Beşinci Bölüm
Alexis Carrel’in Çözümlemelerinin Devamı
Din ve Ahlakın Tasfiyesi, İnsanın Kendisini Tanrı Yerine Koyması ve “Laik – Egoizm Ahlakı” nın Hakimiyeti
Günümüz Batı medeniyetinin çöküşünde, Eski Yunan ve Eski Roma medeniyetlerini de çökerten mậnậ ậlemini terkle madde ậlemine önem veren bunların materyalist hayat an-layışlarına geri dönülmesiyle din, Tanrı ve ahlak inancının çökertilmesi ve Tanrı inancının yerine “İnsanın kendisini Tanrı yerine koyması” nı en iyi ve kapsamlı dile getiren Alman Filo-zofu Friedrich Nietzche olmuştur. Buna bağlı olarak “ikinci sıradan” diyebileceğimiz Car-rel’in de günümüz Batı medeniyetinin çöküşünün sebepleri arasında din, ahlak ve Tanrı inancının yitirilmesini de geniş boyutlarda dile getirmesi kendisini göstermiştir.
Tarih boyunca insanlığın olmazsa olmazı din ve ahlak gerçeği de günümüz Batı medeni-yetinin gazabı ve inkarına uğramıştır. Bunlardan olarak, kainat ve insanın yaratıcısı, huzurlu yaşayış için kanunlarını koyucusu Tanrı öldürülerek, onun yerini “insanın kendisini tanrılaş-tırması” almıştır. Ahlakın ise, dinlerin ayrılmaz bir bütünü olduğunu, peygamberimiz Hz. Muhammet’in de dile getirdiği üzere, “Ben, güzel ahlakı tamamlamaya geldim” hadisinde kendisini bulan peygamberlerin ana misyonlarından birisine dayalı “dini ahlakı” ın çökertil-mesi ve yerine insanın nefsani arzuları ve egoizminin tatminini esas alan “egoist- laik ahlak” ın Batı medeniyetinin yeni ahlakı haline gelmesi de onun çöküşünün amillerinden birisi ola-rak kendisini göstermiştir. Bu konularda dinin tasfiyesi ve Hıristiyanlığın da yapısal zaaflarıy-la bunu hizmet etmesi ile ilgili olarak Carrel’in bir kısım çözümlemeleri şöyledir:
“İki yüz yıla yakın zamandan beri dinin yerini yavaş yavaş kậra ve ilme tapma aldı. Din, kamu okullarından kovuldu.(1). Modern cemiyet tarafından uygulama ile ilgili olarak unutul-du. Fakat itibardan düşmesine rağmen ölmüş değil. İnsanoğlu eşyanın manevi dayanağını takibe devam ediyor. Her devirde ve her memlekette ibadet etme ihtiyacı duyulmuştur. İba-det etmek, insanda hemen hemen sevmek kadar tabii bir eğilimdir. Bu, Tanrı’yı araştırma beklide ruh bünyemizin gerekli bir sonucudur. İnsanoğlu, Nasra kasabası marangozundan (H. İsa’dan) hem ulvi hem de kendini uygun munis bir Tanrı bulmuştur.” (2) (Alexis Carrel, Ha-yat Hakkında Düşünceler, s, 155)
İnsan hayatı, yaratılışı gereği “dini boşluk” kabul etmez. Yaşayan dinlere hücumla bir boşluk oluşturulursa, onun yerini mutlaka başka bir inanç ve din anlayışı doldurur. Carrel bunu, çökmekte olan Batı medeniyeti tarafından da bir ihtiyaç duyulduğundan bahisle şöyle dile getirir: “Sanayi medeniyeti gelişti. Yol kavşaklarındaki mukaddes yerlerde, kırlardaki mabetlerde ve kumlu düzlüklerde bulunan ilahi varlıklar oraları birer birer terk ettiler. Gü-neş battıktan sonra bir kuyunun etrafında, yahut metruk bir kır evinde rastlanan ruhlar bile bir daha dönmemek üzere çekilip gittiler.
