Adaletin Tarafı: Mütedeyyinlik, Zulüm ve Seküler Ahlakın Eleştirisi
MAKALE
Paylaş
02.08.2025 17:17
692 okunma
Hüseyin Demir

“Bir medeniyetin özü adalettir. Adaletin çöküşü, o medeniyetin ruhunu yitirip salt bir teknik kalıba dönüşmesidir.”— Sezai Karakoç

Her çağın kendine mahsus çelişkileri vardır. Ve her çağ, bu çelişkiler karşısında insanı kendi safını belirlemeye çağırır. Bugünün en temel çelişkilerinden biri de, mütedeyyin bir kimliğin zulümle ilişkisi ve seküler bir vicdanın adalet iddiası arasında sıkışıp kalan hakikatin nerede durduğudur.

Bize hep şu sorular sorulur:
Bir mütedeyyin kişi zulmederse, onunla mı saf tutmalıyız?
Bir seküler, onun zulmüne karşı adaleti savunuyorsa, biz ne yapmalıyız?
Bu sorular, ilk bakışta bir ahlak problemi gibi görünse de, esasen bir medeniyet krizinin ifadesidir.

Adalet, İmanın Ahlaki Zirvesidir

İslam, inancı sadece bireysel ibadete indirgeyen bir din değildir. Ahlakı sadece kişisel nezaket sınırlarında tutmaz. Adalet, İslam’ın sosyal ahlakıdır. Mümin, ibadetiyle Allah’a kulluk ederken; adaletiyle topluma ve insanlığa şahittir.

Kur’an bu tanıklığı şu veciz emirle sabitler:

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” (Maide, 5:8)

Bu ayet, İslam’da adaletin şahsi çıkarlara, sınıfsal bağlara, cemaat mensubiyetlerine feda edilemeyeceğini bildirir. Haksızlık, kim tarafından yapılırsa yapılsın reddedilmeli; zulüm, zalim bizim içimizden bile çıksa engellenmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurur:

“Kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et!”
Sahabe sorar: “Mazluma yardımı anladık, zalime nasıl yardım ederiz?”
“Zulmüne engel olursun. İşte bu, ona yardımdır.”
 (Buhârî, İkrâh 7)

Bu ölçü, müslümanın adalet anlayışında nepotizm, cemaatçilik, hizipçilik gibi asabiyet unsurlarına yer olmadığını gösterir.

Lakin bu teorik çerçevenin, günümüz gerçekliğiyle çarpıştığı yer asıl mühimdir.

Seküler Vicdanın Sözde Adaleti

Bugün, seküler camialar arasında sıkça dillendirilen bir söylem var: “Mütedeyyin biri haksızlık yaparsa, biz adalet adına ona karşı çıkarız.” Bu cümle kulağa makul gelse de, derinlemesine bakıldığında başka bir asabiyetin kodlarını taşır.

Çünkü bu tavırda çoğu kez gerçek adalet değil, mütedeyyinliğe yönelik bir ideolojik rövanşçılık gizlidir. Seküler kimlik, kendi durduğu yerin “doğal olarak adil”, müslüman kimliğin ise “potansiyel olarak zalim” olduğu ön kabulüyle hareket eder. Böylece adalet değil, asimilasyonist bir ahlak inşa edilir. Mütedeyyin kimlik, inancıyla kamusal alanda yer aldığı sürece “potansiyel tehdit” olarak kodlanır.

Bu yaklaşım, bir tür seküler milliyetçiliktir. Nasıl ki bazı dindarlar, mütedeyyin biri haksız da olsa onu savunuyorsa; bazı sekülerler de, dindar biri söz konusu olduğunda adalet iddiasıyla onu linç etmekten geri durmaz. Her ikisi de aynı hastalığın farklı yansımalarıdır: asabiyet.

Mütedeyyinliğin Krizi, Sistemin Krizidir

Burada meselenin daha derin bir boyutuna inmek gerekir. Mütedeyyin kişi neden zulmeder? Bu zulüm, sadece bireysel ahlak zafiyeti midir? Yoksa bu bireyi yetiştiren sistem, ortam, değer yıkımı da sorumluluk taşır mı?

Modern Türkiye’de mütedeyyin kesim, yaklaşık bir asırdır Kur’an merkezli bir hayatı yaşayamamanın kuşatması altındadır. Sekülerleşmiş bir hukuk, eğitim ve kültür sisteminde; dinin kamusal ve toplumsal etkisi engellenmiş, birey sadece “vicdan”ına hapsedilmiştir.

Bu yüzden bugün bir mütedeyyin, adaletli olamıyorsa; sadece onun bireysel günahına değil, ona adil bir hayat öğretmeyen sisteme de bakılmalıdır. Çünkü Kur’an dışı bir düzenin ürünü olan insanlar, zamanla ya sistemi içselleştirir ya da o sistemin yorgun çocuklarına dönüşür.

Bir milletin Kur’an’la bağı kesildiğinde, onun içinden çıkan mütedeyyinler de takvayı değil, tepkiyi yaşar. Adaleti değil, aidiyeti öncelemeye başlar. Ve bu, medeniyetin değil, seküler modernitenin içimize sızmış kırıntısıdır.

Çözüm: Adaleti Medeniyetle Buluşturmak

Bu bağlamda çözüm, ne sekülerleşmiş bir vicdan putuna sığınmak, ne de aidiyet eksenli bir dindarlıkla yetinmektir. Adalet, sadece bir erdem değil, bir medeniyet tasavvurudur.

Sezai Karakoç’un ifadesiyle, “Adalet, medeniyetin can evidir. İslam medeniyeti adalet üzerine kurulmuştur.” Bu yüzden adalet arayışı, bizi medeniyet inşasına götürmelidir. Hak ve hukuk, ancak Kur’an’ın hayata yeniden dönmesiyle gerçek bir zemine oturabilir.

Ve son söz, çağlar üstü bir öğüttür:

“Zulme alkış tutan, zalimi över;
İnciten bir dahi olsa kardeşini,
Onu da sustur, adaleti çiğneyeni de!”

— (Bir medeniyetin vicdanı: Adaletin sesi)

 

Yorum Ekle
Adınız :
Başlık :
Yorumunuz :

Dikkat! Suç teşkiledecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

sanalbasin.com üyesidir

ANA HABER GAZETE
www.anahaberyorum.com
İşin Doğrusu Burada...
İLETİŞİM BİLGİLERİMİZ
BAĞLANTILAR
KISAYOLLAR
anahaberyorum@hotmail.com
0312 230 56 17
0312 230 56 18
Strazburg Caddesi No:44/10 Sıhhiye/Çankaya/ANKARA
Anadolu Eğitim Kültür ve Bilim Vakfı
Anadolu Ay Yayınları
Ayizi Dergisi
Aliya İzzetbegoviç'i
Tanıma ve Tanıtma Etkinlikleri
Ana Sayfa
Yazarlarımız
İletişim
Künye
Web TV
Fotoğraf Galerisi
© 2022    www.anahaberyorum.com          Tasarım ve Programlama: Dr.Murat Kaya