2019 Seçimleri artık tam olarak siyasetin gündemine oturdu. Aralıklı olarak 3 seçim aynı yıl içinde yapılacağı için bu seçimler Türkiyenin geleceği için hayati önem taşıyor. Özellikle Başkanlık seçiminde kazanabilmek için %50+1 şartı arandığından şiyasi partiler bloklar ittifaklar oluşturma çabalarına girdiler. Bunu ilk gören Bahçeli durumu değerlendirerek AK parti ile Cumhur İttifaki kurdu. CHP ise yenilgiyi baştan Kabul ettiğini ima eden “Seçim güvenliği ittifakı” gibi garip bir arayışla ortaya çıktı. Allahtan Saadet Partisi Genel Başkanı Karamolloğlu imdada yetişti de “İlkeler İttifakı” gibi şık bir isim ortaya attı. Bu durum Cumhur ittifakı karşısında olan birbirine benzemez partilerin bir araya gelmesine şemsiye olmaya yetecek mi bunu zaman gösterecek. Ama şurası bir gerçek ki bocalayan muhalefet cephesine bir can simidi attı ve fikri inisiyatif Saadete geçti. Bu da Siyasette ona aldığı oy oranının çok üzerinde bir özgül ağırlık kazandırdı. Şimdi yazılı görüntülü ve sosyal medyada aslında Saadeti bir kaşık suda boğmak isteyenlerin Saadet güzellemelerinden geçilmiyor.
Ve pompalanmaya çalışılan hava; Saadet partisinin “Milli Görüş” ün ve Erbakanın siyasi mirasının tek varisi olduğu yönünde. RP 1995 seçimlerinde %21,4 oy almıştı. Saadetin oyu ise %1 bile değil. Bu mu Erbakanın siyasi mirasının tek varisi olmak, Hele CHP ve HDP gibi partilerle aynı “ilkeler ittifaki“ içinde olmak mı Milli Görüşçülük? Erbakan sağlığında Saadet Partisinde Liderdi. Fakat şimdi Türk siyaset dünyasında “Milli ve Yerli” olma amacındaki her parti sosyolojik bir tabana oturabilmek için bir şekilde “Milli Görüş”e referans vermek zorunda. Bu da “Milli Görüş” misyonunun artık bir partinin tekeline sığdıralamayacağını gösteriyor..
Bu nedenle şimdi kaypak zeminde zig-zag yapan Saadet ile Milli görüşün mimarı Erbakan’ın Siyasi dehasını bir mukayese edelim;
Erbakanın bir özelliği de inancının gücüdür. İnandığı şeye tam olarak ve büyük bir teslimiyetle inanır. Onda şek şüphe ve tereddüt bulamazsınız. Çalışma arkadaşlarının da aynı teslimiyet içinde olmasını ister. Belki de çevresinden %100 itaat beklemesinin arka planında bu ‘’Tam inanma’’ olgusu yatmaktadır. Bu olgu onun siyasi tarzına, konuşmalarına ve teşkilatçılığına da yansır. Partinin siyaseti, ideolojisi ve gücü hakkında tam bir güvenle konuşurdu. Yani partimiz her zaman birincidir, en güçlü partidir. Her seçimden zaferle çıkarız. Yaptığı her meydan konuşmasında, onu dinleyenler ‘’muhteşem bir kitle’’dir. Her miting ‘’Türkiyenin en büyük mitingi’’dir.
En doğru siyaseti Milli Görüş partileri uygulamaktadır. Aslında Milletimizin tamamı ‘’Milli Görüşçü’’dür, ama henüz büyük kısmı bunun bilincinde değildir. Partililerin görevi Milletimizin uyuyan bilincini uyandırmaktır. Atatürk bile bugün sağ olsaydı onun ‘’Milli Görüşçü’’ olacağından zerre kadar şüphesi yoktu. Milli Görüşün en büyük düşmanı da ‘’Siyonizm’’dir. Siyonizm bütün Dünyayı yöneten en büyük şeytani güçtür. Milli Görüşçü olmayan bütün siyasetçiler ve iktidar sahipleri aslında bilinçli veya bilmeden siyonizmin emir erliğini yapmaktadır. Düşmanın ne kadar büyükse sen de o kadar büyüksün demektir.
Şaka gibi geliyor. Bu usluba alışık olmayanlar bir an için zekasıyla inceden dalga geçildiğini düşünebilir. Faka bir süre sonra Erbakanının inancındaki katıksızlık dinleyenlerini de etkisi altına alır. Teşkilatçılığında en önem verdiği şey eğitimdir. Devamlı ve kesintisiz eğitim ile Partilileri etkileşim ve hareket halınde tutar. Genel Merkezde yapılan eğitimlere kendisi bizzat katılır. Ara vermeden ayakta 5-6 saat konuşabilir. Ara vermeyi gerektiren tek neden sadece namaz molasıdır. Genel Merkezde her ay yapılan Il Başkanları ve İl müfettişleri toplantısına baştan sona kendisi başkanlık ederdi. İl teşkilatlarının bütün birimlerinin çalışmalarının sonuçlarını rakamsal olarak değerlendiren Aylık Faaliyet Raporu formatını Ak Parti dahil hiçbir parti yapamamış ve uygulayamamıştır. Her il başkanından hep ayakta olmak şartıyla tek tek detaylı hesap sorardı.
O zamanlar, yeni kurulmuş Belde Belediyeleri için yapılan ara seçimlere bile genel seçim gibi önem verir her beldeye tek tek bizzat, helikopterle veya seçim otobüsü ile gider, köy meydanında ki 10-15 kişiye (gerisi parti mensuplarıdır) ‘’Beni dinleyen bu muhteşem kalabalığı hürmetle selamlıyorum‘’ diye hitabetmeye başlar ve büyük bir ciddiyetle konuşmasını tamamlardı. Partinin bütün gücünü de seferber ederdi. Dağ başındaki ücra bir köyde bir oyumuz varsa, o oyun sandığa girmesini sağlamanın manevi sorumluluğumuz oldugunu çok sık tekrarlardı. Seçim yapılan her birimde mutlaka aday gösterilmesi konusunda çok titizdi. ‘’Gidin aday bulamazsanız, gerekirse bir odun veya kaya parçasını aday gösterin ama o bir oyumuzu mutlaka alın’’derdi. Refah partisinin 1983 te %1,7 lik oy oranından 1995 genel seçimlerinde %21,4 lük oy oranına çıkmanın ardında işte bu ‘’tırnaklarımızla kuyu kazma’’ çalışmaları yatmaktadır.
Barajı aşamadığımız yıllarda her seçim sonrası yapılan değerlendirme toplantısında ‘’en büyük zaferi biz kazandık’’ diye başlar ve zafer kazandığımıza bizleri de inandırırdı. Çünkü biz Allah rızası için çalışıyor ve Allah yolunda cihad ediyorduk.( Semboller dilinden daha önce bahsetmiştim). Ama bir taraftan her görevliden de ince ince hesap sorardı. İhmalini gördüğü veya yeterli performansı veremeyen aday ve İl başkanına da babacan ve ciddi bir tavırla ‘’ Şimdi seni yatırıp kıtır kıtır keseceğim’’ diye paylardı. En ağır sözü de bu idi.
İşte bu çalışmalarla Milli Görüş yalnız Türkiyede değil bütün İslam dünyasında rol modeli oldu.
Erbakan ve Milli Görüş le ilgili değerlendirmelerime devam edeceğim..
Mehmet Emin Aydınbaş