“Namaz kıldırma memuriyeti” ile imamlık arasındaki fark nedir diye sorsam nasıl cevap verirdiniz? Ben hadis edebiyatımızdaki imamlık ile ilgili bölümleri dikkate alarak bir cevap vermeyi düşünüyorum. Hz. Peygamber’in hadisleri ve sünneti açısından baktığımızda içinde bulunduğumuz duruma nazaran farklı bir tablo görürüz. Hadislere göre imam, sıradan bir kişi değildir. Toplumun en büyüğüdür veya önde gelenidir. Hz. Peygamber kendisini ziyarete gelen Malik b. Huveyris (r.a.) ve arkadaşlarına “burada öğrendiklerinizi gittiğiniz yerde öğretin. Namaz vakti girdiğinde biriniz ezan okusun. Büyüğünüz imam olsun” buyurmuştur. (Buhârî, Ezân, 17-18) ‘Büyüğünüz imam olsun’ ne demektir? İmam toplumun büyüğüdür, kanaat önderi mevkiindedir. İmamın sözü tutulur. Cemaat imamın ağzına, kaşlarına bakar. İmam bir konuda rahatsız olduğunda hemen fark eder, davranışını değiştirir. Geleneğimizde Hz. Peygamber’in dört halifesinin isimlerini Cuma hutbelerinde “imam” unvanı ile anmışız. Dört mezhep müessisi bulunan âlimlere imam demişiz. Kur’an’dan sonra dinin temel kaynağı durumunda olan altı temel hadis kaynağının musannifi olan muhaddis âlimlere de imam demişiz. Bu unvan herkese kolayca verilen bir etiket değildir.
“Namaz kıldırma memuriyeti” esas itibariyle farklı bir görevdir. Bu görev aslında bir hizmet alımıdır. Başka konularda hizmet alımınız esnasında ne yaparsınız? Hizmet aldığınız kimse sizin konforunuzu gözetmesi gerekir. Mesela berberinizden tıraş esnasında hizmet alırsınız. İşini yaparken tatlı bir müzik açıp sizi eğlendirmesini bekleyebilirsiniz. Ya da sizinle tatlı, güzel bir sohbet etmesi hoşunuza gider. Berberiniz görevini ifa ederken sizi rahatsız etmemeye özen gösterir. Tıraşı sizin istediğiniz şekilde yapmak zorundadır. Oturduğunuz koltuğun konforunu ve oda sıcaklığını sağlamak zorundadır. Hizmet veren kimsenin hizmet alan kimsenin hoşuna gidecek şekilde davranması esastır.
Enes b. Mâlik (r.a.) muhtemelen Medine valisi olduğu dönemde, Ömer b. Abdülaziz’in arkasında namaz kılar. Kıldığı namazdan çok memnun olur ve “bu gencin kıldırdığı namaz kadar Hz. Peygamber’in namazına benzeyenini görmedim. Biz Rasûlullah’ın rükû ve secdede on kadar tesbihte bulunduğunu tahmin ederdik” der. (Ebû Dâvûd, Sünen, Salât, 154/888) Enes b. Mâlik’in memnuniyeti, rükû ve secdede kalınan süre ile ilgilidir. Bu süre ne kadar kalbin ve âzâların itminana erdiği, huzur ve huşunun hissedildiği yeterli bir süre ise, kılınan namaz Hz. Peygamber’in namazına o kadar çok benzemektedir.
Berberde hizmet aldığınız kimseden yıkama, yağlama ve tüy alma gibi ek hizmetler talep edebilirsiniz. Namaz kıldırma memuriyeti görevini ifa edenlerden de hizmet alımı yaptığınız için ek hizmetler talep edebilirsiniz. Mesela teravih namazını hızlı kıldırmasını talep edebilirsiniz. Çünkü liberal demokrasi kültürünün, caminin içinde de geçerli olduğu algısı bulunmaktadır. Bu kültürde en önemli konu müşteri memnuniyetidir. Hizmet veren, hizmet alanın tüm isteklerini dikkate almak zorundadır. Sandalyede namaz tartışmalarının olduğu günleri hatırlayalım. İmam, oturarak namaz kılmak isteyenlere imkân hazırlamak zorundaydı. Bu durum neye sebep oldu? Birçok camide namazın kılındığı bölümün neredeyse üçte biri ‘kiliseler gibi’ sandalyeli hale geldi. Başkanlık yayınladığı genelge ile müdahale etmek zorunda kaldı. Yaşanan bu hadise, camilerin “hizmet alımı” esasına göre faaliyet gösterdiğini bariz biçimde göstermiştir.
