Hiç rüşvet verdiniz veya aldınız mı, diye sorsam bana kızar mısınız? İçiniz titredi, değil mi? Belki de “evet” dediniz ve yüzünüz kızardı. Ben, verdim, alacak pozisyonda zaten hiç bulunmadım. Bu ülkede rüşvet almaya veya vermeye konu olmayan kaç kişi var?
Rüşvet, ülkemizin acı, ama çirkin gerçeği. Alan da veren de aynı derecede suçlu, günahkâr. “Şike” ve “irtikap”ı da buna ekleyebiliriz.
Rüşvet, yaptırılmak istenen bir işe yasadışı kolaylık sağlaması için ilgili görevliye ya da görevlilere el altından verilen para, mal ve benzeri şeyler.
Spor terimi olan şike ise mecaz anlamıyla bir çıkar karşılığı, anlaşarak bir iş yapma, danışıklı dövüş, demek.
İrtikapta ise kötü iş yapma, kötülük yapma, yiyicilik, yalan söyleme, hile yapma anlamı var. Türk Ceza Kanunu'nda, verilen kamusal görevin çıkar sağlama amacıyla kullanılması üzerine oluşan suçu ifade eder. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda "Yüz kızartıcı suçlar" kapsamında görülen bu fiili işleyen kişiler, devlet memuru olamazlar ve işledikleri bu suç, adli sicil kayıtlarında da uzunca bir süre görünür.
İnternet üzerinde çevrimiçi bir sohbete katıldım. Kapıkule sınır kapısında rüşvet alırken yakalanan otuz sekiz kişi üzerine konuşuluyordu. Bir zamanlar aktif görevde bulunan gümrük müdüründen “Bunlar, gümrüklerdeki olağan işler, maalesef bu önlenemiyor, zaten alının para, mevcut kişilere paylaştırıldığında büyük bir rakam değil.” cümlelerini duyunca hem utandım hem öfkelendim.
Değer verdiğim bir büyüğümüzden dinlemiştim. Bir eğitim kurumunda üst düzey yönetici olduğu bir dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesine gitmiş. “Belediyede benden rüşvet istediler, vermedim; sonra alt kattaki mescide indim, namaz sonunda sağıma selam verdim ki benden az önce rüşvet isteyen adam bana doğru selam veriyor.” diye anlatmıştı. Ben de bu tabloyu ironik bir olay olarak çok yerde anlattığımı hatırlıyorum. Rüşvetin, demek ki dini, imanı yok. Rüşvet, bir ahlak sorunudur.
Rüşvet, şike, irtikap; birbirine anlamca yakın üç kelime. Üçünün de temelinde ahlaksızlık var. Sonuç, haksız kazanç. Bu üç virüs, toplumun her alanında kendini hissettiriyor; insanın bulunduğu her yerde, yaşadığı her dönemde, neşterle temizlenmediği taktirde, o bünyeyi kemiriyor, çürütüyor. Üçü de oldukça masum gerekçelerle meydanda at oynatır, alan da veren de fetvasını bulur, kılıfına uydurur; pembe yalana sığınır. Rüşvetin ilki rahatsız eder vicdanları, daha sonra hak haline gelir, ilk günah gibi. Önü alınmazsa rüşvet, şike, irtikap hayat tarzı haline gelir kişilerde, olağan ilişki biçimi görülür toplumda. Bir arkadaşımın, Kazakistan’da, götürdükleri Kur’an-ı Kerim’i dağıtmak için müftüye rüşvet vermek zorunda kalmalarını trajik bir hadise olarak hatırlıyorum.
Rüşvet, şike, irtikap; ahlaki çöküntünün diğer adıdır. Çöküntü, çürümüşlüğe; çürümüşlük, yıkıma yol açar. Sonuç, sosyal enkaz. Orada hakkaniyetten, adaletten söz edilemez. Güçlüler her zaman işini yürütür, yolunu bulur; aşılamayacak engelleri aşar. Sosyal dengeden bahsedilemez rüşvetin yaygın olduğu toplumlarda. Vicdanlar yaralı, ilişkiler samimiyetsiz, kafalar farklı çalışır. Değerler sistemi altüsttür. Yalancılık, yalakalık, dalkavukluk en belirgin özelliğidir o toplumu oluşturan kişilerin. Bu öyle bir çarktır ki dahil olanları öğütür, kendine yem yapar; bulaşmak istemeyenleri de parçalayıp sistem dışına atar, yaşama hakkından mahrum eder.
