Sosyal medya mecralarından biri vasıtasıyla aldığım davet üzerine bir Zoom toplantısına katıldım. Konuşmacı, Dr. Mücahit Gültekin’di. Konu “Toplumsal Cinsiyet ve Ötesi”. Konuşmacıyı yazılarından ve programlarından tanıyorum. Orta yaşlarda, gayretli, samimi bir akademisyen, konusuna hâkim.
Verdiği örnekler ve istatistiklerle konusunu ilginç ve dinlenir hale getirmeyi bildi. Yüz civarında katılımcı vardı. Hemen hepsi için, hayırda yarışanlar diyebiliriz.
Feminizmin çıkışını, nasıl evirildiğini, günümüzde cinsiyetçilik adına hangi düşünceye gelindiğini, ne tür uygulamalar yapıldığını anlattı önce. İstanbul Sözleşmesi’ndeki tuzakları, biyolojik cinsiyetle toplumsal cinsiyet arasındaki farkı vurguladı. Cinsiyet zemininde kavga veren feministler arasında da derin görüş farklılıklarının bulunduğunu, birbirlerine tahammülsüzlüklerinin saklanamaz boyutta olduğunu, kendini “Genç Feministler” diye tanıtan bir güruhun çelişkilerini ve sapkınlıklarını öğrendik.
Programa Trabzon’dan katılan Edip Bey, söz aldı, bir değerlendirme yaptı ve “Ne yapabiliriz?” diye sordu. Mücahit Bey, soruya akademik üslupla cevap verdi ve bir yerde “kaos” kelimesini kullandı.
Söz, talebim üzerine bana verilince “kaos” sözcüğünü önemsediğimi, bence bunun bu geceki konuşmanın anahtar sözcüğü olduğunu, pratiğe dönük bir değerlendirme yapmak, katkı sunmak istediğimi söyledim:
“Dünya zemininde yaşayan insanları aktifler ve pasifler diye ikiye ayırabiliriz. Maalesef kötüler daha aktif durumda, iyileri pasif bırakabilmek için sürekli bir kaos oluşturuyorlar. İyilerin güçlenmesini, egemenliğini önlüyorlar. Bu azgın azınlık, uygun gördüğü yer ve zamana göre birtakım enstrümanlar kullanıyor. Demokrasi, ırkçılık, mezhepçilik, cinsiyetçilik birer kaos aracı olarak kullanılıyor.
Demokrasi getirmek için asker gönderip silah yardımı yaptıkları, eğitim ve ekonomi projeleri ürettikleri hiçbir yerde huzur sağlayamadılar. O ülkelerin insanlarını yeterince fakirleştirip başlarına da kendilerine bağlı yöneticiler bırakarak orayı terk ettiler. Her birey ve toplum kendi milliyetini sever ve savunur. Bunu iyi bilen kaos mühendisleri, insanların bu özelliklerini de gerektiği zaman iyi kullandılar. Cihan devleti Osmanlı’nın yıkılışında bu projenin zalimce uygulandığını görüyoruz. Emek, değerlidir ve kutsaldır. Her insan emeğinin karşılığını almayı, değerinin bilinmesini ister. İnsanların bu özelliğini bilen bataklık sineği tabiatlı kaosçular, emek-sermaye çatışması oluşturdular, komünizm ideolojisi adına halkları ayaklandırdılar, insanları birbirlerine düşürdüler, nihayetinde bu toplumları yıllarca sömürdüler. Mezhepler, bir çatışma aracı değil, dini ritüelleri ve birtakım fıkıh kurallarını uygulamada kolaylaştırıcı öneriler sistemi olduğu halde, kötülerin elinde her zaman toplumları çatıştırma, ayrıştırma aracı olarak kullanılagelmiştir. Akıtılan kanlar, hiçbir zaman mazlumların sıkıntılarına ilaç olmamış, zalimlerin elinde bir kılıç olmuştur. Toplumların bu konudaki cehaleti ve asabiyeti de bu fitnecilerin işini kolaylaştırmıştır.