Demokrasilerde hatır, gönül ya da bir kimsenin başkasına karşı üzerinde manevî kudreti kabul edilemez. Demokrasilerde bir bedel karşılığı hizmet alımı olur. Hizmetin kalitesinin ölçüsü de hizmet alanın memnuniyetine bağlanmıştır. Okullarda da aynı anlayış hâkim olduğu için yürürlükteki eğitim düzeninin yetiştirdiği insan kıymetinde büyük düşüş yaşanmıştır. Kuruluşunda milletin tam mutabakatı yaşanmamış veya sağlanan mutabakat cebren ve hile ile değiştirilmiş ülkelerde devlet, görev halindeki memuruna imtiyaz verir. Memur ihmalinden değil icraatından sorumlu tutulur. Yaptığınız işin kalitesine bir şeyler katmak istediğinizde başınıza gelmeyen kalmaz. Bu nasıl bir sonuç doğurur? Memur ve bürokrat görevini daha iyi yapmak için düşünce üretmeyen ve daha çok zaman ve emek ayırmayan memur daha makbul hale gelir.
Günümüzde imamlık emeklilerin çoğunluğunu teşkil ettiği yaşlıların “hizmet aldıkları” bir görev durumuna geldi. İnsanlar serbest piyasa, liberal ekonomi ve demokrasi kültürünün caminin içinde de geçerli olduğunu düşünmektedirler. Cami cemaatinin konforunu sağlamayan imam şikâyet edilir ve kendisinden hesap sorulur oldu. İmam cemaatin camide kaldığı süre boyunca tüm istek ve şikâyetlerini dikkate almak ve “müşteri memnuniyetini” sağlamak zorundadır. Mesela imamın kıldırdığı namazın, Hz. Peygamber ve ashâbının namazına en çok benzeyecek şekilde değil, “cemaatin istediği ve hoşuna gideceği şekilde” olması gerekmektedir. Elli yedi İslam ülkesini araştırın, rükû ve secdede kalınan sürenin ortalamanın en altında olduğu ülkenin Türkiye olduğunu görürsünüz. Ülkemizde rükû ve secdelerde ortalama beş saniye kalınmaktadır. Hâlbuki rükû ve secdede üç defa tesbih, “yapılacak olanın en azı”dır. Tesbihin en azının üç olduğunu belirten hadis hem zayıftır hem de hadiste “üst sınır” geçmemektedir. (Ebû Dâvûd, Salât, 154/886; Tirmizî, salat, 194/261; İbn Mâce, İkâmetü’s-salât, 20/890) Şu hususu da belirtelim. Hadis zayıf olmasına rağmen “mamulün bih” olan bir hadistir. Yani kendisi ile amel edilmiştir. Ancak bu hadisin ülkemizde anlaşılma biçimi problemlidir. Hadis rükû ve secdedeki tesbihin sayısına alt sınır getirdiği halde üst sınır getirmiş gibi anlaşılmakta ve öyle uygulanmaktadır.
Hz. Peygamber’in hadislerinde imam, nasıl biridir? Hizmet alınan bir kimse olarak nitelenebilir mi? Buna müspet cevap verebilmemiz mümkün değildir. Çünkü hadisler imama ittiba etmeyi emretmektedir. İttiba bir kimsenin tüm davranışlarını örnek almak ve ona tabi olmak demektir. “İttiba edilen”, edenin sıhhat durumun dikkate alır ama konforunu gözetmek zorunda değildir. Anadolu’muzda çok değil bundan yüz yıl evvel namaz kılındıktan sonra imam kalkmadan, kimse yerinden kalkmıyordu. Demek ki imamın manevi otoritesi vardı, saygınlığı vardı. Tarihimizde imam, “ibadet ettirme hizmetinin alındığı kimse” değildi. İmam cemaatin yüz ifadesine, memnuniyetine değil cemaat imamın yüz ifadesine memnuniyetine, kaşlarına bakmak durumunda idi. 1827’ye kadar imam aynı zamanda muhtarlık görevini de yapıyordu. Mahallenin tüm işlerinden ve oturan ailelerin huzurundan o sorumluydu.
