Bilge kişiye, “Deve türkü söyler mi?” diye sorarlar. Bilge, “Dinleyecek eşşek bulursa gazel bile okur.” cevabını verir.
Bilge kişinin, “eşşek” diye şeddeli cevap verdiğine dikkat çekmek isterim.
“Deve” ve “eşek” sözcükleri üzerinde zihin jimnastiği yapacak değilim; ikisinde de istiare var. Biz, hangi grupta yer alıyoruz? Eşek grubunda yer alıyorsak vah halimize! Eşekler topluluğunun devesi de olmak istemem doğrusu. Kılavuzu deve olan eşeklikten kurtulamaz, düşüncesindeyim.
Bani rahatsız eden, eşeklerin bu kadar çok olduğu bir toplumda yaşamak ve develerden gazel dinlemek zorunda kalmak. Buna mecbur muyum, “Âsûde olam dersen eğer gelme bu cihana, / Meydana düşen kurtulamaz seng-i kazadan.” (Eğer rahat ve huzur içinde olayım dersen, bu dünyaya gelme, çünkü buraya gelen, bu dünya meydanına düşen kimse, belâlardan, musibetlerden kurtulamaz.) tespiti yapan Ziya Paşa’ya hak vermek durumunda mıyım?
Bela veya kaza, kaderdir, ondan kaçamayız; ancak türü, kaderimiz değil, tercihimizdir. Kader, gayrete âşıktır, neyin gayretindeysen kaderin o türünü yaşarsın. Simgesel anlamda eşek ya da deve olmak, tercih edeceğim bir kader türü değildir, olmamalıdır, dostlarımın olmaması da arzumdur.
Ülkemizde ve dünyada, yazılı ve sözlü medya tam bir eşekler ve develer mekânı. Bozacının şahidi, şıracı misali. Düşünce, sanat, siyaset, iktisat dünyasında her gün karşımıza çıkan o kadar çok deve tipler var ki türküden gazel söylemeye terfi etmişler, birer kanaat önderi vehmiyle akıl vermeye devam ediyorlar. Maalesef, medyanın uyuşturucu etkisiyle kendini eşek derekesine indirgeyen biz zavallılar da onlara pirim vermeye devam ediyoruz. Ne demek istediğim, kendine “Ben kimim, ne olmalıyım, yerim neresi olmalı?” sorusunu sormaya cesaret edenler tarafından hemen anlaşılacaktır. Çözüm, kitlelere sorgulama cesaretini aşılamak, insan kalitesini yükseltmektir.
Kaliteli insan, donanımlı insandır, bilinçli insandır; insan ve eşya hakikatini keşfetmiş, bu hakikatlerin ilimleriyle mücehhez insandır. Varlık nedenini bilen, konumunu kabullenen, buna göre tutarlı davranışlar gösteren insandır. İnsanımızın sayısallığı ve niteliği arttıkça onu temsil edenlerin de sayısı ve niteliği artacaktır. Bir piramit misali. Taban ne kadar geniş, zirve o kadar yüksek…
Profesör öğrenciyi kürsüye çağırıp “Anlat konuyu.” der. Öğrenci başlar anlatmaya. Hocası bu defa “Kürsünün üstüne çık, anlat.” der. Öğrenci denileni yapar. Hoca bir sandalye getirir, “Şimdi bunun üzerine çık, konuyu anlat.” der. Profesör yetinmez, bir tabure getirir, “Bunun üzerine çık ve konuyu anlatmaya devam et.” der. Öğrenci düşmemek için dengesini kontrol etme çabasına girer. Anlattıklarında tutarsızlıklar başlar. Hoca sınıfa döner şu sözleri söyler: “İnsan yükseldikçe dediklerinde tutarsızlıklar olur, beyin söyleneni değil, bulunduğu yerden düşmemeyi önceler.”
Sözlerimiz ve davranışlarımız arasındaki tutarlılık, bulunduğumuz makama ne kadar uygun olduğumuzun tecellisidir. Kaliteli insan, bu dengeyi kurabilen, bunu hazmedebilen insandır. Cambaz, ipte yürümeyi tam öğrenmeden gösteri yapmaya kalkarsa intihar ediyor demektir. Bizim cambazlarımız o kadar çok ki her konuşma ve eyleminde intihar ediyorlar, farkında değiller.
Bilgi birikimi, tecrübe, hakikat idraki; sosyal statüdeki sacayaklarıdır. Bunlardan birinin eksikliği veya birinin diğerine üstünlüğü kalitesiz yöneticiler, şaklaban kanaat önderleri üretir. Kılavuzu karga olanın gideceği yer bellidir. Örgün eğitimin, uzun soluklu müfredatında bu ilkeler göz ardı edilmemelidir.
On iki yıllık zorunlu eğitimde kaliteli bir toplum inşa edemediysek, bu insanları temsil edecek, konumunu bilen, hakikat öğretisine bağlı yöneticiler yetiştiremediysek havanda su dövmüşüz demektir. Kaybedilen yılların, bize tecrübe kazandırmış olsa dahi, telafisi mümkün değildir.
Eşekler yoksa develer gazel söyleyecek ortam bulamaz. Fiziksel, sosyal, kişisel dengede yetkinliğe ermiş kişiler her ortamda ayakta kalabilir.
Eşek olmaktan kurtulursak her şey kendiliğinden gelecektir. Biz, neredeyiz, ne yapıyoruz, nereye kadar çıkabiliriz?