Ama maalesef; bu güne kadar akademik anlamda güncel siyasal çekişmelerin etkisinden arınmış şekilde ortaya konulmuş bir çalışma yok hala. Bu nedenle benim gibi “ağzının terazisini bilmeyen” lerin spekülatif değerlendirmelerine alan açılıyor.
“Milli Görüş” hakkında değerlendirme yaparken, bunu Erbakandan soyutlayarak yapamayız. Cünkü bu ideolojinin isim babası oldugu gibi, ayni zamanda kurucusudur da. Erbakan , “Milli Görüş”ün ne olduğunu açıklamak gereği duyduğunda yaptığı tanım ”Milletimizin bin yıllık görüşüdür” derdi. Bu tanımın, eskilerin tabiri ile “efradını havi, ağyarına mani” olmadığı açıktır. Zaten özellikle de öyle olmasi icin bu şekildedir. Erbakan birçok konuşmasında “biz kuş dili konuşuyoruz” derdi. Bu tanımın içeriğini kuş dili bilmeyen pek anlayamaz, Anlasa da ifade edemez. Etse de kolayca “hayır öyle değil böyle demektir” diye yalanlanabilir.
“Görüs” TDK nın Büyük Türkçe Sözlüğüne göre ‘’ Görme işi, Gözle bir şeyi algılama yetisi. Bir olay, varlık veya düşünce üzerinde varılan yargı, fikir. Benzerlerinden ayıran özellik’’ anlamına gelmektedir. Fakat bu konsepteki anlamı daha çok İngilizcedeki ‘’ Conception’ karşılığı olan ‘’ Olaylar, düşünceler ya da nesneler üzerinde geliştirilen anlayış, değer ve yargı’’ anlamındadır. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi ‘’Milli Görüş’’ öyle dört başı mamur sistematize edilmiş,bütünlük arzeden bir doktrin değildir. Bunu böyle olduğu 1969 yılından bu yana, yani 41 yıldır Sayın Erbakanın bizzat kendi konuşmalarındaki ve açıklamalardaki değişmelerle görülecektir.
Bu değişim seyrini genel hatlarıyla belirtmeden once ‘’kuş dili’’ndeki karşılığını da araştırmak gerekir. Burada ‘’Milletimizin bin yıllık görüşü’ tanımlamasında simgelediği kelime ‘’İslam’’ dır. Bunun böyle olduğunu ‘’dost-düşman’’ herkes bilmektedir. Onun içindir ki Milli Görüş ideolojisini siyasetine esas alan partiler dört defa kapatılmış şu anda Milli Görüşü sadece kenditekeline alamaya çalışan ‘’Saadet’’ ile devam etmektedir Parti kapatmalara ’’ Şiddet ve terörü’ siyaset aracı olarak kabul etme ve kullanma’’ dışında tamamen karşıyım. Fakat ‘’Müslümanların siyasetinin olması’’ ve ‘’İslam üzerinden siyaset yapılması’’ tamamen farklı konulardır. Türkiyede bu konular bazan bilerek bazan bilmeyerek birbirine karıştırılmıştır. Yeterince üzerinde tartışılarak kavramlar netleştirilmemiştir.
‘’Milli Görüş’’ İslami bir ideoloji midir? İslam Dini İdeolojikleştirilebilir mi? Bunlar günümüzde İslam adına söz söyleme yeterliliğine sahip ilim ve fikir adamlarınca enine boyuna tartışılmayı bekleyen konulardır. Bir kimsenin ortaya çıkarak , İslam adına,(veya, İslama göre, Islam için, İslama referansla), bir masınısiyaset yol yordam ortaya koyup, sırf bu nedenle kendisine bütün Müslümanların tabi olup, İslam adına kendi siyasetini benimsemelerini istemek gibi bir hakkı olabilir mi? Veya ”Hakk”ı temsil etme tekelini eline alıp,‘’hakk’’a tabi olmalarını isteyebilir mi? Bu sorular böyle uzar gider.
Kuş Dili Problemine gelince, bu problem sadece Erbakan’a has bir problem değil, Tüm Türkiyenin problemidir. Kuş dili simgeler dilidir. Görüş düşünce ve inançları egemen güç tarafından yasaklanan cezalandırılan herkes ve her kesim böyle bir dil geliştirir. Ortalıkta genel kabul gören saygın, sempatik, popüler kavramlara farklı veya yeni anlamlar yüklenerek tedavüle çıkarılır. Mesaj ve fikirler böylece kitlelere ulaştırılmaya ve benimsetilmeye çalışılır.