Ve modern insanlar dinsiz atalarının (Batı için genelde Eski Yunan ve Eski Roma’nın) ậdetlerine döndüler. Tekrar ölülerle temasa teşebbüs ettiler. Veliler ve meleklerin yerini bir rakip müphem (şüpheli) manevi varlıklar, vücuttan mahrum ruhlar, bir takım psişik faktörler aldılar. Bunlar medyumlar ve otomatik yazı vasıtasıyla bize öbür dünya hakkında malumat verdiler.
Bugün insan, eski devirlerde olduğu gibi kendisine yardım edebilecek, onu sevebilecek ve koruyabilecek bir takım görünmez varlıklar arıyor. Fakat bu manevi varlıklara ulaşamayaca-ğını biliyor. Ancak derin sezişli ve ilerisini görme kabiliyetine malik olan büyük insanlar on-ların mevcudiyetini hissedebilirler ve onlarla temas edebilirler.” (3) (Carrel, İnsanlar Uya-nın, s. 169 – 171)
İslam Akaidi’nin “Bilgi Teorisi” ne göre, insanlar, doğru ve gerçek bilgilere şu üç yoldan ulaşabilirler: Beş duyu, akıl ve vahiy. Kitaplarında kendisi de bu düşüncede olan Carrel, gü-nümüz Batı medeniyetinin kendisini yalnızca beş duyunun ve mücerret aklın bilgilerine kilit-leyip Eski Yunan geleneğine dönüşten olarak vahiy bilgisinin inkarıyla da dinin tasfiyesine hazırlanıldığı hakkında da şunları yazar:
“Gariptir: Aristo gaipten haber vermeyi (peygamberler vasıtasıyla vahiy bilgisi ) ret etti. Zira bu olay Aristo için açıklanamaz bir olaydı. Decartes ve 18. yüzyıl filozofları da inandılar ki, duygu akla nüfuz edemez ise hiçbir şey edemez. Rönesans’tan beri insanoğlu beş duygu-sunun sınırları içine isteyerek kendisini hapsetmişti.” (Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler , s. 149)
“Hakikaten bizim medeniyetin İsa’nın kanından doğduğu unutulmuştur.Tanrı’yı da unut-muştur. Fakat bizim medeniyet henüz İncil’deki hikayelerin ve Sina dağındaki Ahtın (Hz. Musa’nın ahtı) güzelliğini, yenilişlere, üzüntüsü olanlara, zayıflara, hastalara ve ölmüş olan-lara hayatın acımasız mekanizmaları tarafından muhakkak ezilmiş olan bizlere sulh ve sü-kun getiren bu sözlerin güzelliğini henüz anlayamıyoruz.” (4) (Carrel, Hayat Hakkında Düşün-celer, s. 63)
Carrel, vahiy bilgisi ile insanlığın gerçek izahı ve ihtiyaçlarını dile getiren dinlerden ola-rak Hıristiyanlığın bu yoldan safiyeti ve Hz. İsa’nın yüksek misyonunun (Buna Hz. Muham-med’i ihmal edip Hz. Musa’yı dahil ettiği halde) insanlığa “gerçek kurtuluşu” nu getirece-ğinden bahsederken, Ortaçağ Avrupa’sında Hıristiyanlığın kendi bünyesinden kaynaklanan zafiyetler sonucu da görevini tam anlamıyla yapamadığından da bahseder ki, günümüz Batı medeniyetinin çöküş yollarını açan sebeplerden birisi de işte bu zafiyet olmuş, bunu dile getirirken de şunları yazmıştır: “ Acaba beyaz ırklar, Hıristiyanlığa rağmen, niçin muvaffak olamamışlardır? Şimdilik karşılığa sebep nedir? Ortaçağ cemiyeti niçin iflas etmiştir? İnsa-nın öz varlığına dair bu derece kesin sezişlere sahip olan Hıristiyanlık ortaçağ zarfında niçin yükselmeye devam edememiştir? (5)
Hıristiyanlık insanlara en yüksek ahlakı temin etmektedir. Bu ahlak, öz varlığımızın icap ettirdiğine gayet yakındır. Hıristiyanlık insanlara ulaşabileceğimiz tapılabilen ve sevmemiz icap eden bir Tanrı mefhumu vermiştir. Birçok şehitlerin ilham kaynağı olmuştur; hayata, ırka ve ruha daima saygı göstermiştir. Fakat dünyayı barışa kavuşturamamıştır. Bu başarısız-lığa sebep nedir? (6)
