacaktır. Bu bir refleks veya sevk-i tabidir, kınanacak bir durum değildir. Evet, sokakta kalmaya mecbur bırakılmış bu mahlûkatın hal-i pür meâli elbette ki mübrem bir meseledir. Acilen de bu meselenin çözüme kavuşturulması elzemdir.
Yıllar önce, Lady Montagu‘nun mektuplarından bazılarını kabataslak okumuştum. Çok da dikkatimi çekmişti. Daha çok, bu konuyla ilgili olanını hatırlatacağım.
Bir İngiliz elçisinin hanımı Lady Montagu, İstanbul’dan memleketindeki kız kardeşi ve bazı arkadaşlarına gönderdiği mektuplarından birinde, İstanbul’daki şimdiki söylenişiyle sokak köpeklerinin niceliğinden bahseder. Esas dikkat çektiği, hatt-ı zatında köpeklerin sayısı değil, sokaklardaki işlevleridir. Bu hayvanlar, -hayvan dostlar dememeye çalışıyorum, dost diyenlerin dostluklarının (!) derecesini tahmin edebildiğinden demiyorum-İstanbul sokaklarındaki çöplerin içinden yiyebildiklerini yedikleri için temizlik görevlilerinin işlerini kolaylaştırıyorlarmış. Yine de çokluklarının ahaliye zarar verdikleri de biliniyormuş. Bu kadar fazla köpeğin halka verdiği eziyeti bertaraf etmek için zamanın hükûmeti köpekleri, deniz yoluyla Anadolu yakasındaki gür ormanlara salıveriyorlarmış. Akıbetleri hakkında bilgi vermiyor Lady Montagu.
Bir şeye de dikkat çekmekten geri durmuyor. Köpeklerin bu kadar çokluğuna rağmen herhangi bir kuduz vakasına rastlanmadığını hayretler içinde mektubunda anlatıyor. Bu arada, Kuduz aşısını bulduğu için minnet borçlu olduğumuzu hissettiğimiz Louis Pasteur(27 Aralık 1822, Dole, Fransa - 28 Eylül 1895 Saint-Cloud, Fransa)’ün nakdî destekçilerinden biri de 800 altın verip bilimsel çalışmalarının gelişmesini temin eden, bütün Avrupa’nın, Ermeni-Fransız ivasıyla “Kızıl Sultan“ dediği, bizim beyazların da bize tekrarlattığı, Sultan 2. Abdülhamid Han’dan başkası değildir. Diğer destekçilerinin varlığına hükmedilmesine yarar bir ifade kullandım ama başka destekçisinin olup olmadığını bilmiyorum. Abdülhamid Han’ın yaptığının çok abartılı olmasını temin ettiğim zannına sahip olunmasına engel olmak için de böyle davrandım.
O zamanın şartlarının neler olduğunu bilmediğimden köpeklerin ormana bırakılmasının doğru olup olmadığına yorum yapmaktan bilim adına imtina ederim.
Hayvanı, hayvan olduğu için sevmeyle, insanların birbirini sevmesini karıştırmamak lazımdır. Buralardaki sevme işi, aynı kelimeyle söylense veya yazılsa da anlamları ve dereceleri aynı değildir. Tabiatın tamamını sevelim ve koruyalım, bunu yapmazsak zaten bunlarsız yaşamanın imkânı, kolaylığı ve refahı da yoktur. Her varlığın hakkını vermek gerekir, “Merhamet edene merhamet olunur.” düsturunu asla ve kata unutmamak lazım olduğu gibi uygulamak da lazımdır. Meseleye daha çarpıcı ve etkin bir bilgi ekleyerek yazımı bitirmeyi düşünüyorum.
Millî Mücadele yıllarında(1920) Balıkesir’e gelen bir yüzbaşının(İsmail Hakkı Bey), buraya gelmişken yararlı bir iş yapmayı düşünüp altı bin ölçekli bir harita yapmak istediğini ve yaptığını, bunun yeterli gelmeyeceği kanaatiyle yanına bir de Balıkesir’i tanıtan bir cep kitabı hazırlamak isteyip kitabı da bu yüzden yazdığını anlatan, anılan kitabındaki konumuzla ilgili rakamlar oldukça anlamlı.
Belediye gelir ve gider tablosundan şu rakamları zikretmek kâfi gelir diye düşünüyorum. Maaşlardan elde edilen belediye geliri 8890 kuruş, hasta köpeklerin tedavi giderleri ise 8782 kuruş.
Yılın 1920 olduğunu bilerek düşünmek lazımdır. Mondros mütarekesi imzalanmış, 7.maddesine istinaden vatan topraklarının işgali başlamış, bunlarla mücadeleye de başlanmış. İttihatçıların güdümündeki Padişah 5. Mehmet Reşat’tan sonra tahta oturtulan 6. Mehmet Vahdettin devridir. Bu da kelimenin gerçek anlamıyla “ muktedir” değildir. Köpek tedavi masraflarını una göre düşünelim hatta masraftan ziyade köpeklerin tedavi edildiği gerçeğini düşünelim. 60’lı yıllarda belediyelerin köpek itlâf ekipleri kurduklarını ben de biliyorum…