Üçüncü Bölüm
Alexis Carrel’in Çözümlemelerinin Devamı
İlim –Teknoloji – Sanayi İnkılabıyla Gelen Buhranlar
İlim ve Teknolojinin Yetersiz Kalışı
Dizi yazımızın bu bölümünde, yine Alexis Carrel’in çözümlemelerine yer vermeye devam edeceğiz. Günümüz Batı Medeniyetinin çöküşünün diğer bir ana sebeplerinden olarak Reform ve Rönesans hareketleri soncu gelen ve ivme kazanan insanın fizyolojik yapısı yanında tabiatın, eşyanın ve kozmosun bunları yaratırken Tanrı’nın bunların var olması ve varlıklarını devam ettirebilmeleri için onlara verdiği yaşama prensipleri veya kanunlarını araştırmak demek olan “TABİAT İLİMLERİ – TEMEL İLİMLER” in (fizik. kimya, biyoloji, jeoloji ve astronomi vb.) bunları keşfi ve giderek “maddenin kanunlarından hareketle, ona hakim olmakla insanın yaşayışını kolaylaştırmak ve geliştirmek” demek olan ve tabiat ilimlerinin “alet yapmak” ı esas alan “TEKNOLOJİYE TRANSFER” ile genelde 19’ uncu asrın ilk çeyreğinde (1800 – 1825) İngiltere’de ortaya çıkan “SANAYİ İNKILABI” nın, insan ve toplumların maddi refahını artırmaya büyük katkıları olduğu halde, manevi refahını sağlayamadığı hakkında Carrel’in çözümlemeleri şöyledir:
“İlim, insana bir harikalar ülkesi keşfettirmiştir. Bu ülke tehlikelerle doludur. Biz, garip saraylarda hâlâ parça parça iyi faydalanılamayan eşya bilgisinin ortaya çıkardığı bu hayallerle aldatılmışız. Gerçekten ilim bize henüz hayatın yönetiminde etkili bir yardım getirmemiştir. İlimden ışığı soracak yerde tabiatı istifademize (faydalanmamızı) kullanmak için ilim bizi kullanmıştır. İlim, hakiki mukadderatımız hakkında bize hiçbir şey öğretmemiştir. Kılavuzluk (rehberlik) rolünde ilim sezgi ile gelenekte ve dini vahiyde kendini aşağı göstermiştir. İnsan, ilmin kudretini kullanmasını bilememiştir.” (Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, s. 139)
“ ‘Hayatın manası nedir? Niçin ve nereden geldik?... Ruhun ölümden sonra da yaşamaya devam ettiğine inanmak saçmalık mıdır?’ (1)
Bu insanların sorularına felsefe daima tatmin etmeyen cevaplar vermiştir. Bilhassa Hıristiyanlık beşeri ruhun isteklerine kat’i bir şekilde cevap vermiştir. (2) Din, insanların mukadderatları hakkında duydukları endişeyle tecessüslerini (araştırma) asırlarca dindirmiştir. Dinî ilham, vahiy ve iman atalarımıza emniyet ve huzur vermiştir.
Fakat zeka, insiyaka (içgüdü)) karşı giriştiği mücadeleyi şiddetlendirmiştir. Din, aydınlık devir filozoflarının ve bilhassa Voltaire ile Ansiklopedistlerin (bunlar genelde ateist kimselerdi) darbeleri altında sarsıldı. İlim, insana imanın verdiğinden başka bir çeşit bedahat (delil gerektirmeyen) getirdi ve kolayca ispat edilebilen, çoğu zaman kat’i ve zarif matematik formüllerle ifade edilen basit ve açık hakikatlerdir. Din ise, aksine, Ortaçağ ruhunu ve mefhumlarını kullanmaya devam etti. Bugün Avrupa sakinlerinin dörtte üçü kendilerine endişe veren öz varlığımız ve mukadderatımız meselesinin hallini artık Hıristiyanlıktan beklemektedirler. (3) (Carrel, İnsanlar Uyanın, 159 – 160)
İyi Bir Medeniyet Tasavvuru İçin Tek Başlarına İlim ve Din Yetersizdir. Bunun İçin İlim ve Din Birbirlerini Tamamlayanlar Olmalıdır Görüşleri
“Her geçen gün anlıyoruz ki ilim fert ve cemiyet için gerçek bir ilerleme getirmemiştir.
