Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Felsefesi Tarihine dair kronolojik/tarihsel okumalarımızı “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” diye isimlendirdiğimiz bir proje bağlamında yapıyoruz. Eski Anadolu uygarlıklarının doğal mirasçısı olan Hitit medeniyetinin merkezi olan Çorum’da Asya, Kafkasya, Karadeniz’in Kuzeyi, idil-Ural ve Batı Sibirya’daki Türkler ile kültürleri ile Mezopotamya kültürün mirasını takip ediyoruz. Türk Düşünce Tarihi dersinde bunun uzak hedefi olarak Türkistan’dan İç Asya’dan getirdiğimiz felsefi, kültürel birikimi Anadolu’da yani Ön Asya’da bulduğumuz kültürel birikimle yeniden okuyarak Türk Felsefesinin oluşumuna katkı sağlamak olarak görüyoruz. Bu bağlamda Ötüken Ergenekon’u dirilişimizin tarihsel temeli, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu temin eden Milli Mücadele ile yeniden küllerimizden dirilişimizi ise Anadolu Ergenekon’u diye isimlendiriyoruz.
Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyetinin siyasi-fikri/felsefi sürekliliğini araştırırken Karahanlı, Gazneli devletlerini de gösteren Büyük Selçuklu haritasıyla sınıfa giriyoruz. Yazının konusu olan Güney Türkistan’ı gösteren Belh, Kabil, Gazne, Tarkan, Kandehar şehirlerini gösteriyoruz. Doğu ve Batı Türkistan’ın Taşkent, Farab, Talas, Harizm, Cürcan, Semerkant, Nişabur, Dandanakan, Merv, Rey şehirlerini ve Horasan’ı gösteriyoruz. Ardından Asya ve Avrupa’daki Hun-Türk Devletlerinin siyasi haritasını çıkartıyoruz. Çünkü Batı Hunları ile birlikte Türkler 434 yılından itibaren Avrupa’da yaşamaya başlamışlardır.
Birleşik haliyle Türkistan’ı görünce tarihsel bilinçlilik yeniden hatırlanıyor, Batı Hun imparatorluğu Kuzey Avrupa, günümüz İngiltere, Fransa ve İskoçya’sını kapsadığını, Güneyinde Batı Roma İmparatorluğu olduğunu, Anadolu’nun o zaman Doğu Roma imparatorluğu’nun (M.Ö 174-M.S450-550) olduğunu gösterip dünya siyasi tarihinde Türklerin en önemli oyun kurucular olduğunu söylüyoruz. 1453 yılında Doğu Roma’nın başkentinin İstanbul yapılmasıyla Doğu ve Batı ayrımının artık anlamsızlaştığını Osmanlı’nın Türkistan’dan bir toplumsallaşma süreci olarak gördüğümüz göç sürecince getirdiği birikimi bir dünya kültürü haline getirdiğini vurguluyoruz.
-
Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak İçin Doğu, Batı ve Güney Türkistan’ı Bütüncül Okumak
Türkistan terimi, VI yüzyılda çok geniş bir saha özellikle İç Asya için kullanırken, IX-X asırlarda İdil-Volga’dan Orta Avrupa’ya kadar uzanan Hazar ve Macar ülkeleri ve nihayet XII yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanılmaya başlanmıştır. Hatta Mısır kölemen Devleti toprakları da Türkiye diye anılıyordu.
Asya kıtasında Türklerin yurdu manasına Türkistan’ın tabii coğrafyası, etnoğrafik ve tarihi manasıyla hudutları şöyledir: Güneyden Gürgan Nehri, Horasan Dağları, Kopet Dağı, Kuhi Baba, Mezduran, Tapcak ve Ak Dağları, Hindukuş Sırtları, Mustag-Kuenker Sıradağları; doğudan, Doğu Türkistan’ın doğu hudutları, Sucav civarında 98°50’ kuzey paraleli, 40°50’ doğu meridyeni noktası; kuzeyden Cungarya ve Kazakistan’ın kuzey hudutlarını meydana getiren İrtiş Havzası ve Aral-İrtiş su ayırımı hattının kuzey yamaçları; batıdan Kuzey Ural Dağı, Yayık Nehri, İdil’in denize döküldüğü yer olan Bökey Orda ve Hazar Deniziyle çevrilidir. Yüzölçümü altı milyon kilometrekare civarındadır.