Hıristiyanlık tasavvuf kaidelerini biliyor (7) (Hıristiyanlık mistisizmi) , fakat hayat kaideleri-ni bilmiyor. Hıristiyanlığın ilhamı, hayatın rasyonel şekillerine nüfuz edememiştir. Fizyolojik cepheyi ihmal etmiş, yalnız entelektüel ile alậkadar olmuştur. Sosyal sınıfları, fakirlerin zenginler tarafından baskı altında tutulmasını, bir sınıfın mallardan mahrum edilmesini hoş gördüğü için yaşamasına imkan olmayan topluluklar kurmuştur.(8)
Tanrı’ya ait olanı Tanrı’ya, Sezar’a ait olana Sezar’a vermeli. Kilise ne Sezar’ın yerine ge-çebilir, ne onunla karışabilir. Sezar’la kilise birbirlerine karşı cephe alırlar. Tıpkı beşeri var-lıkta hislerle aklın ve organların birbirleriyle çatıştıkları gibi… Hıristiyanlığın bir takım felsefi prensiplere göre değil, hayatın yapısına göre kurulmuş sosyal teşekküllere nüfuz etmesi la-zımdır.” (9) (Carrel, İnsanlar Uyanın, s. 231)
“Mücerret bir fikir ancak dini bir unsur ihtiva ettiği takdirde insanı harekete sevk eden bir kudret olur. Bunun içindir ki, dini ahlak laik ahlaka nispeten çok daha kuvvetlidir. İnsan da ancak tabiat kanunlarına Tanrının emirleri nazarı ile baktığı takdirde, onlara seve seve boyun eğer. Modern insanların çoğu maalesef hemcinslerine, vatanlarına yahut Tanrıya sevgiden ötürü herhangi bir harekete geçemezler, zira yalnız kendi nefislerini severler… Egoizm, haya-tı korumu temayülünün mübalağalaşmış yahut bozulmuş şeklidir.”(Carrel, İnsanlar Uyanın, s. 144 – 145)
Ahlakta Yıkım
Toplumları ayakta tutan, huzur, barış ve mutlu bir yasayışa yol açan dine dayalı “yüksek ahlak” ın yıkılması da günümüz Batı medeniyetinin çöküşünün diğer bir göstergesi olmuştur. Bu konuda Carrel’in yazdıkları:
“Hayatı yönetmenin kanunlarını uygulamaktaki güçlükler yalnız akıldan değil karakterden de geliyor. İnsanlarda hayatın sert kanunlarına boyun eğmekten ibaret olan manevi kuvvet yoktur. Nefsine hakim olma bir türlü öğrenilememiştir. İnsanların birçoğu, ufak çocuklukla-rından itibaren içlerinden gelen tepkiyi takip etmişlerdir. Ailede ve okulda onlar başıboşluğa alışmışlardır. Adam sendeciliğe, hırpaniliğe (perişanlık) alışmışlardır. Çok istenen bir ideale doğru iradelerini bağlamamışlardır. Genç ve ihtiyar, kadın ve erkek, zengin ve fakir, bunla-rın hepsi patlak bir lastiğe veya delik bir kaba benzerler. Bunlar, çilekeşliğin manasını bil-mezler. Halbuki çilekeşlik olmadan dünyada hiçbir büyük iş başarılamamıştır. Hıristiyan ahlakı atalarımızda disiplin alışkanlığını yüzlerce yıl sürdürmüştür. Hıristiyan ahlakı, bugün hậlậ nefislerine hakim olma kaidelerini doğru dürüst bilenlere yaşama gücü veriyor. (10) Fakat bu ahlakı halkın büyük bir kısmı terk etmiştir. Hayır ve şer mefhumlarını kaybetmişiz. Deruni bir disiplin kaidesini muhtacız. Yaşamak ve nefsimizi idame ettirmek için tabiatın kanunlarına itaatın şart olduğunu anlasaydık keyfimizin ve nefsimizin dürtülerine uymazdık. Kısaca, nefsimiz, hayatın makul yönetimini engelleyen şeyler. Bir taraftan realiteyi bizzat hayat yönetiminin makulleştirilmesinin karşılaştığı engeller, bir taraftan realiteyi görmemizi men eden zeka eksikliği, diğer taraftan devrimize has olan ahlaki zaaftan ibarettir…
