“Vakitsiz öten horozun başını keserler.” denir bir ata sözümüzde. Her iş vaktinde yapılmalıdır; ne önce ne sonra… Yani demir tavında dövülmelidir. Ötmek için uygun vakit, nedir? Bu, görece bir durum.
Biz, ne taraftayız? Vaktini şaşırıp boynu kesilenlerden veya kesenlerden miyiz yoksa yaptığı iyilik karşılığı olarak başını koparıp kızartarak çobana horozu ikram edenlerden veya edilenlerden miyiz?
Fabl türünde güzel bir öykücük: Köyün sürüsünün çobanı uyuyakalır. Vakit, sabaha yakındır. Kurtlar, boş durur mu, kendilerine ziyafet çekecektir. Horoz, kurdun sürüye gizlice yaklaştığını fark eder, canhıraş ötmeye başlar. Amacı sürüyü bekleyen köpeği ve çobanı uyandırmaktır. Çobanın uykusu ağırdır: Köpek, ısrarlı havlamalarıyla çobanı uyandırır. Kurtlarla baş edemeyeceğini anlayan çoban kurtların saldırmak üzere olduğunu köylülere haber verir. Köylüler toplanır, sürü halindeki kurtları kovarlar. Köylüler mutludur, sürüden bir tane dahi zayiat yoktur. Kurdun sürüyü telef etmesini önleyen, tehlikeyi köylülere haber veren çobanı ödüllendirmek gerekecektir. Horozu keserler, afiyetle yemesi için çobana ikram ederler. Soru şu: Horoz, kurdun geldiğini öterek haber vermeseydi hala yaşıyor olacak mıydı veya horozun canından olmasının sebebi neydi?
Doğu kültüründe bir düşüncesinin, olgunun kıssalarla anlatılması yaygın bir gelenek. Bizde de öyle… Deli ve horoz kıssalarını pek pek severim. Hem iğneleyici hem sorgulayıcı hem öğreticidir. Masum, sevimli bir tarafı vardır horoz ve deli öykücüklerinin. Kayseri ve Yahudi fıkralarında bir cinlik, tamahkarlık vardır. Temel de salağa yatan uyanık tipini somutlaştırır. Kişinin kendisiyle barışıklığının rahatlığını bulursunuz Karadeniz fıkralarında. Trakya ve Dadaş fıkralarında ise samimiyetin verdiği saflık dikkati çeker.
Horozun somutlaştırdığı insan tiplerine çevremizde hep rastlarız, belki biz de bir horoz örneğiyiz. Uygun olmayan zaman ve zeminde bir davranışta bulunarak veya bir söz söyleyerek kendimize zarar vermemiz hiç de ihtimal dışı değildir. Yaptığımız bir iyiliğin, bir süre sonra başımıza bela olarak dönmeyeceğinin garantisini kimse veremez. Düşman çatlatan dostlukların, zamanla düşmanlığa dönüşmesi, istenmese de, hayatın olağan cilvelerindendir. Sezar’ın “Sen de mi Brutus?” cümlesi tarihin trajik hakikatlerindendir.
Horoza “Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?” diye sormuşlar. Horoz, “Anlamam da bilmem de; ben, işime bakarım o kadar.” diye cevap vermiş.
Görevimiz, işimize bakmak. Kimin ne yaptığı, işimiz değil. Yaşamak, toplumsal; ancak hesap bireysel. Ben kendim için, kendim olarak kalabilmem için ne yaptığımdan sorumluyum. Başkaları için bir şeyler yapmak da benim sorumluluk alanımdadır; fakat başkasının kendisi için yaptıkları onun kendi hesap kapsamındadır.
Bazen, horoz kadar aklımın olmadığı ve olaylar içinde kuru yaprak misali savrulduğum kanaatine varıyorum. Etkisiz eleman olmak acı veriyor bana. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, eğitim sistemindeki ve çalışma hayatındaki verimsizlik, siyasetteki hokkabazlık, kanaat önderleri arasındaki hoşgörüsüzlük, yöneticilerdeki basiretsizlik ve iş hayatındaki etkili kişilerin tamahkarlığı, azgınlığı karşısında çaresiz olmak, derin bir kırgınlık, karamsarlık oluşturuyor bende. Gazze’de katledilen, soykırıma uğrayan insanların yanında olamamak, zalim İsrail’e söz geçirememek, zulmüne engel olamamak, insanlığın belası Amerika’nın menüsündeki garnitürlerin başında yer almak, emperyalist Batı ahlakı, siyaseti karşında güçlü politikalar ve söylemler üretememek, hem mirasçı hem emanetçi olarak atalarımıza ve Yaratan’ımıza karşı mahcup ediyor beni.
En belirgin özelliğimiz, Stockholm ve Ebu Talip sendromu yaşamak. Bize zulmedenlere âşık olmak veya “Ne derler?” kaygısıyla gerçekleri ifade etme cesareti geliştirememek. Takılmışız şovmenlerin peşine, hep cambaza bakıyoruz. Gerçekler ipte değil, yerde; yanı başımızda, içimizde. Bir türlü içimize dönemiyor, kendimizi keşfedemiyor, fıtratımızın en kuvvetli özelliği özgürlüğümüzü, ucunda ölüm de olsa, doya doya yaşayamıyoruz.
Horoz, vakti geldiğinde öter, ucunda boğazı kesilmek olsa da. O, kimsenin konforuna bakmaz, bilir ki vakit tamamdır. Uyandırmak, horozun işidir, çobana ikram edileceğinin hesabını yapmaz. Yararsız tartışmalara girmez, yumurta tavuktan, tavuk yumurtadan çıkmış, ne fark eder. Yumurta yumurtadır, tavuk tavuktur. O, işini yapar.
Kişinin, asli işini yapması, yakın ve uzak çevresine karşı ilgisiz olması anlamına gelmez; üzerine düşen vazifeyi hakkıyla, sonuç alacak şekilde yapması anlamındadır. Ancak, bedel ödemeyi göze alabilenler, yüklendikleri işte başarılı olabilirler.
Horoz sesinin sürekli var olduğu özgürlükler ülkesinin vatandaşı olmak, büyük bir onur, yüksek bir ayrıcalık. Davamız ve duamız bu olmalı.
Kadir Durgun
kadirdurgun1957@gmail.com