Fakat problem şu ki, her farklı kesimin farklı kuş dilleri geliştirmesi sonucunda ‘’Babil kulesi’’ gibi kimsenin bir birini anlamadığı, birbirini dinlemediği, fakat gürültüden geçilmeyen kakafonik bir ortam oluşur. Zaten kimsenin de bir başkasını dinlemeye ,hele de anlamaya ne merakı ne de zamanı vardır. İşin garip tarafı bu yasakçı yapıyı oluşturan ‘’egemenler’’ de kendilerini haklı ve meşru göstermek için böyle bir dil geliştirirler. Aynı kelimelerle oluşturulan bu farklı diller sonuçta her toplumsal kesimde ‘’kendileri’’ ve ‘’ötekiler’’ için geçerli farklı değer yargıları, siyaset ahlak ve adalet anlayışlarının oluşmasına yol açar. Toplumsal çözülme ve çatışmaya veya toplumun gettolaşmasına yol açan tehlikeli bir gelişmedir bu durum. Bu açıdan bakıldığında manzara size de yabancı gelmiyor sanırım.
‘’Milli Görüş savruk ve özensiz değerlendirmelerle üstünkörü geçiştirilebilecek bir fenomen değildir.. Böyle değerlendirmenin bir nedeni, benim de hayatımın en verimli ve değerli yıllarını bu hareket içinde aktif siyaset yaparak geçirmemdir. İkinci nedeni de bu hareketin değerlendirmesini yapanlar genellikle ’’laikçi-İslamcı çatışması’’ bağlamında konuya yaklaşarak objektif olamamalarıdır. Aynı endişeyi kendim için de taşıdığımdan bu konuda değerlendirme yaparken sıkıntılı bir duyguya kapılıyorum. Üstelik, ülkemizdeki ’’laikçi-İslamcı çatışması’’öyle bir fay hattına dönüştü ki, söylediğin herşey aleyhinde delil olabilir. Kahraman olabilir veya hain damgası yiyebilirsin.
Bu gerilim son yıllarda “İslamcı” diyebileceğimiz kesimin içinde oluşan yeni fay hatlarıyla daha da çeşitlendi. Bunun yansımalarını bir taraftan AK Parti ve Saadet arasında tansiyonu yükselen siyasal kutuplaşmalarda bir taraftan da kabaca “gelenekçi ve güncellemeci”tartışmalarında gözlemliyoruz Özellikle siyasal konularda serinkanlı ve objektif değerlendirme yapabilme kültürünün henüz yaşadığımız iklime yabancı olduğunu hesaba katarsak ortak akılla oluşturulabilecek bir uzlaşma zemininde uzaklaşmakta olduğumuz bir gerçek.
Öncelikle ‘’Milli Görüş Hareketi’’ bir dini cemaat mıdır?” sorusuna cevap bulmak gerekir. Bu soru birçoklarına anlamsız gelebilir. Bir siyasi hareket ‘’İslamcı’’ olarak nitelense bile bir cemaat olabilir mi? Hareketın tarihsel seyrine bakacak olursanız, kitleleri kucaklayabildiği dönemlerde, değişik toplumsal kesimleri temsil edecek unsurları bünyesinde barındırabilen yapılanmayı kurabildiği zamanlarda gerçek bir siyasal hareket görüntüsü vermiştir. Fakat ilk gününden bugüne kadar bu hareketin tepesindeki ‘’çelik çekirdek’’ her zaman için dini bir cemaatin tüm özelliklerini barındıran bir bünyeye sahip olmuştur.
Mutlak bir itaat ve disiplin kültürü, dikey ve tek yönlü hiyerarşi, kapalı devre bir işleyiş, bu çelik çekirdeğin temel özelliği olagelmiştir. Belki de Türkiye deki diğer cemaat ve tarikatlara mensup dindar kitlelerin tamamının desteğini hiçbir zaman alamamasının en önemli nedeni de budur. Zaten bir cemaate mensup olan bir kişi neden ikinci bir cemaate ihtiyaç duysun ki. Erbakan için ‘’%99,99999’’luk bir itaat yeterli değildi. Gerekli olan ’’% 100 itaat ve teslimiyettir’’. Bu nitelikleri taşımayanlar bırakın çelik çekirdeğe nüfuz etmeyi, onun çevresindeki ikinci veya üçüncü halkaya bile giremezlerdi. Bu kural AK Partide de Saadette de halen geçerlidir.
Daha “Adil Düzen”e gelemedik. Onu da gelecek yazıda ele alalım.
Mehmet Emin Aydınbaş