Nüfusumuz, 85 milyonu geçmiş, 86 milyona yaklaşmış.
Nüfus artış hızımız, azalmış; son 25 yılda yarı yarıya düşmüş. Doğum artış hızı, pek çok dünya, hatta hep eleştirdiğimiz Avrupa ülkesinin bile çok çok gerisindeymiş.
2025 yılı “Aile Yılı” ilan edilmiş. Bunda, aile kurumunun öneminin vurgulanması, aile içindeki birlik ve beraberliğin korunması, mevcut riskler karşısında ailenin topyekûn desteklenmesi amaçlanıyormuş. Bu amaçla, eylem planları oluşturulmuş.
Aile; kadın ve erkeğin nikahlı birlikteliği ile kuruluyor. Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen sosyal bir yapı. En küçük, yani "çekirdek" olarak adlandırılan bir aile; baba, anne ve çocuklardan oluşur. Kültürümüzde aile için oldukça sevimli sözcükler var: Ocak, yuva gibi. Çekirdek ailedeki çocukların kendi aileleri dışındaki bireylerle evlenmesiyle yeni bir çekirdek aile ortaya çıkar. Her ocak, kendisinden bir şey kaybetmediği gibi, başka bir ocağın kıvılcımı oluyor. Evlenen kızlar için de “Yuvadan uçtu” deniyor.
Milletler, ayakta kalma ve egemen olma mücadelesi veriyor. Nüfusun artışı, neslin devamı millet olarak var olmanın mutlak gereği. Yetkililer, nüfus artış hızının yavaşladığını, gençlerin evlenmekten kaçındığını, boşanmaların arttığını, bunun bir beka meselesi olduğunu dillendiriyor. İstatistiklere göre, yirmi beş yıl sonrasında nüfusumuz belki bugünden önceki yirmi beş yıl seviyesine düşecekmiş. Yaşlılar ülkesi olacakmışız.
Bu üç konunun da “ milli beka meselesi” olduğuna inanıyorum. Buna, dağılan ailelerdeki çocukların hayata ve insanlara karşı geliştirdikleri olumsuz psikolojiyi de eklemek lazım.
Gençler niçin evlenmez, evlenenler niçin kısa süre sonra ayrılmayı düşünürler? Mağdur edilen çocukların trajedisi nasıl tedavi edilir, nüfus hızı niçin yavaşlar?
Diken, battığı yerden çıkarılır. Sorunlar da üretildiği ortamda çözülür. Milli beka meselesi dediğimiz sorun, bu toplumda yaşanıyorsa yine bu toplumda ve bu toplumun geleneklerine, yasalarına göre çözülmelidir. Bir asır oldu, Batıdan gelen yasaları hala hazmedemedik.
Her toplumun sosyolojisi farklıdır. Kim ne derse desin, biz erkek egemen bir toplumuz. Erkek, evin direğidir, ailenin başıdır. Erkek ne kadar güçlüyse kadın o kadar güçlüdür, özgürdür, Evi geçindirme sorumluluğu, erkeğin omuzlarındadır. Kadından beklenen, sadakatli eş ve müşfik bir anne olmaktır. Evin hanımefendisi, çocukların annesi olmak son yarım asırdır eğitim zeminlerinde, basın-yayın kanallarında küçümsenir oldu. Ağır ve onurlu bir meslek olan ev hanımlığına ve anneliğe, kızlarımız burun kıvırır hale getirildi. Peşine düşülen kariyer sevdası onları annelikten uzaklaştırdı, evliliği ayak bağı görür hale getirdi. Annelik ve ev hanımlığı prestij olarak yüceltilmeli, ekonomik olarak teşvik edilmeli, desteklenmelidir.
