İsrail’in saldırılarının savaş mevkiine çıkması ancak karşılarına kelimenin tam anlamıyla bir devletin çıkmasıyla mümkün olacaktır. Bu şartlarda, İsrail, sadece bir soykırım icra etmekte ve bunu da artırarak saldırı sınırlarını, birinin karşı duracağını umduğu bir ana ve uygun şartlara kadar sürdürmeyi planlamaktadır. İsrail yöneticilerinin beyanlarına bakılırsa işledikleri şenaate, dinî bir kılıf geçirmektedirler. Bu kılıfın gerekçesi, geriye bakarsak “arz-ı mevud” kavramıdır. Bu kavrama inanmak, bütün insanların öldürülmelerinin Yahudilere (özellikle Siyonistlere) sevap kazandıracağına inanmak gibidir. Yahudilere göre kendileri dışındaki insanlar, onlara köle olmak için vardırlar. Değerleri de buna bağlıdır. Olmalarında da ölmelerinde de sakınca yoktur.
Babillilerin bunları dağıtmalarından sonra, insanlığa hınçlarının ardı arkası kesilmemiştir. Bir yerden hır çıkararak bir yerlere varmaya çalışmaları kendilerinin güç ve cesaretinden değildir. Dünkü sahipleri (ve hamileri aynıdır. )ndendir.
Dinî anlamdaki beşerî mücadelelerin itibarsızlaştırılmasından sonra, bütün beşeriyet, bu ütopyaya inandırılıp kösülüp yasıldı. Buna rağmen, bu Siyonistler, dinî anlamada, cihana hâkim olma arzularından asla vaz geçmediler. Hassaten İslâmî hareketleri, gericilik ve yobazlıkla itham etmeleri, kendi uşaklarına itham ettirmenin sebepleri, karşılarına dinî manada kimsenin çıkmamasını sağlamak içindir.
“Arz-ı mevud” tam burada anlam kazanıyor. Mevud, vadedilmiş anlamında olup arz da yer anlamındadır. Tamlamayı açınca Vadedilmiş yer, toprak anlamı taşımaktadır. Muharref Tevrat’a göre bunlara, inandıkları “Tanrı” Nil ile Fırat arasındaki arazileri vaad etmiş. Buraları almaları, bunlara sevap kazandıracaktır. Mesele budur, bu da tamamen inançlarının âmir hükümlerine uyum sağlamak, ibadet etmek demektir.
Osmanlı ile uğraşmaları, Harb-i umûmiyi çıkarmalarının sebepleri bunlardan ibaret olsa gerek. Harb-i Umûmiyi bir Sırp prensinin katline bağlamak, gayet kolaycılık ve perdelemek olayıdır. Bu Siyonistler, asla ve kat’a kendilerini ibraz etmemişlerdir. Mütemadiyen kullanabildiklerinin maskesinin arkasında çalışmışlardır. Evvelâ, Güneş batmayan imparatorluk dedikleri İngiltere vasıtasıyla Dünya’yı herc ümerc etmişlerdir. Amerika’nın kuruluş yılı sayılan 1776’da İngiltere’nin peyki Amerika’ya, Londra çay gönderir. Bundan sonra Amerika’ya hâkim olma çalışmaları başlayacaktır. Boston Limanına gelen çay yüklü gemiler, Boston limanında tuzlu su ile demlenivermiş. Bu, Siyonistler için başlangıçtır. Maske değişimidir.
Harb-i Umûminin sonucunda ne olmuştur. Açıkça ismini duyduklarımız mı kazanmıştır? Hayır. Evvela, Osmanlı kaybettiği için Osmanlı mülkü pay-i mal edilmiş, ite köpeğe taksim edilmiş. Bölüşüm haritaları, masa üstünde cetvelle çizilmiştir. Sykes-Picot Anlaşması dedikleri paçavra maalesef budur.
30 Ekim 1918 Mondros mütareke namesinden 1939’ kadar Afrika’da yalnız Liberya, Asya’da ise Türkiye, Japonya, İran, Siyam ve Çin fiilî sömürge olmamıştır…
Birinci Cihan Harbi’nin travmalarının atlatılamaması ve sömürgenlerin ve kemirgenlerin doyumsuzluğu 2. Cihan harbine sebep olmuştur. Bu harbin sonunda da Yalta’da yapılan bir anlaşma ile ABD ve Cihan harbinin sonlarında kurulan SSCB arasında ana karalar yeniden parsellendi. Bunun sonunda NATO ve COMECON, Varşova Paktı kuruldu. Bunlar, sömürgen ve kemirgenlerin göz boyamasından başka bir şey olmadı elbet.
80 yıldır insanlık, biraz nefes aldı. Aldı almasına ama bu sömürgenlerin tatminine elverişli olmadı. Yeniden bir operasyona daha teşebbüse geçmeye çalışıyorlar. İsrail, bu Siyonistlerin işine yarayan, bunları gizleyen şahane bir aparat durumunda. Gazze, Lübnan, Suriye derken Türkiye’ye bulaştıkları zaman, olacakları biliyorlar ama hesap başka. Halen algılarımız bizi yanıltmıyorsa bu karışıklığa paydaş olduğumuzda, ekmeğimizi yavan yemeyeceğimizi biliyorlar. Biz, İsrail’in ağzını burnunu düzeltirken kafasını ezmemize engel olmaya çalışacaklar. Bizim vaz geçmeyeceğimizi bildiklerinden, biz savaş dâhil edip yine başa dönmeyi düşünüyorlar. Bizim bu şartlarda girdiğimiz bir savaş adı konulmasa da bir cihan savaşına dönüşecektir. Akl-ı selimi ihmal ve de imhal etmeden, bunların planlarının noktası konulmadan bozulması için gerekli beynelmilel tedbirlerin alınması gerekir.
Ne demiş ecdat, “İşte adûv karşıda hazır silah/ Hazır ol cenge istersen sulh ü salah” Özellikle bu uyarıya dikkat etmeli. Halkın bu tehlikeye karşı müteyakkız olması sağlanmalı, behemehâl Topyekûn harbin icapları da gözden geçirilmelidir.
Şakir Albayrak, 02.10.2024, 21.26, Çekmeköy-İstanbul