Cemiyet, törelere ve geleneklere bağlı olmayanlara karşı daima bir marifet duvarı çe-ker. Mezhep ayrılığı yapanlar her devirde yakılmıştır. Bugün, eskiden olduğu gibi, mucitler sefalet içinde ölmektedir. Peygamberler taşa tutulmuşlardır. Doğrusu, hayatın kanunlarına itaat edebilecek olanlar halihazırdaki düzeni yıkabileceklerdir. Cehalet, kabalık, bozukluk içinde yaşayan vasat insanların çoğu bunlara düşmandır. Özellikle bu bozukluktan, cehalet-ten ve kabalıktan istifade eden açıkgözler. Özetle bugün hayata düşman bir dünyada yaşıyo-ruz. Bedenimiz ve ruhumuzun gerçek ihtiyaçlarına uymayan bir çevrede, her şeyden önce adam sendecilik, tembellik ve ahlaksızlık rejimini devam ettirmek isteyen kalabalık arasında yaşıyoruz. Bugünkü insanlar arasında doğru söylemek, verilen söze sadık kalmak, dürüst bir şekilde çalışmak, başkalarına ihanet etmemek gülünç oluyor. Öğretmenler ve profesörler şeref duygusunun ve manevi duygunun sınavlarda ve yarışmalarda başarı kazanmaktan çok daha önemli olduğunu anlamıyorlar. Öğrenciler de aynı anlayışsızlığı gösteriyor. Hayır ve şerrin mevcut olduğuna inanan her insan, aptal sayılıyor. Aynı şekilde başkalarını kıskanma-nın kötü bir şey olduğunu, ailenin düzensizliği, okulun düzensizliğinin soysuz olduğunu, yahut Fransızların egoizminin (bencillik ve benmerkezciliği) kabalık ve kıskançlık özelliğini taşıdıkla-rını söyleyen bir kimse kötü bir vatandaş sayılıyor. Kadınlık görevini tam manasıyla yapan bir kadınla alay ediliyor. Alay edenlerin biricik uğraşıları eğlenmek, sigara içmek, spor yapmak, dans etmek, çocuk sahibi olmaksızın cinsi duyguların tatmin etmek veya erkekleri taklit et-mek ve erkekler de aynı kariyerlere girmek, kısacası, vücutlarının rolleri yapısı tarafından gösterilen düzene uymamak için çalışıyorlar. Gençlik başıbozuk ve gevşek olmamalıdır. ‘Di-siplinli ve yiğit insanlar olmalıdır’ diyenler ve böyle düşünenler ve böyle düşünmek cüretini gösterenler demokrasi düşmanı sayılıyor. (11)
Dünya savaşının ( I. Dünya Savaşı) insana şaşkınlık veren felaketi bize gerçeğin anlamını öğretemedi. (12 )
Bir fırtına bulutu gibi, acayip bir çılgınlık aklımızı karıştırdı. Medeni insanların hayat ka-nunlarının manasına isyan devam ediyor ve yayılıyor. Modern medeniyet ile hayatın makul yaşanması arasında 4. yüzyıldaki Roma cemiyetiyle Hıristiyan dini arasındaki ihtilaf aynıdır. Yemek içmek, sporla, at koşularıyla ve gladyatörler mücadelesi çöküntü devrindeki Romalı-ların uğraşılarıydı. Bizim uğraşılarımız da onların tıpkısıdır. İlim ve teknolojiyle kurulan medeniyet (günümüz medeniyeti) geçmişteki medeniyetlerin bozulup dağıldıkları gibi bo-zuluyor ve dağılıyor. Romalılarla aynı tarzda bir yenileme ve ıslahat lüzum ve zarureti duy-muyoruz.” (Carrel, Hayat Hakkında Düşünceler, s. 126 – 127)
Carerel’in din ve ahlakın çöküşünü içeren çözümlemelerini daha zengin alıntılarla daha büyük boyutlarda dile getirebiliriz. Şimdilik ana hatları ve özet olarak bunlarla iktifa edece-ğiz.