Kısacası Türkistan; Batı Türkistan, Doğu Türkistan, Afgan yahut Güney Türkistan ve İran Türkistan’ı olmak üzere dört bölüm halinde incelenir. Batı Türkistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan; Doğu Türkistan Çin Halk Cumhuriyeti; Güney Türkistan, Afganistan; İran Türkistan’ı da İran hudutları içindedir. Güneydeki Afgan Türkistan’ı; Afganistan’ın kuzeyinde bend-i Türkistan ve Hindukuş dağ sırası önünde Seyhun Vadisine ve Batı Türkistan Çukureli’ne doğru uzanan alçak sahadır. Afgan Türkistan’ının en büyük şehri Mezar-ı şeriftir. İran Türkistan’ı; İran’ın Estarabad ve Deregiz vilayetlerini içine alır.
· Güney Türkistan ve Tarihi
Ural’lardan Hindikuş dağlarına kadar Türklerin yaşadığı Büyük Türkistan coğrafyasının güneyi Belh, Feryap, Kunduz gibi tarihi şehirlerinin de dâhil olduğu Badahşan’dan Herat’a kadar olan bölge olduğu Güney Türkistan diye isimlendirilen yerdir.
Türklerin Hindistan’a girişi ve buraya egemen olmaları 11. Yüzyılın başlarında Gazneli Sultan Mahmut’un (1000-1030) Hint seferîleriyle başlamış, 12. Yüzyıldaki Muhammed Guri (1149-1206) döneminde devam etmiş, Bazı kayıtlarda Çağatay devleti, bazılarında Timur’a nisbeten Gürkaniler diye de isimlendirilen Babürlüler döneminde zirveye çıkmıştır.
Özetle Sultan Mahmut’un itibaren Pakistan toprakları ve Hindistan’ın Kuzey Batı bölgeleri Türk Yurdu haline gelmiştir. Muhammed Guri ise Ganj vadisine hakim olmuş, Babürler Yarımadanın güneyindeki az bir bölge dışında tamamen Hindistan’a hakim olmuşlardı. İslam öncesi bir yana Türklerin Müslüman olduktan sonra yedi asır bölgeye hâkim olduklarını ve 1600 yıllardan itibaren sömürge güçlerinin bölgeye geldiğini hatırlayalım. İspanya’nın K. Kolomb vasıtasıyla ulaştığı Amerika kıtasını iliklerine karşı sömürdüğünü gören İngiltere dönemin vekalet savaşları diyebileceğimiz korsan gemilerle oraya ulaşmaya çalışırken aynı zamanda Asya’ya Ümit Burnu üzerinden geçen Portekizlere paydaş olmak istedi.
Doğu Hindistan Şirketi adıyla bölgede gücünü 1613 yılı itibarıyla göstermeye başladı. 1764 yılında yapılan Baksar savaşında İngilizlere Babür devleti yenildi, artık resmi olarak görünmese de hakimiyet fiilen İngilizlerin eline geçti. 1857 yılında Sipahi Özgürlük Hareketi bunu kırmaya çalıştı ama bunu kanlı bir şekilde bastıran İngilizler bölgeyi sömürmeye daha da sert bir şekilde devam ettirdiler. 1887 yılında Kralice Viktorya resmen Hindistan imparatoriçesi olarak ilan edildi.
Bu tarihe lütfen dikkat; çünkü bizim 93 Harbi dediğimiz Osmanlı Rus savaşının yapıldığı yani zayıfladığımızı gören İngiltere’nin Kıbrıs ile birlikte eş zamanlı olarak (1878) Hindistan’daki Türk devletini de ilhak ettiğinin göstermektedir. Bu fiili sömürge Gandi’nin sivil itaatsizlik eylemleri başlayana kadar devam etti. Hindistan’ın bütünlüğünü korumaya çalışan Gandi’nin bir Hindu tarafından öldürülmesiyle ülke üç parçaya ayrıldı.
-
Güney Türkistan’ın Kültürel Eserleri
Hindistan ziyaretindeyken “siz gittiniz, İngilizler geldi, onlar sadece misyoner okulları açtı ve İngilizceyi, kültürünü yerleştirmeye çalıştı, şimdi tarihsel olarak gezmeye geldiğiniz bütün yerleri sizin atalarınız yaptı” sözünü hatırlıyorum.
