Okulların açılmasına bir ay kaldı. Her yıl okulların açılmasında mutat olarak sancı yaşanır. 20 milyona yakın zorunlu eğitim genç nüfusumuz okul başı yapacak. Türkiye genç nüfusunu okullaştırmada başarılı bir ülkedir. Son yirmi yılda 2012 yılı bir dönüm noktasıydı, İmam Hatip Liselerinin önü açıldı; buna karşılık zorunlu eğitim 8 yıldan 12 yıla çıkarıldı. Zorunlu eğitim ne getirdi ne götürdü, hesabı yapıldı mı? Mesleki eğitimin, zorunlu eğitin macerasından karlı biçimde çıktığını söyleyemeyiz. Zorunlu eğitimle ilgili tam bir mutabakat sağlanmamışken, öğretmen seçme hakkının kaldırılması gibi nevzuhur bir durum ortaya çıkmış görünmektedir.
Millî Eğitim Bakanlığı 2024-2025 yılı öğretim yılı başında zorunlu eğitimde “öğretmen seçme hakkını velilerin elinden alma” olarak nitelenebilecek bir uygulamaya imza atacak. Ders yılı başından itibaren ilkokul birinci sınıf öğretmenlerini bilgisayar belirleyecek. Sistemi öyle kurmuşlar ki hiç açık kapı bırakmamışlar. Nakil gelen öğrenci bile bilgisayara tanımlanacak, nakil sonrasında gireceği şubeyi dahi bilgisayar belirleyecek. Bu uygulama en çok mütedeyyin aileleri vuracak bir uygulamadır. İslami endişe sahibi mütedeyyin ailelerin bugüne kadar uyguladıkları bir tutum yetkililer tarafından takdir edilmemektedir. Bu tutum ne idi? Veli, evine en yakın okulda kendi değerlerine dünya görüşüne daha yakın öğretmene evladını vermek isterdi. Bunun için evine en yakın okulda küçük de olsa bir araştırma yapardı. Okul müdürleri de bu konuda sosyal birikim ve tecrübe sahibi idiler. Kültürel farklılıkları dikkate alıyorlardı. İdarenin bütün bu inisiyatiflerini bu Millî Eğitim Bakanlığı ellerinden almaktadır. Vatandaşına güvenmeyen bir devlet var karşımızda. Yapay zekayı vatandaşla kendisi arasında hakem yapan bir devlet var karşımızda. Bu durum neye sebep olacak? Eğitim camiasındaki sekülerleşme daha da artacak. Dindar eğilimler taşıyan ailelerin sahip oldukları değerlerin, “uluslararası sistemle bütünleşik demokratik değerler” ile dönüştürülmesi daha da kuvvet kazanacak.
Günümüzde bir çocuğun dünyaya gelmesine vesile olmak istiyorsanız bir kere değil on kere düşünmeniz gerekiyor. Çünkü doğmuş olan çocuğunuza küresel sistem talip, ulus devlet talip; bütün kavga çocuğun hangi değerlerle yetiştirileceği üzerine kuruludur. Çocuk hakları sözleşmesi anne ve babanın evladını tedip hakkını elinden almıştır. Ebeveynin tedip hakkı elinden alınıyor da sanki devlete mi bırakılıyor? Ulus devletler de kendi insan kaynaklarını planladıkları müfredat dahilinde yetiştirmek istiyorlar. Türkiye çocuk hakları sözleşmesinin “uluslararası eğitim” ve “uluslararası iletişim imkanlarından yararlanması” ile ilgili maddelerine çekince koymuş bir ülkedir.
Hem zorunlu eğitime tabi tutacaksınız hem de öğretmen seçme hakkını elinden alacaksınız. Söyler misiniz bu insanlar ne yapsın, Kanun dışı yollara mı yönelsin? Kurulu düzenini bozup da devletle karşı karşıya gelmeyi kim ister? Herkes, kurulu düzenim devam etsin devletle mutabakat halinde huzur ve asayiş içinde yaşayayım demez mi? Devletin halkının çocuklarını belirli bir kalıba sokmaya çalışması ne kadar doğrudur? Çocukların halkın değerlerine zıt olan değerler ile zorunlu eğitime tabi tutulması insanları kanun dışı yollara itebileceğinin hiç düşünülmemesi üzücüdür.
Bakanlık çevreleri “öğretmen seçme hakkına” son veren uygulamayı öğretmen pazarlığına son verdik sloganı ile meşrulaştırmaya çalışıyor. Güya büyük şehirlerde akademik başarıyı artıran öğretmene karşı büyük ilgi oluyormuş. Okul yönetimi okula yüksek miktarda zorunlu bağış şartı koşarak herhangi bir öğretmene olan talebi dengelemeye çalışıyormuş. Bu kabil meseleler çözülmeyecek şeyler değildir. Bir öğretmene normalin üzerinde talep olmuşsa karşılıklı müzakere ile sorun çözülmekte idi ve günümüze kadar bu uygulama getirildi. Merkezi yönetimin mahallinde çözülebilecek işlere burnunu sokması birçok meselenin kaynağıdır.
Millî Eğitim Bakanlığını alnı secdeden kalkmayan insanlar yönetiyor diye sevinen dini hassasiyet sahiplerinin kulakları çınlasın. Biz ne kadar büyük bir aldatılma çemberinin içine düşürülmüşüz. Her gelen bize bir şeyler yapmış, çocuklarımızın geleceği ile ilgili birçok kazanımlarımızı kaybetme tehlikesi korkutucu boyutlarda yine karşımızda durmaktadır. Hiçbir şeyin farkında değiliz. İşin garibi ne yapılsa, sözde mütedeyyin (!) yöneticiler eliyle yapılıyor. İnsanları bir yandan mecburi eğitime zorlamak, diğer taraftan da öğretmen seçme hakkını elinden almak; bunu nasıl tasvir etmeli, hangi kelimelerle anlatmalı bilemiyorum. Nasıl anlatsak anlatalım kafese kapatılmayı tasvir edecek kelimelere yakın kelimeleri kullanmamızın gerektiğini düşünüyorum. Toplumu kafese koymak gibi bir şey değil ise nedir? Dini hassasiyetleri kafese koymak gibi bir şey değilse nedir?
Netice itibariyle şunu belirtmek istiyoruz. Zorunlu eğitimde öğretmen seçme hakkı kaldırılmamalıdır. Bu hakkın yasal alt yapısı bulunan bir hak olmadığını biliyoruz. Ama bugüne kadar insani ilişkilerle çözülmüş bir meselede düzenleme getirilmesini yanlış buluyoruz. Bu karara imza atanlar akşam evde yataklarına huzur içinde yatabilecekler mi? Hiçbir makam ve koltuk kimseye baki değildir. Üzerinde oturdukları koltuklara bir gün veda edecekler. Yüklendikleri bu ağır mesuliyetle Allah’ın huzuruna nasıl varabilecekler? Kıldıkları namazın ettikleri duanın hayrını görebilecekler mi? Çok veballi bir iş yapıyorlar. Halkın maşeri vicdanını rencide ediyorlar. Bu toprağı üstü olduğu gibi altı da var, hesap var, mahşer var. Nasıl hesap verecekler?