Albert Schweıtzer’ın Çözümlemeleri
Carrel’in çağdaşı büyük düşünür ve üstelik de kendisi Protestan din adamı olması sıfatıy-la günümüz Batı medeniyetinin Carrel doğrultusunda getirdiği “din ve ahlak yıkımı” ndan bahseden Albert Schweıtzer de kitaplarında, ahlaki buhranı aşmanın çarelerinin kainatın ve insanın kanunlarına uymaktan geçeceğinden bahisle, o da bu uğurda Carrel gibi Hıristiyan-lık ve kilisenin görevini yerine getiremeyip yetersiz kaldığı hakkında şunları yazar: “Eğer kilisenin görevini başarması gerekiyorsa, insanları elementer, düşünsel ve etik bir dinlilikte birleştirmelidir. Bu, şimdiye kadar, tamamen kusurlu bir biçimde yapıla gelmiştir. Bunun, olması gerekenden ne kadar uzak olduğu savaştaki (I. Dünya Savaşı) yenilgi ile ortaya çık-mıştır. O zaman, insanları ulusal heveslerinin kavgasından düşünmeye çağırmak ve onla-rı en yüksek ideallerin ruhunda ve havasında tutmak üzere vaaz etme görevini yüklenmişti. Bunu yapmak yeteneği yoktu ve gerçekten ciddi bir caba göstermedi. Sadece tamamen tarihsel ve çok iyi örgütlenmiş fakat çok az dinsel olan bir birlik olarak, o çağın havasını yük-lendi ve dini, ulusculuk ve pragmacılık doğması ile karıştırdı (13). Sadece küçük bir kilise, Quaker’ler topluluğu, İsa’nın dininin içerdiği gibi hayatı kutsamanın kayıtsız şartsız sağlam-lığını savunmaya çalıştı…
Modern devleti, düşünce gücümüzün elverdiği ölçüde, hayatı kutsama tarafından içeril-miş fikirlere göre uygar bir devlet olması gereken manevilik ve ahlakiliğe getirelim. Ondan, şimdiye kadar hiçbirinin olmasının umulmadığı ölçüde, manevi ve etik olmasını isteyelim. Ancak gerçek bir ülküye varmak çabaları ile bir ilerleme elde edebiliriz. ” ( Albert Schweıt-zer, Uygarlığının Çöküşü ve Yeniden Kuruluşu, , Çev. E. Gürol, Varlık Yayınları, İstanbul, 1965, s. 127 ve 130)
Schweıtzer, Rönesas’la gelen “ahlaki yıkım” ili ilgili de şunları yazar: “Rönesanszla başla-yan uygarlık hareketinde tarihte eşi olmayan bir şey yer almıştır: İnsanın ahlaksal gücü öl-müş, maddi alanda ruhun başarıları atlıya, sıçraya ilerlemiştir. Böylece, yirmi, otuz yıl uy-garlığımız maddi ilerlemenin büyük faydalarını kullanmıştır; ama ahlaksal hareketin ölme-sinin sonuçlarını henüz duymuyordu. Halk bu hareketin meydana getirdiği şartlar altında yaşıyor, durumlarının artık tutulur yanı kalmadığını pek görmüyor, uluslararasında ve ulusla-rın kendi içinde hazırlanan fırtınaya göğüs germeye hazırlanıyordu. Böylece, çağımız dü-şünce zahmetine katlanmadan, uygarlığın, esasında bilimsel, teknik ve sanat başarılarından ibaret olduğu, amacına ahlak kuralları olmaksızın, ya da pek az sayıda ahlak kuralı ile erebi-leceğine saplandı.”(Schweıtzer, Uygarlığın Çöküşü ve Yeniden Kuruluşu s. 105)
DİPNOTLAR
1- Bizde de bir dönem, çökmekte olan Batı medeniyetini taklitçilikle “Tek Partili Cumhuri-yet Dönemi” nin 1932 – 1947 zaman diliminde, kademeli olarak bütün okullardan din dersle-ri kaldırılmış, İmam Hatip Okulları, İlahiyat Fakültesi ve İslami Araştırmalar Enstitüsü kapa-tılmış, dini yayınlar yasaklanmış, hatta halkın dinini kendisinin öğrenmesi bile Kuran Kursla-rı’ na ve onu okumaya konulan yasaklarla engellenmiştir. Bütün bu olup bitenlerin gerekçesi olarak da “Bu milleti İslamiyet’ ten ne kadar çok uzaklaştırırsak o derece Batı medeniyeti ve Laikliği ülkemize getiririz” garabeti olmuştu.