Ağra’daki kale ve Taç Mahal, kızıma adını verdiğim Begüm hatun adına yapıldı. Fetihpur Şehri, Ekber Şah (Panç Mahal), Bülend-i darvaza (Zafer Anıtı), Selim Çişti Türbeleri, Delhi’deki Kuvvetü’l-İslam Camii, Lal Kila (Kızıl Kale) Kutup Minar, Cuma Mescidi, Hayadarabad’daki Mekke Mescidi, Çar Minar, Golkonda ve Kutbi Şahiler Kaleleri, Benares’deki Şirin Lal Han Türbesi, Çunar’daki İftihar Han, Türkmen Baba, Süleyman Baba, Kasım Baba Türbeleri özgün yapı özellikleri, mimari tarzları ve turkuvaz mavisi renkleriyle Hindistan’da hala yaşan Türk İslam kültürünün mühürleridir. Keşmir ve Pencap’ın değişik bölgelerinde, Uttar Pradeş eyaletinin Rampur, Muradabad, Muzaffernagar, Haridvar, Balmrapur, Bijnar, Gonda ve Şambal şehirlerinde Türkler yaşamaktadır. Bunlara tulukkiyat yani Türk kökenliler denilir.
Bu gerçekliğe rağmen Batı Türkistan, siyaseten görece bağımsız, iktisadi ve fikri olarak Rusya’nın etkisi hala yoğun, ekonomik olarak ilaveten Çin’in istila tehlikesi altında; Doğu Türkistan zaten Çin’in sömürgesi durumunda, peki Güney Türkistan’ın niçin hiç adı yok?
Çin’in küresel güç olarak Türkiye’ye ve İslam dünyasına ekonomik dayatmalarına dikkat çekerken bu hengamede gözden kaçan Güney Türkistan’a unutmamak zorundayız. Burada Batı Türkistan’da Rusya’nın yaptığını İngiltere’nin gerçekleştirdiğini söylemek gerekiyor öncelikle. İngiliz milletler topluluğu (common wealth) geçmişte Britanya İmparatorluğu'nun parçası olan devletler ile sonradan katılmış devletlerin oluşturduğu uluslararası bir koalisyonu olup Birleşik Kral Parlamentosu tarafından kurulduğunu biliyorsunuz.
Dünyanın her yerindeki sömürgelerini bu yapılanma içinde koruduğunu, Güney Türkistan dediğimiz yerin Bangladeş, Hindistan, Pakistan’ın burada yer aldığını, bunlara ilaveten Malezya, Singapur ve Sri Lanka’yı da kattığını, Avrupa’da Kıbrıs ve Malta’nın olduğunu söylediğimizde ekonomi politik mücadelenin yeni adlarla ama eski küresel güçlerle hala devam ettiğini görürüz. O zaman üzerinde güneş batmayan imparatorluğunu yeni formla devam ettiren İngiltere’nin tarihsel olarak gerek Türkistan’ın güneyinde gerek Kuzey Avrupa’daki rakipleri daha doğrusu kadim dünyanın önemli merkezlerinde daima Türkler olmuştur.
Sonuç:
Biz İsmail Gaspıralı’yı takip ederek Türkistan-Türkiye irtibatının fikri temellerini araştırırken, Batı Türkistan’daki devletlerin siyasi bağımsızlığını kazanmasının yanı sıra fikri ve iktisadi (iş) bağımsızlığını sağlayacak birlikteliklerin kültürel temellerini oluşturmaya katkıda bulunmak istiyoruz.
Asya’nın Kuveyt’i denilecek maddi zenginliklere sahip olan Doğu Türkistan’ın yaşadığı baskıları ve dünyanın gözden gelmesine direnirken Güney Türkistan’daki Türklerin tarihsel ve kültürel temellerini sürekli gündemde tutmak gerekiyor.
Bölgede Pakistan, Hindistan ve Bangladeş arasındaki gerilimlerin temelinde yatan İngiliz politikasını, Taliban adıyla ortaya çıkan örgütün bölgenin Türksüzleştirme operasyonuna alt yapı oluşturduğunu, benzer çalışmanın Irak ve Suriye’de olduğundan hareketle söylüyoruz.
Türkistan’ın Batı’sının siyasi özgürlüğüne kavuştuğunu, Doğu Türkistan’ın Çin zulmü altında yaşadığını söylerken Güney Türkistan’ın ise sürekli gerilim ve çatışmalar içinde olduğunu, bölgede Türklerin yaşadıklarının gündeme getirmek şarttır. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği üzere “Efendiler! Türk devleti Afganistana yardım edecektir, Bu Yardımların karşılığında göreceksiniz, bir gün orada müstakil bir Türk devletinin kuruluşuna şahit olacağız.”