Kadının, istihdama katılması, meslek sahibi olması her toplumun arzusudur, politikasıdır. Kadın, potansiyel zenginliktir. Neşet Ertaş, “Kadın insan, erkek insanoğlu.” der. Ancak kadın istihdamı kadar, erkek istihdamından söz edilmediğini görüyorum. Erkeğin işsiz kalmaması, hem toplum hem aileler hem de milli beka kabul ettiğimiz neslin devamı açısından daha önemlidir. Erkek ve kadın bir cinsiyeti ifade eder; ancak öncelikle her biri bir şahsiyettir. Zaman zaman, bu toplumda kadına bir cinsiyet objesi gözüyle bakıldığının ve bu yönüyle ön plana çıkarıldığının utancını da yaşamıyor değiliz. Bu bakış açısı kadın cinsine karşı hem bir haksızlıktır hem de bu toplumun ayıbıdır. Kadın ve erkek, fıtratının emrettiği yerde konumlandırılmalı ve iş bölümünde huzur bulacağı saygın mesleği üstlenmelidir.
Bireyselleşme, bizde aşırı özgüven oluşturdu. “Ben kendime yeterim.” anlayışı, bir bütünün iki yarısı olan kadın ve erkeği hep yarım bırakıyor. Evlilikler olmuyor, aileler kurulamıyor, kurulanlar kısa sürede dağılıyor. Kendi cinsiyetin gereklerini, evliliğin amacını bilmeyen gençler, kısa sürede iki koalisyon ortağı gibi birbirinden nefretle ayrılıyor. Evlilik bir koalisyon değil, karşılıklı teslimiyettir, tahammüldür, hoşgörüdür. Eğitim kurumlarımızda gençlerimiz bu yönleriyle bilgilendirilmeli, eğitilmelidir. Aile kurmanın kutsallığını, evliliğin gereklerini idrak edememiş gençlere evlilik izni verilmemelidir. Belediyelerin, devletin ilgili kurumlarının veya yetkilendirilmiş kursların yapacağı eğitim sonunda vereceği sertifikalar, nikah kıymak için ön şart olmalıdır. İşe girenlerden olduğu gibi, evlenmek isteyenlerden de “evliliğe yeterlilik belgesi” istenmelidir.
Bir işe iştahla başlayıp onu kötü sonuçlandırmak veya sonuçlandıramamak milli hastalığımız. Diyanetin, Aile Bakanlığının ve başka kurumların, ailenin korunması, boşanmaların azaltılması, mağdur çocukların rehabilite edilmesi ile ilgili pek çok projeden haberdarım. Kulağa hoş gelen isimleri de var bu projelerin: Güçlü Çocuk, Güçlü Toplum; Aile İçi Şiddete Karşı Proje… vb. Ancak, bu projelerin yeterince karşılık bulmadığını, ilgi görmediğini görüyorum. Ayağı yere basmayan projelerin çoğu, Batı kültürü öğretilerine göre yetişmiş sosyologlar, aile danışmanları tarafından hazırlanmış izlenimi veriyor bana. Toplumumuzun gerçekleriyle, beklentileriyle uyuşmayan projeler, havada kalmaya mahkûm. Türk toplumunun aile algoritması, duygusallıktan ve önyargılardan uzak kalarak çıkarılmalı, buna göre projeler oluşturulmalı, derhal yürürlüğe konmalıdır. Sahadaki uygulamanın takibi yapılmalı, sonuçları rapor edilmelidir. Zaman kaybının ve israfın telafisi mümkün olmayacaktır.
Hükümetin, evlenmeyi ve çocuk yapmayı teşvik edici destekleri takdire değer. Ailenin küçümsenmesine, cinsiyetsizliğin ve sapkınlığın özendirilmesine, boşanma özgürlüğünün çağdaşlık kimliğiyle tahrik edilmesine yönelik algı çalışmaları, sosyal medya platformlarında iyice artmış görünüyor. Buna derhal “Dur!” denmelidir. Algı ajanları, bir kurt gibi toplumumuzu kemirmekte, gelecek nesilleri ifsat etmektedir. Aile, kutsaldır; korunmalıdır, yaşatılmalıdır.
Niçin aile? Milli Beka olduğu için…
Kadir Durgun
kadirdurgun1957@gmail.com