2- Türkiye’de de “dinin ölmeyeceği” ni 1947’de ilk okullara din derslerinin yeniden ko-nulması, Kur’an Kurslarına izin verilmesi, İmam Hatip Okulları ve İlahiyat Fakültesinin yeni-den açılmasıyla kendisini göstermiştir. Hem iç dinamiklerden gelen “dinsizliğe başkaldırma” yanında hem de “dünya siyasi konjonktürü” ne hakim olan dünyanın süper gücü Kapitalist Amerika’nın, “en büyük şeytanı” olarak nitelendirdiği Komünizm ve Komünist Rusya tehlike-sini önlemek için “dinleri bunların panzehri” olarak görmesin etkisiyle de “Truman Doktrini” gereği Cumhurbaşkanı Milli Şef İsmet İnönü’ye Amerikan baskıları sonucu, Batı ülkelerin-de olduğu gibi Türkiye’de de eksik ve İslam’ı protestanlaştırarak da olsa “dine geri dönüş” bunların etkisinde başlamıştı.
3- Bunun çözümü ancak, 20’inci yüzyılın ortalarında Alman Filozofu Henri Berkson’un “Berksonizm –Sezgicilik” (İnsanın sezgi, akın, zihin ve soyut düşünce ile gerçek varlığının binicine varılabileceği) yanında Fransız Filozofu Jean - Paul Sartre’nin “Egzistansiyalizm - Varoluşculuk’ (İnsanların varoluşlarında kendi özbenliğine dönebilme felsefi ve edebiyat akımı) filozofu gibi Batılı filozofların ifadeleriyle kendilerini tanımlamışlardır. Kur’an –ı Kerim açısından ise dile getirilen bu olup bitenler, ancak ”derin akıl” ile mümkündür. Birçok ayette bu sürekli “aklınızı kullanmaz mısın?” la tekrarlanmıştır. Günümüz Türkiye’sinde adı geçen her iki akımda “maneviyata dönüş projeleri” olarak Sosyolog Nurettin Topçu ve çev-resi tarafından taklit edilmişlerdir.
4- Kendisinde “radikal bir Hıristiyan” (İncil geleneği) ve bir “Eski Ahit dostu” (Tevrat ge-leneği) olması sebebiyle bunlardan bahseden Carrell’in “en büyük eksiklikleri” nden birisi, bu geleneklere göre daha ileri derecede “dinin tamamlanması” anlamına gelen İslamiyet’ten hiç bahsetmemesi garip kaçmaktadır. Bunun yanında, İslam’ın aleyhine görüşlere pek az veya hiç yer vermemesi de “üç ilahi dinlere saygısının” bir tezahürü olarak kendisini gös-termiş olabilir.
5-Musevilik ve Hıristiyanlıktan sonra “ilahi-semavi dinler” in en son “tamamlayıcısı” din İslamiyet olmuştur. İnsanlığın özlenen sulh ve huzuruna en gelişmiş son noktayı bu din koy-muştur. Carrel’in bunu görememesi, “Kitab-ı Mukaddes” (Tevrat –İncil Bileşkesi) taassubun-dan ileri gelmektedir.
6- Ortaçağ’da Hıristiyanlık Avrupa’ya karanlık günlerini yaşatmaya başlarken, insanlığa yeni bir “dini aşı” olarak İslam’ın doğuşu ve yükselişi bozulan Hıristiyanlık yanında dünyamız ve insanlığın kurtuluşu için yeni bir ışık olmuştur. Carrel’in Hıristiyanlık taassubuyla bundan bahsetmemesi onun herhalde bir diğer “hata” hanesine yazılacaktır.