Rüşvetin, irtikabın yaygın olduğu tapu, askeriye, emniyet gibi bürokratik alanlardan eskisi kadar pis kokular gelmiyor burnumuza. Ancak sağlıkta hala bir kokuşmuşluk mevcut. Hatır gönül işleri, adam kayırmalar maalesef insanımızı yaralıyor. Adliye sisteminde de bir sancının varlığını işitiyoruz, okuyoruz. Maliyede ve ihale sisteminde, doğrudan rüşvet olmasa da irtikabın yaygın olduğunu işin içindekiler söylüyor. Ben de bir kez rüşvet teklifiyle karşılaştım; ancak yaşadığım çirkinliği anlatabileceğim yetkililere bir türlü ulaşamadım. Bu da ayrı bir dert.
Futboldaki şikeden söz etmeyeceğim. Bunu sağır sultan bile duymuştur, biliyordur. Hangisi olursa olsun, rüşvetin en fazla yaygın olduğu kurumlar, belediyeler. Vatandaşlar, belediyelerdeki bu çirkin ilişkileri içselleştirmiş, kanıksamış görünüyor; işin raconu kabul ediyor. Belediyeler siyasi temelli kurumlar olduğu için, toplum, olaylara siyasi gözle bakıyor, kendi siyasi düşüncesine yakın olan bir belediyedeki rüşvet ve irtikabı “benim hırsızım senin hırsızından daha iyidir” düşüncesiyle savunur hale geliyor. Hırsızlığı savunmak adına meydanlara çıkıyor, yürüyüşlere katılıyor, sloganlar atıyor. Hırsızların piyonu olmak, onlar tarafından kullanılmak bana çok traji-komik geliyor. Ülkemiz, maalesef bugünleri de gördü. “Tencere dibin kara, seninki benden kara.” ahlakıyla bir toplum hiçbir zaman ileri gidemez, medeni olamaz, huzur bulamaz. Ey Türk siyaseti, sende çok şey gördük, lakin hırsızlıkları perdelemek için de bu kadar fütursuzca kullanıldığına şahit olacak mıydık?
Rüşvet, şike, irtikap adlı yüz kızartıcı aşağılık ilişkiler, dünyanın pek çok ülkesinde yaşanıyor. Bunu duyuyoruz. Ancak, onların bu tür ilişkilere konu olan kişileri ağır şekilde cezalandırdıklarını da biliyoruz. Ülkemizdeki adli ve idari sistem sözü edilen ilişkileri yok etme konusunda, sanırım, yeterli değil. Yetkin kişilerin aldıkları cebine, yaptıkları yanına kalıyor inancı egemen. Kişilerin, hallettiği işin büyüklüğü, etkisine aldığı alanın genişliği kadar pay sahibi olduklarını duyuyoruz. Duyduklarımızın yarısı yalan olsa dahi diğer yarısı, tefessüh etmiş bu toplumun ıslahı için bir gerekçedir. Rüşvet ve benzeri haksız kazançlara fırsat veren idari sistem mümkünse mutlaka ıslah edilmeli, değilse temelden değiştirilmelidir. Bir denetim mekanizması kurulmalı; sonuç alıcı, etkili kanunlar çıkarılmalı, “Şeriatın kestiği parmak acımaz.” mottosuyla yeni bir düzen inşasına gidilmelidir.
Rüşvet veren de alan da yanacaktır. Buna inancımız tamdır. Peki, rüşvet, şike ve irtikaba fırsat verenlerin, payandalık edenlerin yeri neresidir?
Kadir Durgun
kadirdurgun1957@gmail.com