“Adalet mi merhamet mi daha önemlidir?” sorusuna gençliğimden şu son zamanlara kadar tartışmasız biçimde “adalet” diye cevap verdim. Önceleri adaleti devlete, yardımseverliği, merhameti ise sivil topluma ait hasletler olarak görürken bu hatamı düzeltmem uzun sürmedi. Adaletin bireyin içinde kökleşmiş bir erdem olduğunu fark ettim; “adil kişi” olmadan, “adil hâkim”, “adil devlet” ve “adil düzen” olamayacağını anladım. Siyaset ve ahlak arasındaki kopmaz bağı hep vurguladım ama dikkatim daha çok siyasete odaklandığından merhamet üzerinde fazlaca durmadım, sözlerimde siyasi söylem belirleyici oldu. Kalbin eylem sahasına giren ahlaki erdemler üzerine, kalbin eylemleri üzerine, ahlaki erdemlerin gelişimi ve önemi üzerine kafa yormak yerine adalet ve siyaset merkezli düşünmeye devam ettim.
İlk titreyip kendime gelmem, 2017 yılının sonunda yapılan Adalet Şurası’nda oldu. “Mutlak anlamda iyi olan tek erdem: Adalet” başlıklı fena olmayan bir konuşma yaptım orada. Konuşmamın esasını şu fikirler oluşturuyordu: “Eflatun’a göre, insanda ‘akıl, öfke ve şehvet’ olmak üzere üç meleke ve her bir melekeye karşılık gelen bir erdem var. Aklın erdemi bilgi, öfkenin erdemi yiğitlik, şehvetin erdemi ise iffet… Bu üç erdemin mutabakatı ve insicamından meydana gelen bir diğer temel erdem ise adalet. Eflatun ayrıca, mutluluğun adalete, doğruluğa uygun davranmakla ortaya çıkacağını, mutsuzluğun ölçüsüzlük ve adaletsizlikten kaynaklandığını düşünüyor… Müslüman düşünürler de Eflatun’un bu fikirlerini paylaştılar. Ona sadece gerçek mutluluğun dünyevi değil uhrevi olduğuna, en büyük mutluluğun ahretteki güzel hayatta bulunduğu fikrini ilave ettiler…