Şunu da biliyoruz ki, imanın en kuvvetli olduğu, yaygın olduğu devirlerde bile, insanlığı kuvvetli bir şekilde ıslah edememiştir. Ne ilim, ne de din mazide olduğu gibi birbirinden ayrı olarak ele alındıkları ve öyle tatbik edildikleri zaman gerçek bir medeniyetin kurulmasına imkan vermezler. Çünkü insan terakkisi yalnız maddi hayat şartlarına, yahut ferdin fikri veya ahlaki yüksekliğine bağlı değildir. Şu halde ilim dinden, din de ilimden fazla bir şey vermezler. İlim, hem iyiye hem fenaya hizmet eder. Bir uçak bomba da taşır. Alaska’ nın ücra bir köşesindeki çocukları kurtaracak olan seromu da. Din insana iyilik arzusu verir fakat bu iyiliği yapabilme çaresini vermez. Faziletler, yani aşk, safiyet, haysiyet, feragat bize endüstriyle karışık mekanizmasındaki sırları öğretmez. Bir anneye, çocuğunun akli muvazenesini (dengesini), sinir muvazenesini sağlayacak hayat tarzlarını ve gıda maddelerinin mahiyetini de öğretmez.
Dinin, gerçekleştirmeyi tasarladığı eseri meydana getirebilmesi için, ilimden faydalanması şarttır. Yalnız ilim ona, fertte ve toplumda Allah fikrini müşahhas hale getirme imkanını verebilir.” (4) (Carrel, Yarınlara Doğru, s. 133 – 134)
“İlim ve din arasında bir uyuşmazlık, bir tezat yoktur. Bunlar birbirlerinden tamamen ayrı sahalardır. Tek ilim bilgi ilimdir. Din âlemi ise idrak edilemez, istenen her şey oraya konulabilir. Nasıl oluyor da dindarlar birbirleriyle çatışacakları yerde bunu böyle anlamıyorlar?
Şu günlerde Loeb, Kaliforniya’daki laboratuvarında bir takım yaratıklar yaratırsa – ki bu pekala mümkündür – neyi ispat etmiş olacaktır? Ruh dünyası idrake sığmaz, apayrı bir âlemdir. Bu konuda her türlü mücadeleden vazgeçilmelidir. Allah idrake sığmaz.” (Carrel, Yarınlara Doğru, s. 5-6)
Teknoloji ve Sanayi İnkılabının Getirdiği Yıkım, İnsanların Bunun İçinde Gerilemesi ve Kayboluşu Görüşleri
“Sanayi medeniyeti gelişti. Yol kavşaklarındaki mukaddes yerlerde, kırlardaki mabetlerde ve kumlu düzlüklerde bulunan ilahi varlıklar oraları birer birer terk ettiler. Gün battıktan sonra bir kuyunun etrafında, yahut metruk (boş, kullanılmayan) bir kır evinde rastlanan ruhlar bile bir daha dönmemek üzere çekilip gittiler.
Modern insanlar, dinsiz atalarının âdetlerine döndüler. Tekrar ölülerle temasa teşebbüs ettiler. Velilerin ve meleklerin yerini bir takım müphem (şüpheli, bilinmeyen) manevi varlıklar, vücuttan mahrum ruhlar, birtakım psişik faktörler aldılar. Bunlar medyumlar ve otomatik yazı vasıtasıyla bizi öbür dünya hakkında hakikatte pek alaka verici olmayan malumat verdiler.(5)
Bugün insan, eski devirlerde olduğu gibi kendisine yardım edebilecek, onu sevebilecek ve koruyabilecek bir takım görünmez varlıklar arıyor. Fakat bu manevi varlıklara ulaşamayacağını biliyor. Ancak derin sezişli ve ilerisini görme kabiliyetine malik olan büyük insanlar onların mevcudiyetini hissedebilir ve onlarla temas edebilir…
Sanayileşme şehirleri gürültüye, harekete, telaşa boğdu. Hayat hızlandı. Ferdi ve fikri çalışmalar hakir (küçük görülen) görülür oldu. Çünkü para etmiyor ve parasız da bugünkü hayata uygun yaşanmıyor. Artık inziva (dünya ile alakası kesme) ve sükun büyük bir lükstür ve bilginler de bunu temin edemeyecek kadar fakirdirler. Laboratuvarlarından uzakta, gürültülü küçük evlerde oturuyorlar ve otomobil gürültüsünden serseme dönüyorlar… Derin düşünceye dalmak imkanından mahrum oldukları için sadece küçük biyolojik meseleleri ele alıyorlar. İlim adamları verimsiz olmakla kalmıyor, bu durumlarıyla, kendinde buluşlar yapabilecek kabiliyet gören gençleri de ürkütüyor, onların alakalarını azaltıyorlar. Bu yüzden gençler endüstri sahasına gidiyor ve umumiyetle ilim sahasına en zayıf olanlara yönelmiş oluyor. Birçok ilim adamında seviyenin düşmüş bulunmasının sebebi budur. (6) Bu şartlar, bir gün tabii ilimlerde görülen durgunluğun, terakkinin ağırlaşmış olmasının sebeplerini de teşkil eder.” (Carrel, Yarınlara Doğru, s. 56 ve 170)
