Bir Nefes Felsefe 28
Takdim:
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde “Günümüz Felsefe Akımları” dersinde tarih felsefesine dair okumalar yapıyoruz. “Tarihin belirli bir döneminde, belirli bir topluma, belirli bir dil ile gönderilen vahiylerin kıyamete kadar geçerli olması nasıl sağlanacaktır?” sorusu bağlamında metinler okuyoruz.
Güz döneminde Yetkin Düşünce (5/20, 2022) dergisinin çıkarmayı düşündüğü sayıyla ilgili soruşturma sorularına da o ders bağlamında cevaplar göndermiştim. Derste söylediklerimizi kamuda dillendirmeyi ve test etmeyi önemsiyorum. Amfide farklı konuşup dışarda hiç ses çıkartmayanlar karınlarından konuşuyor çünkü. Neyse, Derginin 3. sorusu şöyleydi:
“Kur’an-ı Kerim’in hükümlerinin tarihselliği konusunda düşünceniz nedir? Tarihselci yorumun Kur’an’ı devre dışı bırakmaya yönelik bir çaba olduğu şeklindeki değerlendirmelere katılıyor musunuz? Kur’an’ın işlevi tarihte kalmıştır, günümüzde geçerliliği yoktur diyen gerçekten tarihselci akademisyen ve tefsirciler var mı?”
Bu soruşturma/anlama çabasına beni de davet etme nedeninizin, önceki soruda (Bir Nefes Felsefe 27) içeriğinden bahsettiğim Kur’an’ın Tarihsel ve Evrensel Okunuşu (Ankara: Fecr Yayınevi 1997-2011-2017) adlı telif ve tercüme makalelerden oluşan eser olduğuna emin oldum şimdi.
Felsefe tanımım, dünyanın seçkin zekâlarıyla yolda/ş olmak. Filozofların metinlerini okurken aslında onlarla sohbet ettiğimin bilincindeyim. Onların, dönemlerindeki soru ve sorunları anlama tarzını, ürettiği çözüm önerilerini bilmek ve “Acaba bugüne ne derler?” diye sormak önemli. Analitik okumadan kastımız bu, biliyorsunuz, daha önce sizle paylaştım buna dair görüşlerimi.
Düşünürler yoldaşımız, yol başçımız ise Hz. Muhammed (sav). Bu nedenle Mantık dersinde mantıksal çıkarım olarak kıyas ve türleri üzerinde dururken, Muaz b. Cebel hadisini merkeze alırız. Farabi’nin İlimlerin Sayımı adlı eseriyle başlarken dil, düşünce mantık irtibatını ve yöntem meselesini inceleriz. Pozitif ilimler ile evrenin nasıl yaratıldığını açıklamayı, ilahiyat disiplinleri ile niçin sorusunun cevabını anlamayı önemseriz. Bunun hayata geçirilmesini ise Farabi’nin etik politik bir sistem olarak medeni ilimler (fıkıh, kelam ve ahlak) bağlamında sunmasının önemi üzerinde dururuz.
-
Felsefe; Kaygıları Paylaşmak
Bir diğer felsefe tanımım kaygıları paylaşmak. Tarihin belirli bir zamanında belirli bir mekânında yani soruşturma konusu terimiyle söyleyecek olursak belirli bir tarihsel ortamda belirli bir dil ile belirli bir toplumun yaşadığı sorunlar merkeze alınarak ortaya konulan çözüm önerilerini anlamak kaygısı önemli. Her düşünür yaşadığı dönemde, önceki tarihsel süreçlerden müstağni kalmadan müstakil kalmayı deneyip çözüm önerileri üretmeye katkı yapmak zorundadır. Dolayısıyla bu kaygıları taşıyan birisinin Kur’an’ı devre dışı bırakması mümkün mü?
Eğer böyleleri var diyenler varsa, ki var, bunlar, Kur’an’ın kıyamete kadar farklı zaman ve mekanlarda farklı dil ve kültürel ortamlarda ortaya çıkan sorunlara nasıl çözüm üretebilir diyenleri hedef gösteriyor demektir ki, bunların kim olduğu malum zaten. Beni endişelendiren husus şu: Tarihsicilik ve tarihsellik arasındaki farkı çok iyi bilen ve bu kavramların merkezinde olan yabancı dilleri de iyi olan arkadaşlar niye bu ayrımı yapmaz da hedef gösterenlerin ateşine odun taşınır, anlayamadım gitti, işin doğrusu.
