Günümüzde ölümü hatırlatan her şeyden kaçıyoruz. Mezarlıklarımız, eski dönemden kalmadıysa evlerimizden uzakta. Osmanlı döneminde ise şehirlerin hemen her mahallesinde mezar taşlarıyla dolu bir hazire yer alırdı. Şahideleri, yani mezartaşları insanların görebileceği şekilde dizilen bu mezarlar hayatın tam ortasında ölüm gerçeğini yaşatırdı
Tabii platformunun "Gassal" isimli başarılı dizisi ölümün hayat içindeki yerini yeniden hatırlattı. Osmanlı zamanı, günümüze göre bu yakınlığın daha belirgin olduğu bir dönemdi. Ölümün ardından yerine getirilen fıkhi gereklilikler ile bir kısmı Türklere özgü gelenekler, zengin bir ölüm kültürü meydana getirmişti. Osmanlı'da ölüm ve defin işlemleri hakkında Engin Çetin, Emrah İstek ve Nevzat Erkan'ın araştırmalarına bakılabilir.
ÖLÜM FARKLI İFADE EDİLİRDİ
Osmanlı'da İslam hukukunun ölüm terminolojisi geniş bir edebiyatla zenginleştirilmişti. Vefatla neticelenen hastalıklar "maraz-ı mevt" olarak ifade edilirdi. Bir Müslüman vefat ettiği andan itibaren "merhum" sıfatıyla anılırdı. Gayrimüslimlerin ölümünü tarif etmek için ise "hâlik" ve "mürd" gibi ifadeler tercih edilirdi. Müslümanlar için ölümün ardından yapılan hazırlıklara "teçhiz", mevtanın yıkanmasına "gasil", kefenlenmesine "tekfin", tabuta konularak musallaya ve kabre taşınmasına "teşyi", mezara konulmasına ise "defin" denilmekteydi.