Hadislere göre imam, cemaati toplayan kimsedir ve bir kanaat önderi mevkiindedir. Sahîh-i Buhârî’nin yüz ana bölümünden birisi “kitâbü’l-cemâati ve’l-imâme” bölümüdür. Bu ana bölümün yirmi üçüncü alt başlığı“ imam kendisine uyulmak için tayin edilmiş kimsedir/ بَابٌ: إِنَّمَا جُعِلَ الإِمَامُ لِيُؤْتَمَّ بِهِ” bâbıdır. Yine bir alt başlığa göre imamın namaz bittikten sonra cemaate küçük de olsa bir hitap etme hakkı vardır. Bunu dilerse kullanır, dilemezse kullanmaz. İmam ayrılmadan cemaatin kalkmaması gerekir. Sahîh-i Buhârî’de “İmamın insanlara namazı tam kılmaları konusunda öğüt vermesi ve kıbleyi zikretmesi bâbı/بَابُ عِظَةِ الإِمَامِ النَّاسَ فِي إِتْمَامِ الصَّلاَةِ، وَذِكْرِ القِبْلَةِ” bâbı bulunmaktadır. (Mesâcid, 8) Mesela Hz. Peygamber farz namaz kılındıktan sonra yüzünü cemaate dönmeden kimse yerinden kıpırdamıyordu. O, cemaatini bu şekilde eğitmişti. İmamlık netice itibariyle Hz. Peygamber’in makamıdır. İmamlık yapacakların bu mesleği ortaya koyan Hz. Peygamber’i tam örnek alması gerekir.
Netice
Sahih-i Buhârî’de cemaat içinde yaşlı ve ihtiyaç sahiplerini dikkate alarak kıyâmı kısa tutmak, “rükû ve secdeyi ise tam yapmak” bölümü vardır. (Buhârî, Cemâat ve imâmet, 33) Buhârî, tesbih sayısı ile ilgili bir rakam telaffuz etmemiş, rükû ve secdenin tam yapılmasını esas almıştır. Secdenin tam yapılması nedir? Kalbimizin, aklımızın ve tüm azalarımızın itminana ereceği makul bir süre secdede kalmaktır.
Hz. Peygamber Ta‘dîl-i erkân’a riâyet etmeden namaz kılan bir adama namazı anlatırken rükû ve secdede ne söyleneceği ile ilgili bir şey söylememiş, “rükûda sükûnete erinceye kadar/حَتَّى تَطْمَئِنَّ رَاكِعًا” ve “secdede sükûnete erinceye kadar/ حَتَّى تَطْمَئِنَّ سَاجِدًا” ifadelerini kullanmıştır.(Tirmizî, Salât, 226/303; Ebû Dâvûd, Salât, 148/856) Rükû ve secdenin esâsı, orada huzur ve sükûneti hissedecek kadar durmaktır. Rükû ve secdenin manevi bir lezzeti bulunmaktadır. Asıl yapılması gereken, o lezzeti tatmaktır. O lezzeti alamadan başını kaldırmak uygun değildir. Enes b. Mâlik (r.a.) yukarıda zikrettiğimiz hadiste “biz Hz. Peygamberin rukû ve secdede on tesbih okuduğunu tahmin ederdik” demiştir. Enes (r.a.) Hz. Peygamber’e yakın bir kimseydi. Tesbih sayısını neden sormadı ve talebelerine tahmini bir şey söyledi? Çünkü Hz. Peygamber’den öğrendiği rükû ve secde bugün anlaşılandan farklı idi. Belirli bir sayıyı tutturmak değil, orada muayyen bir süre kalıp huzuru, huşûyu ve sükûneti hissetmek idi.
Secde Allah’a en yakın olunan yerdir. Ülkemizde Allah’a en yakın olunan yer, beş saniyede geçilmektedir. Kanaatimize göre cemaatle kılınan namazlarda imamın yediden aşağı tesbih yapması sünnete uymamaktadır. Münferit olarak kılınan namazlarda üç tesbih söylenebilir. Ancak cemaatle kılınan namazlarda yediden aşağı tesbih, sünnete uygun değildir. İmam kardeşlerimiz cemaatin namazın hususiyetini ve keyfiyetini doğrudan etkileyecek isteklerine hemen olumlu cevap vermek yerine, bu istekleri ilim, akıl, ferâset ve basiret ölçeğine vurup ona göre davranmalıdır. Keyfiyetli imam cemaati üzerinde bir manevi otorite kurabilendir. Cemaatini eğitebilen ve onların başlarının tâcı, gönüllerinin ilâcı olabilen kişi imamdır. Bu da öncelikle yaptıkları göreve tam saygı, mesuliyetlerini idrak ve vazifeleri ile ilgili tam bir özgüven sahibi olmalarıyla alakalıdır. İmam rükû ve secdede üç tesbihe alışmış cemaati eğiterek yedi tesbihe çıkarabilir. Sabır ve sebat ile bunu başarabilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır. İmam bu kararlılıkta olmadığı takdirde vazifesinin “namaz kıldırma memuriyetinin” üzerinde birçok üst bir görev olduğunun toplum tarafından da fark edilmesi mümkün görünmemektedir.