Madem “(Bu öğreti) Hakikatin tarihte bir şekilde tezahürü mü?” diye sormuşsunuz, ben kendi tarihselliğimden devam edeyim bu kavramsal yüzleşme sürecine; çünkü sorunuzla doğrudan irtibatlı hayatımda bireysel okumalar ve yazmalar boyutu var:
Talebelik sürecim 12 Eylül 1980 darbesi ve İran 1979 İslam devrimine tekabül etti. Ülkede askeri ihtilal sonrasında sağ-sol geriliminin görece olarak da bitmesi ile 1979 yılında İran’da Humeyni liderliğinde yapılan ve İslam Devleti kurulmasıyla sonuçlanan olayların okuma sürecime önemli katkısı oldu. “Görece olarak” diyorum çünkü darbe sonrası; resmî rakamlara göre 650 bin kişi gözaltına alındı, 230 bin kişi askerî mahkemelerce yargılandı. Cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti. 1.683 bin kişi ise fişlendiği için kültürel ve siyasal olumsuz etkisi hâlâ giderilmedi bana göre. Tek tesellim yıllar sonra olsa bile darbecilerin mahkeme önüne çıkmasıydı. Bu “tarihsel döneme” dair okumalarımla böyle ve buradan çıkaracağım evrensel sonucu “Sivil anayasa, Sivil Toplum ve Demokratik Türkiye İçin Darbelere Karşı Muhsini Duruş” diye bir yazıyla 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü sonrasında kamuoyunun bilgisine sundum. (M.Uyanık, Selefi Zihniyet, Arap Baharı ve Türkiye, Araştırma Yay., Ankara 2016: 281-292)
Neyse konumuza dönelim: Türkiye’de gençler, ülke dışında özellikle İslam ülkelerinde daha doğrusu halkı Müslüman olan ve kendilerini laik veya şeriat yönetimi diye niteleyen ülkelerdeki gelişmeleri takip etmeye başladı. Bir tercüme kültürü oluştu. Farklı zaman ve mekânlarda farklı ülkelerdeki deneyimlerin Türkiye’de, deyim yerindeyse bir nevi “şubeleri” ve bunları temsil eden dergilerin yayımlanma süreci hızla arttı.
İslam şeriatı ile yönettiğini iddia eden ve selefi, bana göre, tarihsici/totaliter (lütfen tarihselci demediğime dikkat buyurunuz) bir bakış açısıyla yönetilen Suudi Arabistan’ın yanı sıra Şii fıkhına göre yönetilen ve yine kendisini İslam devleti diye ilan eden İran ortaya çıktı. Bunların ikisi de İslam devleti olduğunu iddia ediyorlar ve tarihin belirli dönemindeki bakış açısını bugüne aynen taşıyorlar: Tarihsici dediğim bu.
Günümüzde bu daha çeşitlendi, Afganistan Taliban yönetimi kendisinin Sünni/Hanefi olduğunu iddia edip o da bir İslam devleti kurduğundan bahsediyor. Vahhabi-Neo-Selefi Suudi Arabistan’ın tarihin belirli bir zamanında ve mekânında üretilen bakış açısını güncelleme ve evrensel bakış açısı diye sunma çabasının karşısında yine İslam tarihinin ilk dönemlerinde malum gerilimleri, devlet başkanı (halife demediğime lütfen dikkat buyurunuz) seçimleri, Cemel, Sıffın, Kerbela ve Harre iç savaşlarının farklı bir okunuşu var. Şimdi, aynı dönemde, bakış açısını Sünnilik adıyla sunan Afganistan Taliban yönetimi var.
Ben bunların üçünün de tarihsici/totaliter yani belli bir zaman ve mekânda belli bir düşünce sistemine göre üretilmiş çözüm önerilerinin bugüne dayatılması diyorum. İşin ilginç yanı bunların hepsinin de kendi yorumları üzerinden İslamiyet’in evrenselliğinden dem vurmaları. Tarihsellik dediğiniz bağlamda bunların üçü de sizin deyiminizle “tarihte tezahür etmiş hakikat” tarzları ve üçünün de bende karşılığı yok, ne olacak şimdi?
Önümüzdeki hafta da, bu bağlamda “İslam medeniyetinin güncel sorunlarını aşabilmesi için nasıl bir usul takip edilmelidir?” sorunuzu müzakere edelim, nasipse.
(Çorum; 7.4.2023)