7- Hıristiyanlıkta “Mistisizm”, Budizm’de “Nirvana” ve İslamiyet’e sonradan sokulan “Ta-savvuf” birbirlerinin eşamlılarıdırlar. Bunlarla, en sonunda “Tanrı’ya mistik yönden ulaşıla-cağı” düşüncesi hakimdir ki, bunlar çeşitli yönleriyle “eleştiri konusu” olmaya muhtaçtır.
8- Ortaçağ Avrupası’nın sosyal ve idari düzenlerine “Monarşik Katolik İmparatorluklar-Krallıklar, Feodalizm (Aristokrasi) -Papalık” üçlüsü hakim olmuş; ilk ikisinin “suç ortaklığı” nı Papalığın da yüklenmesi Hıristiyanlığa maledilen kötü bir sınav teşkil etmiş, “kurtuluş için” denilerek bunların tasfiyesini, Reform ve Rönesansın başlangıçları getirmiştir ki, getirilen yeni “Materyalist –Sekülarist Kapitalist Düzen” anlayışı da Avrupa’da yeni bir buhran halinin başlangıcı olmuştur.
9- “Sezar’ın (Roma imparatoru) hakkını Sezar’a, Kilisenin hakkını kiliseye vermek”, Avrupa’nın günümüz medeniyetinde “Sekülarizm - Laisizm”in başlangıcı olmuş, bununla Hı-ristiyanlık –Kilisenin yalnızca bir “ahlak-inanç gösterisi” nden ibaret olup, ferdin ve cemiye-tin sosyal ve idari hayatını düzenleyen “ilahi ahkamlar” dan mahrum bir din olduğunu orta-ya koymuştur.
10- Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim” der-ken bunu en güzel şekilde özetlemiş, üç büyük din içinde kemali en yüksek olan “İslam Ahla-kı” olmuştur.
11-Carrel’ın insan ve toplum hayıtındaki bütün bu olumsuzluk tasvirleri, 1839 Tanzi-mat’tan bu yana, dışarıdan “dayatmacılık” ve içerinden ise “taklitçilik” le çökmüş Batı me-deniyetinin getirilerinden olarak bize de nüksetmiş, bunlar bizde 2025 yılı itibariyle de zirve yapmıştır.
12- Carrel ve benzerlerine göre I. ve II. Dünya Savaşları, günümüz Batı medeniyetinin çöküşünün en büyük göstergeleri olmuştur. I. Dünya Harbinden (1914 – 1918) dersler alın-madığı için II. Dünya Harbi (1939 – 1945) çıkmıştı. Günümüzde ise, bu iki dünya harbinden gerekli dersler hậlậ alınmadığı halde “III. Dünya Harbi” çıkabileceğinden bahsedilmektedir. Bu savaş, daha tehlikeli ve geliştirilmiş silahlar nükleer silahlarla yapılacağı için bunlar yer yüzünde insan soyu ve bütün canlıları bitireceğinden dünyamızı Mars gezegeninin insansız yüzeyine benzeyeceği anlaşılmaktadır. Anlayacağımız, kıyamet Tanrı’dan önce insanlar ta-rafından koparılacak demektir. Bu anlamda, günümüz çökmüş Batı medeniyeti tarihe her halde, “dünyamızın topyekun katili” ne sebep olan son medeniyet olarak geçecektir.
13- Dünyada bütün huzursuzlukların ve savaşların kaynağı, “ulusalcılık ve pragmacılık” cereyanlarına en iyi set çeken din İslamiyet olmuştur. Bu sebepten, 622 – 1058 zaman dili-minde dünyaya “altın çağ” nı yaşatan Müslüman Araplara dayalı “Arap – İslam Medeniyeti ve Devletleri” olurken, 1058 – 1908 zaman diliminde ise, bu “atın çağ” ın bir uzantısını “Müslüman - Türk İslam Medeniyeti ve Devletleri” olan Selçuklu ve Osmanlı devletleri ya-şatmışlardı. Bu haliyle, Carrel ve Schweitzer’in Hıristiyanlıktan boşuna bekledikleri görevi İslam dini yerine getirmiş ve başarmıştır. 17 Ocak 2025
Beşinci Bölümün Sonu