İlim ve Teknoloji Üzerine Kurulan Günümüz Batı Medeniyetinin Roma Benzeri Çöküntü Getirişi ve Bundan Bile Dersler Alınmayış Görüşleri
“Dünya savaşının (I. Dünya Savaşı) insana şaşkınlık veren felaketi bize gerçeğin anlamını öğretemedi. Bir fırtına bulutu gibi, acayip bir çılgınlık aklımızı karıştırdı. Medeni insanlar hayat kanunlarının manasına isyana devam ediyor. Modern cemiyet ile hayatın makul yaşanması arasında 4. Yüzyıldaki Roma cemiyetiyle Hıristiyanlık dini arasındaki ihtilaf (ayrılıklar) aynıdır. Yemek, içmek, sporla, at koşularıyla ve gladyatörler mücadelesi çöküntü devrindeki Romalıların uğraşılarıydı. Bizim uğraşılarımız da onların tıpkısıdır. İlim ve teknoloji tarafından kurulan medeniyet, geçmişteki medeniyetlerin bozulup dağıldıkları gibi bozuluyor ve dağılıyor. Romalılarla aynı tarzda bir yenileme ve ıslahat lüzum ve zarureti duymuyoruz.” (Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, s. 127)
“Modern insan, tıpkı ormanda kaybolmuş bir çocuk gibi kendi yarattığı âlemde maksatsız, oradan oraya dolaşmaktadır. Keyfinin istediği istikameti takip etmektedir. Bütün tabiat kanunlarına itaat edip etmemekte serbesttir. Fakat itaatsizlik ettiği zaman, kendisi yahut ahfadı (hemcinsi) cisimler arasında cari olan esas kanunlara karşı yapılır her tecavüzün otomatik olarak harekete getirdiği aman dinlemez mekanizmalar tarafından yok edilmek tehlikesi karşısında kalır. Yürüdüğümüz yolda yasak bölgeleri gösteren işaret levhaları yoktur. Her insan farkında olmadan, hayatın öz yapısı tarafından fizyolojik ve ruhi faaliyetlerimizle, düşüncelerimiz ve hareketlerimiz için tespit edilmiş hududun dışına çıkabilir. Kendimizi bu tehlikeden korumak için gayet sert bir disipline tabi olmamız lazımdır. Hendeklerden, hareket eden kum tepeciklerinden ve uçurumlardan korunmak için başka bir çare yoktur. Bir ‘seyrüsefer nizamnamesi” ne, bir yaşam tekniğine, hayat denilen bu tehlikeli yolda bir kılavuza ihtiyacımız vardır.” (Carrel, İnsanlar Uyanın, s. 105)
DİP NOTLAR
1- Tam anlamıyla sekülarist olan ahretin inkarıyla hayatın dünya hayatından ibaret sayılması. Felsefi yapılanmayı esas alan maddeci günümüz Batı medeniyetinin kurucu beyni Masonluk ve masonlara göre, ruh diye bir şey yoktur. İnsanın bedeninden ruh değil can çıkınca insanın hayatı da ebediyen sona erer. Okuduğum masonların yazdığı bütün kitaplar ve çıkardıkları dergilerin içindekilerin yüzde ellisinde hep ruh diye bir şey bulunmadığının anlatıldığını gördüm. İnsanın manevi temellerinden birisi olan ruh kavramı yıkılırsa Masonluğun esası olan maddeci bir dünya hayatının gerçekleşmesi kolay olacağından hep onun varlığının yok edilmesine odaklanmışlardır…
2- İyi bir Hıristiyan ve Katolik olan Carrel’in böyle bir cevabı vermesi kendi açısından normaldir. Eğer bir Müslüman olsa idi aynı tabiri onun için de kullanırdı. Üstelik de din ve ahlak, Hz. Muhammed ’in gelişiyle tamamlandığı ve ondan sonra bir peygamber gelmeyeceğini de vurgulandığı halde, safiyetini koruyan İslam’ın insanlığın problemlerine Hıristiyanlığın bozulmuş, asliyetini kaybetmesi sebebiyle daha iyi cevap verdiğini de dile getirerek Carrel onu örnek gösterebilecekti.
3- Biz de, İslam dünyası ve Müslümanlar olarak, günümüz Batı Medeniyetinin çöküş sebeplerini devralarak yaşadığımız buhranlar karşısında çoğu kez İslamiyet’in kurtarıcı huzuruna sığınmak istemiyor muyuz?
4- Bazı düşünürlerce de “Dinsiz ilim topal, ilimsiz din sağırdır” denilmiştir.
5- Dinlerin yıkılması boşluk kabul etmez. İnanma ihtiyacı olan dinin yerini insan aklına dayalı safsatik, saçma sapan görüşlerin almaya başlaması, dünden bugüne kendisini artarak göstermeye devam etmektedir.
6- İlmi ve teknolojik gelişmeler ve rahatlığın getirdiği haz, hız, ayartılarla vb. günümüzde dünyada ve ülkemizse yüksek ve verimli düşünce hayatı da iyice zayıflamış, çoraklaşmıştır. Bu sebepten de buhranlarımızı çözmeye yönelik kananlar büyük ölçüde kapanmıştır. 14 Kasım 2024
Üçüncü Bölümün Sonu