Kadın-erkek eşitliği tartışması ya da çatışması, insanoğlunun var olduğu ilk günden beri gündemden hiç düşmemiştir. Özellikle son yüzyılda icat edilen feminizm ve sonrasındaki türevleri, kaos plancılarının bir başka projesidir. Bir kaos aracıdır, kargaşa orkestrasının bu senfonideki enstrümanıdır. Önce karşıt cinsler, eşitlik uğruna kavga etsin, sonra cinsiyetlerin tanımı ve işlevi üzerine zihinler bulandırılsın, bu kargaşa ortamında karıştırıcılar gemilerini yürütsün. Yapılan bu. Bunlar bir de “Kendilerine fesat çıkarmayın dendiğinde ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. İyi bilin ki asıl ortalığı ifsat edenler, kendileridir; lakin anlamazlar.” (Bakara 11/12)
Akordu bozuk enstrüman misali, yakalanmaktan kaçındığımız korona virüsünün de, Kovid 19 Senfonisini seslendirerek bir kaos ortamı oluşturduğunu fark ve müşahede etmeliyiz. Kaos çıkararak insanları çaresiz bırakma amacıyla bir laboratuvarda üretildiği iddiası hiçbir zaman reddedilmeyen korona virüsüne yakalanmamak için insanlar sokağa çıkamaz, birbirine gidemez oldu. Toplumsal birlikteliğin gücü kırıldı, bireysel çaresizlik yaşanır oldu. İstenen de zaten buydu.
Edilgenlikten kurtulmalıyız, inadına “bir ve beraber olmak” zorundayız, bunu her yerde haykırmalıyız. Birbirimizi kucaklamalıyız, varlık ve yokluğumuzu paylaşmalıyız. Şer üzerine düzen kurucuların planlarını çözmeli, oyunlarını boşa çıkarmalıyız. Hayırda yarışanlar olarak, hayır üzerine sistemler geliştirmeli, projeleri hayata geçirmeliyiz. Hakk’ın batılı yeneceğine, güneşin karanlıkları kovacağına inanmalıyız.
“El ile gelen, düğün bayram.” denir. Birlikte olduktan sonra kederler azalır, sevinçler artar. Dünya egemenlerinin kaos planları da havada kalır. Birlikteliğimizin yapı taşı olan aileyi çok önemsemeliyiz. Aile yapımızın derin yara aldığını, aileyi yıkmaya yönelik fitne projelerinin başarıya ulaştığını itiraf etmek zorundayım. Boşanmalardaki artışlar, geç evlenmeler ya da nikahsız birlikteliklerin yaygınlaşması hatta bunun meşru kabul edilir hale gelmesi birer tehlike çanıdır. Kariyer yapmak sevdası ile, kişilerin, evliliği, evlilerin ise çocuk yapmayı geciktirmeleri, hem bizim yakalandığımız bir hastalık hem de kaosçuların başarısıdır. “Demir, tavında dövülür.” der atalarımız.”
Bu konuda söylenecek çok şey, şüphesiz vardı. Ancak tadında bırakmayı da bilmek gerekirdi. Uzatılan şeyin tadı kaçar.
“Kötülerin kazanması için iyilerin sessiz kalması yeterlidir.” der Edmund Burke. Aktif iyi olmak zorundayız. Dünya hayatımızı Cehennem’e çeviren kaosçuların akordu bozuk enstrümanlarını reddetmeli, yüzlerine fırlatmalıyız. İşimiz, yeryüzü Cennet’ini inşa etmek olmalı. Onların bataklığında sinek bitmez, gül bahçesine de o sinekler girmeye cesaret edemez.
“Gül devri ayş eyyamıdır zevk ü safa hengamıdır / Aşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhundedem (Gül devri yiyip içme günleridir, zevk ve safa zamanıdır / Bu nefesi uğurlu mevsim aşıkların bayramıdır.) der Nef’i Bahar Kasidesi’nde.
Çiçeğimiz gül, mevsimimiz bahar ola…
Kadir Durgun
kadirdurgun1957@gmail.com